Gönül dünyamın açıklığını Sezai Karakoç ve İsmet Özel’e borçluyum
Okuma yolculuğu çok erken yaşlarda başlayan, öyküleri ve öyküler üzerine yazdıkları ile tanıann Kamil Yeşil, yakın zamanda, birbirine karışmayan iki deniz adlı bir çalışma yayımladı. Sezai Karakoç ve İsmet Özel üzerine yazdığı yazıları içerem metin, bu iki büyük şairin düşünce dünyasını, nasıl ve niçin ‘birbirlerine karışmadan ilerlediklerini, ve türk tefekkür hayatımızdaki yerlerini konu ediniyor. Kitabın içeriğini, yazarın okuma yolculuğunu ve İsmet Özel’le Sezai Karakoç’un düşünce geleneğimizdeki yerini cins için Mustafa Uçurum konuştu.
Öyküler ve öykü üzerine yazılarla ilerleyen bir edebî konumunuz var. Bunların yanında Sezai Karakoç ve İsmet Özel üzerine de yoğun olarak çalıştığınızı biliyoruz. Bu iki isim Türk edebiyat ve düşünce tarihinin yapıtaşını oluşturan aksiyon isimlerden. Sizi Karakoç ve Özel’e yönelten sebepler nelerdir?
Beni öykü yazmaya yönlendiren en önemli kişi Türkçe öğretmenimdir. Çünkü yazdığım ilk metin bir öykü idi ve yazılı kağıdına yazmıştım. Öğretmenimiz Nevzat Özen bu öyküyü okuduktan sonra sınıfta, arkadaşlarımın huzurunda bana “Sen yazar olabilirsin” demişti. Dolayısıyla yazma saham da okuma istikametim de belirlenmiş oldu. İlk okumalarım Ömer Seyfettin ve Sait Faik külliyatları oldu. Bu esnada Peyami Safa’yı da okudum. Çünkü ders kitabımızda Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan nefis bir bölüm vardı. O merakla Peyami Safa okudum bütün Objektif serisiyle birlikte. Orta iki ve orta üçüncü sınıfta idim. Objektif serisini okurken hikâye-roman yazarının düşünce adamı yönünü de fark etmiş oldum. Demek ki roman ve hikâye yetmiyor bazı şeyleri anlatmaya. Veya tam tersi. Her şey roman ve hikâyede anlatılmaz. Bunun için düşünce metinleri gerek. Aynı dönemde yani orta üçüncü sınıfta iken (1978-79) Yeni Devir gazetesi okuyordum. Çünkü MTTB’liler Yeni Devir okuyordu. İsmet Özel’i o zaman tanıdım gazete yazarı olarak. Okuduklarımı ne kadar anladığım tartışılır fakat böyle bir yazar takip ediyorum. Sezai Karakoç’u da aynı dönemde Sütun-1 ile tanıdım. Şunu kendim için rahatlıkla söyleyebilirim. Gözümü Mehmet Âkif ve Necip Fazıl ile açtım, ancak gözümün açık kalmasına Sezai Karakoç ve İsmet Özel’e borçluyum. Açılmış gözün uzun zaman açık kalması mümkün olmuyor. Bunun için önce gözü sonra zihni açık tutmak gerek. Sezai Karakoç ve İsmet Özel hem zihnimin hem gönlümün açık kalmasını sağlayan şair ve düşünürlerdir. Bu borcun ödenmesi gerekirdi. Birbirine Karışmayan İki Deniz’i bunun için yazdım.
Birbirine Karışmayan İki Deniz ifadesi keskin bir çizgiyi de tarif ediyor aslında. Rahman Suresi’nin 19 ve 20. ayetleri; “O, birbirine kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. (Ama) aralarında bir engel vardır; birbirlerine karışmazlar.” İki şairin bir deniz olarak birbirine karışmamalarındaki hikmeti hangi bakış açılarını düşünerek anlatmak istediniz?
Bahsettiğiniz âyette iki denizin birleşmesini engelleyen Allah’tır. Bizim idrak edemediğimiz bir engel ile Allah, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in birbirine karışmasını engelliyor. Bunun sebebi olarak kaşifler, suyun tuz oranı, sıcaklık ve soğukluk farkı gibi hususları söylüyor. Yani bir tabiat âyeti veya kanunu bu.
Oysa Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in birbirine karışmaması doğal değil iradî bir şey bana göre. Gerçi İsmet Özel’in Amentü başta olmak üzere Müslüman olduktan sonra gittiği ilk kişinin Sezai Karakoç; şiirlerini yayınladığı yerin de Diriliş dergisi olduğunu düşünürsek, Atlas Okyanusu’na karışmak istediği sonucuna varabiliriz. Zira İsmet Özel, II. Yeni Şiiri atılımından Sezai Karakoç’u tanıyan bir şairdir. Düz yazılarından da haberdardır muhtemelen. Enteresandır, İsmet Özel, Diriliş’te sadece şiir yayınlamıştır. Deneme, eleştiri türünde bir yazı vermemiştir. Bu, onun Diriliş’e katılımı ve denizin karışması için yeterli olmamıştır. Yani ben Sezai Karakoç’un, metafor üzerinden gidersek, İsmet Özel’i kendi denizine karışması için mesafeli durduğu, reddettiği kanaatinde değilim; mesafeyi İsmet Özel’in koyduğu, karışmak istememenin Özel’den geldiği kanaatindeyim. Bunun en önemli sebebi bana göre Sezai Karakoç’un şiiri, sanatı değil; düşünce dünyasıdır; İsmet Özel’in, İslam medeniyeti, teknik, Batı konusunda Sezai Karakoç’un kendisinden farklı düşündüğünü fark etmiş olmasıdır. Nitekim bunu Üç Mesele’de yazdı. Benim tespitime göre, -bu tespiti başka hiçbir yerde görmedim- İsmet Özel, medeniyet konusunda Sezai Karakoç’tan farklı düşündüğünü isim vermeden, Sezai Bey’i eleştiriyor. Şiir estetiği, poetika olarak da farklı olmasından dolayı bu iki şairin birbirine karışması söz konusu olamazdı.
Sezai Karakoç- Atlas Okyanusu, İsmet Özel Akdeniz olarak çıkıyor kitapta karşımıza. Bu eşleştirmeyi yaparken hangi kıstasları esas aldınız?
Metafor üzerinden gidersek aslında deniz olmak bakımından bir fark yok aralarında.Atlas Okyanusu kapsam alanı ve zihinde uyandırdığı intiba bakımından daha büyük, Akdeniz ise bu bakımdan daha küçük bir alanı işaret ediyor. Hayır, böyle büyük ve küçük alana yayılmakla ilgili bir benzetme değil benimki. Ancak daha sonra düşündüğümde bu isimlendirmenin isabetli olduğunu gördüm. Zuhurat böyle oldu fakat tevafuk olmuş. Çünkü tesir alanı, verdiği eserler, eserlerin çeşitliliği, kendisinden etkilenen kitle olarak bakıldığında Sezai Karakoç’un aurasının daha geniş, daha şümullü, daha etkili olduğunu gördüm. Eğer cesamet olarak ele alınacaksa Okyanus metaforu Sezai Karakoç için daha isabetli. Somutlaştırayım. Sezai Karakoç’taki İslam Birliği, İslam ümmeti, İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı gibi kapsayıcı kavramlar yoktur İsmet Özel’de. Dolayısıyla hedef kavramlar, hedef dünya bakımından genişliği, derinliği Okyanus kavramı daha yerinde ifade ediyor. Akdeniz ise daha yerli, daha biz ve biz ile sınırlı bir imge çağrıştırıyor.
Sezai Karakoç’un portre yazılarına da değiniyorsunuz kitabınızda. Bir edebî tür olarak düşündüğümüzde, Sezai Karakoç portre yazılarını özel kılan sebepler nelerdir?
Doğrusu bu bölüme dikkat çektiğiniz için özel teşekkür ederim. Zira bu portreleri tespit ederken özel bir amaç güttüm. O da Sezai Karakoç’u tanımak için onun akademik, ilmî, tasavvufi, edebî ve siyasî çevresinin de tanınması gerektiğini düşündüm. İkincisi, bu portreleri süzdüğümde Sezai Karakoç daha hayatta idi ve Hatıralar kitap olarak yayınlanmamıştı. Diriliş dergisinin ilgili ciltlerini okuyarak yaptığım bu tespitleri Karakoç hayatta iken yayınlamak istedim. Kitabı hazırladım, yayınevine verdim. Fakat Sezai Karakoç’un ömrü vefa etmedi. Oysa ben hayatta iken bu kitabı görmesini çok istedim. Özel olarak “bizim mahalle”den önemsediği yazarlar, şairlerle ilgili olarak verilen bu ayrıntıların sözlü, eksik gedik aktarılmasından dolayı Karakoç’un haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Sezai Karakoç’un kendileri ile ilgili kanaatlerini Mavera ve Edebiyat dergisi çevresinden sadece Cahit Zarifoğlu bilmiyor Hatıralar’dan önce vefat ettiği için. Ancak diğer portreler biliyorlar. Ancak onların bir cevapları olmadı yazılı olarak. Halbuki benim yazar şair çevremde en çok konuşulan mevzulardan biri idi bu. Ben de kaynağından hareketle Karakoç’un kırgınlıklarını, gerekçelerini göstermek istedim. Bazı portreler cevap olsun diye yer alıyor kitapta. Cemal Süreya, isim vermeden Ömer Öztürkmen ve Mavera ekibi gibi. Sezai Karakoç olmak için böyle bir muhit yetmez fakat Sezai Karakoç’u bu muhitten ayrı olarak da düşünemeyiz.
Aynı zaviyeden bakarak İsmet Özel’in de şairler üzerine yazılarına örnekler vererek değiniyorsunuz. İsmet Özel’in şairlere bakış açısını nasıl değerlendirirsiniz?
İsmet Özel’e ait portreleri yine internetin yaygın olmadığı bir dönemde, onun Kırk Ambar programından deşifre ettim. Mustafa Kutlu’ya bunu söylediğimde çok iyi bir çalışma, bunu mutlaka bekliyorum demişti ve ben ilk halini Dergâh’ta yayınlamıştım. İsmet Özel’in dilinden şairler diyebileceğim bu portrelerde İsmet Özel, ele alınan şairlerin şiir estetiği, Türk şiirindeki yeri ile ilgili belirlemeler yapıyor. Bunun önemi açık. Çünkü hem o şairler hem o şairlerin okuyucuları, eleştirmenler, İsmet Özel’in şairler ve şiirleri hakkında söyleyeceklerini merak ediyor. Doğrusunu isterseniz İsmet Özel bu programlarda beklenen/istenen dolulukta sözler söylemekten imtina ediyor. Ele aldığı şairlerin şiirlerini çok genel ifadelerle geçiştiriyor. Kimseyi kırmadı fakat bekleneni söylediği kanaatinde de değilim.
Siz bir eğitimci olarak Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in ders kitaplarına girmesine, gençlerin bu isimleri tanımasına büyük katkılar sundunuz. Gençlerimize edebiyat dünyamızın bu değerli isimlerini tanıtırken nasıl bir yol izlememiz gerekir?
Müfredat ve ders kitapları hiçbir şairi, yazarı bütün yönleriyle ele alamaz, işleyemez. Ancak böyle önemli bir şair, önemli bir yazar var. Onları tanımadan, kitaplarını okumadan sanat ve düşünce dünyanızı imar edemezsiniz, anlamında müfredata ve ders kitaplarına girdi Sezai Karakoç ve İsmet Özel. Tabii ki son döneme ait, başka değerli yazar ve şairleri de. Nitekim Mustafa Kutlu’dan Rasim Özdenören’e, Sezai Karakoç’tan, Erdem Bayezid, Akif İnan’a. Cahit Zarifoğlu, Bahaeddin Özkişi, 80 sonrası yazar ve şairler de alındı müfredata. Müfredat ve ders kitapları eserleri ve isimleri öğretmen ve öğrencilerin huzurlarına getirdi. Bundan sonrası öncelikle öğretmenlere sonra da öğrencilere kaldı. İz sürmeleri gerekiyor. Yazar ve şairleri külliyat olarak okumaları gerekiyor.
İsmet Özel bir dönem televizyonda programlar yapsa da hem Karakoç hem de Özel çok fazla ortalarda görünmeyen isimler. Mesela, Karakoç yaşamı boyunca salon programlarına katılmamış bir isim. Bu iki şair özelinde, şairlerin, yazarların bu tutumları hakkında neler söylemek istersiniz?
Sezai Karakoç’un yazı ve şiirleri ile etkili olduğu zamanlarda üniversiteler dahil, gazeteler, radyo ve televizyonlar ondan özellikle uzak durdular. Görmezden geldiler bile diyebilirim. En yakın arkadaşlarından biri olarak Cemal Süreya dahil, Sezai Karakoç’u göstermek istemediler.
Hürriyet Gösteri dergisinin bir özel dosyası vardır “100 Kudret Simsarı” diye. Onların iddiasına göre 90’ların sonlarına kadar güç onlarda idi ve simsarlık yapıyorlardı üstelik. Yani şair, yazar, sanatçı lanse ediyorlardı, “pazarlıyorlardı.”. Bu kirli ortamda Sezai Karakoç tabii ki yer almak istemezdi fakat onlarda Karakoç’u görecek göz yoktu. Karakoç, “bilinmez meşhur” olarak yaşadı. Benim hatırladığım kadarıyla sadece Cemal Süreya’nın 99 Yüz’de yazdığı portresi ile ilgi gösterildi kendisine. Hatıralar’da görüyoruz ki bu portre bile Karakoç’u parlatmak için değil söndürmek için yazılmıştır. Onuru, sanatı, düşüncesi, istiğnası ile ayakta kaldı Karakoç. Ancak İsmet Özel hem geldiği muhit ile kapıları tamamen kapatmamıştı hem Sezai Karakoç’un bıraktığı o boşluğu dergiler, konferanslar, TV programları ile doldurmasını bildi. Karşılığını da gördü.
Kitapta bununla ilgili de bir yazı var ama Cins okurları için de sormuş olayım. Bu iki deniz birbirine hiç karışmaz mı?
Karışır elbet. Neden karışmasın. Ancak denizlerin birleşme yeri okurlardır, onların zihinleri, gönülleridir. Okur taraf tutar gibi yazar, şair tutmaz. Üslup ve düşünce olarak kendini yakın gördükleri olabilir. Fakat bu, diğerini görmezden gelmesini gerektirmez. Yeni nesle de külliyatını okumamış arkadaşlara da sadece hatırlatmak babından söylemek isterim. Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in eserlerini okumakla onların birleştiği deniz olabilirsiniz. Ne büyük bir birleşme olur değil mi?
Son olarak sorular ve gösterdiğin ilgi teşekkür ederim Aziz kardeşim Mustafa Uçurum. Bir Arap atasözü “Bilginin anahtarı sorudur” der. Sen sordun ben cevap verdim.