Gençler bilmez biz biliriz öyle mi?

​Gençler bilmez biz biliriz öyle mi?
​Gençler bilmez biz biliriz öyle mi?

Yirmi ile kırklı yaş aralığındaki genç kuşak hangi yönelişe sahip olursa olsunlar bizimle kıyaslandığında bu ülkenin en sağlam ve hakikatli bünyesini oluşturuyor. Problem onlarda değil. Onlara rehberlik iddiasında bulunan, yetiştiren anne-baba veya büyük adamlarda.

Bu Ülke adlı kitabında Cemil Meriç’in; Türkiye’nin batı menşeli kültür emperyalizmine maruz kalmasıyla ilgili genel kanaatlerin aksine bir tespiti var.

Özetle şöyle: Ülkemizin içinde bulunduğu durumu batı kültür emperyalizmine maruz kalmakla ifadelendirmek doğru olmaz. Onlardan bize sirayet eden şey tam bir kültürsüzleşme durumudur. Batılıların bizi Hıristiyanlaştırarak kendilerine göre cennetlik(!) yapmak yerine tam bir kültürsüzleşme operasyonuna maruz bırakıp hem bu dünyada sefilliğe, hem da öte dünyada cehenneme düşürme düşmanlığından vazgeçemediklerini aklımızdan çıkamamamız gerekiyor. Bizi “etnik bir toz yığını” haline getirmeye çalışıyorlar.

Okurların Bu Ülke kitabını birkaç kere bitirdiklerini var sayarak birebir iktibasa gerek görmüyorum. Ayrıca bu tespit veya öngörünün kıymetlendirilmesini de kendilerine bırakıyorum.

Ülkemizin içinde bulunduğu durumu batı kültür emperyalizmine maruz kalmakla ifadelendirmek doğru olmaz. Onlardan bize sirayet eden şey tam bir kültürsüzleşme durumudur.

Bir ay kadar önce hem parti hem de hükümette önemli görevlerde bulunmuş bir siyasetçimiz, Müslümanların burjuvalaşmasından söz etti. Özellikle gençlerin liyakat sahibi olmadıkları halde bürokraside yükselip kolay kazanç ve hesapsız harcama arzusu/gayreti içerisinde olduğunu, bundaki en büyük payın da kendi iktidarlarına ait olabileceğini söyledi. El hak doğrudur. Konuşmasının sonlarında ırkçılık belası ile üniversitelerdeki eğitimin ve YÖK’ün ilkelliğine vurgu yaptı. Beyanatın umduğum kadar ilgi görmemesine şaşırdım. Ama tashih edilmesi gereken bir husus olduğunu düşünüyorum; gençlerden bahsederken kendisine göre genç sayılan bizim kuşaktan söz ediyorsa mesele yok. Ama yirmi ile kırklı yaş aralığını kastediyorsa, onlara haksızlık yaptığını düşünüyorum. Yirmi ile kırklı yaş aralığındaki genç kuşak hangi yönelişe sahip olursa olsunlar bizimle kıyaslandığında bu ülkenin en sağlam ve hakikatli bünyesini oluşturuyor. Problem onlarda değil. Onlara rehberlik iddiasında bulunan, yetiştiren anne-baba veya büyük adamlarda.

Bir önceki kuşakla ilgili memnuniyetsizlik sadece bu zamanlara has bir durum değil elbette. Yeterince araştırılsa insanlığın ilk yazılı tabletlerinde veya mağaradaki duvar resimlerinde de buna benzer şeyler bulunabileceğinden eminim.

Bu iki meseleyi yan yana koyarak bir yola çıkmak istiyorum. Kültürsüzleşme ile yeni neslin yetiştirilmesi.

Ama asıl sıkıntımız ve derdimizin büyüğü şu: bir türlü doğru yetişmeyen yeni nesil.
Ama asıl sıkıntımız ve derdimizin büyüğü şu: bir türlü doğru yetişmeyen yeni nesil.

Torunlarına bakmak için evlatlarının yanına kente (şehirlerimiz yıkılıp yerine kent inşa edilmişti) yerleşen bizim neslin ana babaları ile konuşulduğunda çocuk yetiştirmekten bahsedildiğini duyamazsınız. Onlar çocuk büyüttüler veya baktılar ama asla yetiştirmediler. Çocuk yetiştirmek bizim nesil ile başladı. İş bulmak için başka diyarlara gittik. Akrabalardan, eş dosttan yana yoksunluğa geçinme zorluğu da eklenince, evin hanımının çalışmaya başladığı bir sürgün diyarına vardı çıktığımız yol. Kıt kanaat geçinmek, para biriktirdikçe kendi yağımızla kavrulmaya terfi etti. Çocukların istikbali sonra…

Yetiştirmek kelimesinin ilk çağrışımı çocukla alâkalı değil. TDK sözlüğünde yetiştirmek kelimesinin manaları arasında çocuğu büyütmek dokuzuncu sırada yer alıyor.

Ulaştırmak, zamanında götürmek, üretmek, geliştirmek ve buna bağlı olarak büyütmek, iletmek/duyurmak, sağlayıp vermek, bir şeyi hemen söylemek ve çocuk büyütmek şeklinde sıralanıyor. Aynı sözlükte çocuk yetiştirmenin karşısında “çocuğu topluma yararlı duruma getirmek” yazıyor.

Bana göre problemin diğer kaynağı da tam burası. Toplum nasıl mübarek veya kutsal bir şey ki çocuğu ona yararlı duruma getirelim. Toplumun hırsız olduğunu düşünün, yalancılar güruhu veya berduş aylak takımı. İçerisinde bulunmayı asla kabul edemeyeceğiniz bir keyfiyette olduklarını varsayın. Hadi bakalım çocuğumuzu topluma yararlı halde yetiştirelim. Toplumun kutsallığı veya sosyalleşme meselesine girmek bana göre değil. Ama toplum söz konusu olduğunda ekserisinin yanlış tarafta olabileceğine dair kuvvetli bir inancım var. “Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Mübarek Bakara Suresi 249. Ayet Meali)

  • Ama benim derdim toplum-çocuk münasebeti değil. Yetişmekte büyümek arasında kalan ve sağlam karakter sahibi olmaları sebebiyle bize rağmen kaybolup gitmeyen çocuklarımızla alâkalı.

Biz kendimizi; insan, memleket, dünya ve eşyaya dair bütün bilgilere sahip olduğumuzu zannediyoruz. En muhteşem analizler, ağızları açık bırakacak tespitler bizde. Fetö’nün örgüt şeması, Trump’ın seçim kazanmasının dinamikleri, Müslümanların ittihat meselesi, Bor madeninin piyasaya arzı, yeni enerji nakil hatlarının güzergâhı ve Marsta vurmalı sazlarla yapılacak konserin maliyeti ile bunun dünyaya izdüşümü... Her şeyin yolu yordamı ve bilgisi bizde. Buna rağmen bazı küçük kusurlarımız olduğunu da söyleyenler var ki bunu kabullenmek de hakşinaslığımızın göstergesi. Adalet, liyakat, kadir kıymet bilmek, para kazanmak ve mal biriktirmek, dostluk ve akrabalık münasebetleri, iyilik yapmak ve bunlar gibi birkaç hususta arızalarımız olduğunu kabul ediyoruz. Ama asıl sıkıntımız ve derdimizin büyüğü şu: bir türlü doğru yetişmeyen yeni nesil. Ah ki ne ah. Her şey önlerinde; en iyi okullar, kurslar, yabancı diller. Yine de yetişmiyor bunlar ayol.

Hayatı kendi istikametinden çıkarırsanız, varacağınız fazla bir yer yok. Çocuklarımızın büyümeye ve bakılmaya ihtiyaçları vardı. Oysa biz onları sadece yetiştirdik. Yetiştirmenin önde gideni olmak için imkânlarımızı sonuna kadar zorlayarak onları ilkokuldan itibaren kursa ve sonrasında da iyi okullara gönderdik. İyi ve hayırlı insanlar olarak büyümesini isteseydik içerisinde yaşadığımız esaslı bir mahallemiz olurdu. Bundan hiç hoşlanmadığımız halde mahrum kalmışsak da çocuklarımızı kardeşlerimizin, ana babalarımızın, akrabalarımızın yanına yollardık.

Yetiştirmek, mamulün piyasaya arzı ve değeri ile alâkalı bir durum. Büyütmek ve bakmak ise mevcudun aslına uygun gelişme göstermesiyle birebir uyumlu. Konut yerine evimiz, site yerine mahallemiz olsaydı; çocuklarımızın bizim refakatimizde ve bize benzeyerek büyümesi imkân dâhilinde olacaktı. Aile ve mahallemizden vazgeçerek çocukları yetiştirmekten söz ettiğimizde aslında onları büyütecek uygun ortamı kaybettiğimizi söylüyoruz. Mahalleden vazgeçtiğimizde artık anne babamız ve akrabalarımızla yaşamaktan da mekân ve anlayış olarak uzaklaşmış oluyoruz. Kültürümüz dediğimiz şeyin çocuklarımıza sirayet etmesine de ellerimizle ket vuruyoruz. Çocuklarımızı içine bıraktığımız yetişme ortamı onları bizden uzaklaştırıyor ve içerisinde bizim de yabancısı kalacağımız bir geleceği inşa etmelerine yol açıyor.

  • Bir yandan belki yeni bir kültür ortaya çıkarken bir yandan da devamını istediğimiz, mensubiyet kurduğumuz dünyanın bizden sonraki taşıyıcılarını, sahiplerini yok ediyoruz. Kültürsüzleşmenin benim zihnimdeki karşılıklarından biri de bu.

Müslümanlıktan önce Medineli bazı Araplar adak sebebiyle çocuklarını, Yahudilerin yanında yetişmesi için onlara teslim ediyorlardı. Bu durum daha sonra çocukların ticaret ve ilim öğrenmeleri maksadıyla yaygınlaşmaya başlamıştı. Hicretin 4. yılında Benî Nadir Yahudileri Medine’den sürgün edeceği sırada Ensar’dan bazı hanımlar, Allah Resul’üne (sallallahu aleyhi ve sellem) müracaat ederek durumu anlattılar ve çocuklarının kendilerine iadesini istediler. Asım Köksal İslam Tarihi 4. Ciltte bu hadise şöyle anlatılır: “Biz çocuklarımızı bırakmayız Yâ Resulullah! Onların arasında bulunan oğullarımız ve kardeşlerimiz ne olacak?” dediler. Peygamberimiz Aleyhisselâm cevap vermeyip sustu. Bunun üzerine, Yüce Allah: “Zorlama, dinde yoktur!” ayetini indirdi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, Ensar’a: “Adamlarınızı, iki taraftan birisini tercihte serbest bırakınız! Eğer sizi tercih ederlerse, onlar sizdendirler. Eğer Yahudileri tercih ederlerse, onları Yahudilerle birlikte sürgün ediniz!” buyurdu.

Delilden hüküm çıkarmayı bilenlerimiz bu hadiseden bir hüküm çıkarsınlar da bilelim. Yetiştirmek maksadıyla bir yerlere teslim ettiğimiz evlatlarımızın aslında kimlerden sayılması gerekir?