Gece gökyüzüne, gündüz toprağa bakmayan insandan hayır gelmez
Uzun yıllar “Doğadaki İnsan” programıyla izleyicilere doğada yaşama, hayatta kalma pratiklerini temrin ettiren Serdar Kılıç ile olası bir elektrik kesintisi sonrasında yaşanacak felaket senaryolarında doğada yaşamanın yollarını, doğayla insan arasındaki bağı konuştuk.
2024’ün ilk aylarında güneşte yaşanacak bir patlamanın uzun süreli elektrik ve internet kesintisine sebep olacağını bu sebeple halkın pille çalışan radyo ve pil stoklaması gerektiğini, analog çağına hazır olunması gerektiğine dair bir teori var. Bu teori üzerine epey düşündüm. Elektriğin ve internetin olmadığı bir dünyada elektriğe ve internete bu kadar bağımlı iken ne yapılır? Nasıl hayatta kalınır? Bugün evlerimizin ısıtma sistemi bile elektriğe bağlı üstelik soba kurulubilecek bir düzenek de hazırlanmamış. Tüm işlerimizi bizim yerimize elektronik aletler yapıyor. Hiçbirinin çalışmadığı dahası devletleri ayakta tutan sistemlerin de çöktüğü bir senaryoda doğaya dönmemiz gerekse pek çoğumuz temel becerilerden yoksunuz. Siz ise yıllardır yaptığınız programlarla doğa ile insanın arasını yeniden onarmayı amaçlıyorsunuz. Sahi bu distopik senaryo gerçek olsa nasıl hayatta kalırız?
Öncelikle, insanların hayatta kalmaları için temel ihtiyaçlarını belirlemek lazım. Bunlar biliyorsunuz ki nefes almak, su içmek, yemek yemek. Bunların yanı sıra barınmak. Bu temel ihtiyaçları sağlayabilirseniz hayatta kalırsınız. Diğer tarafta sahip olduğumuz her şey lükse giriyor artık. Ama insanı merkeze koyan, etrafına ihtiyacı olan her şeyi dizen, benmerkezci bir şehir sisteminde elektriğe bağlı yaşamak çok doğru bir yöntem değil. Çünkü enerji kaynaklarımızı hızla tüketiyoruz. Bu yüzden, bunun önüne geçmek için sürekli yeni arayışlar içine giriyoruz. Dolayısıyla bizim eskiden olduğu gibi insanların kırsalda yaşadığı bir köy yaşantısının şimdiki zamana uydurulmuş, modernize edilmiş halinde yaşam sürmemiz gerekiyor. Şehir, tabiatla insan arasına kendisini koyuyor.
Bu yüzden, her insanın diğer canlı varlıklarla, toprakla direkt bağlantı kurarak, araya hiçbir şeyi almadan yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.
Sizin doğa ile kurduğunuz ilişki ne zaman başladı. Daha doğru bir ifade ile Serdar Kılıç ne zamandır “Doğadaki İnsan”?
Benim jenerasyonumda tüm çocuklar dışarıda oynardı. Bu sebeple biz doğada olmak diye bir cümle kurmazdık, doğa kelimesini de kullanmazdık. “Dışarı çıkıyoruz” derdik. Hep dışarıda geçerdi bizim hayatımız. Çocukluğumdan bu tarafa hep toprakla, dağla, tepeyle bayırlarla içli dışlıydım. Oyunlarımız tabiatın içerisindeydi. Dolayısıyla size doğayla ilişkim şu gün şu saat şu dakika başladı diyebilmem çok zor. İnsan tabiatın bir parçasıdır, orada doğar, orada büyür, orada yaşlanır ve ölür.
Yanlış hatırlamıyorsam programlarınızdan birinde çocukluğunuzda dedenizle doğada kurt izi takip ettiğinizi anlatmıştınız. Dedenizin sizin doğa ile olan ilişkinizde bir etkisi olmuş mudur?
Tabii dedemle ilişkim yoğundu. Düşünün küçüksünüz ve 100 yıllık bir hayat deneyimi, bir tabiat deneyimi olan bir insanın yanında siz yeni yeni tabiatta bir şeyler yapıyorsunuz. O deneyimli insandan gördüğünüz şeyleri, yaşadıklarını, deneyimlediklerini hızlı bir şekilde öğrenip, uyguluyorsunuz. Çünkü dedeniz en yakınınızdır. Ataerkil bir düzende yaşıyorduk. Babam sabah işe gider, akşam gelir. Ama dedem hep yanımdaydı. O yüzden de bağım iyiydi. Eğer dedenizle bağınız iyiyse, o uzun yılların deneyimini en çok güvendiğiniz insanın yanında kendi benliğinizi inşa ederek hayata başlıyorsunuz. Dedemin de bir sürü yaşam beceresi, doğaya dair çok pratik çözümleri vardır. Bu insanı etkiliyor ister istemez. Şehirde her şey pratik olsun diye uğraşıyoruz. Ama tabiatta kendi yaptığımız pratik şeyler var. Bu da çok güzel bir şey. Özgüvenimizin gelişmesine de yardım ediyor. Hasılı evet dedemin bu yönde etkisi çok büyüktür.
Siz bütünüyle doğada yaşamıyorsunuz. Aynı zamanda bir yanınız, aileniz modern hayatın içinde. Modern insan için her şeyi bırakıp doğaya dönmek bir lüks değil mi?
Tek başınıza tabiata dönüp oraya kaçarak yaşamak doğru bir yöntem değil. Çünkü insanlar, sosyal canlılar, birbirleriyle bağ kurması gerekir. Bizler bir ayağımız şehirde, şehirle bağ kurarak yaşadık. Bu yüzden oradaki bağı bütünüyle koparıp tabiata gitmek bencil olmak gibi geliyor bana. Bütün insanları oraya, tabiata taşıyabilmenin yolunu bulmak lazım. Ben de bunun peşindeyim.
Bizler bugün elektronik dünyaya, internet çağına uygun becerilere sahibiz. Genç arkadaşlarımızın pek çoğu geleceğin dili olacağı için kodlama öğreniyorlar. Yapay zeka çağına hazırlanıyorlar. Dizilerdeki distopik senaryolar gerçek olsa ve birden bütün sahip olduklarımız yerini kocaman bir boşluğa bıraksa hayatta kalabilmemiz için öğrenmemiz gereken şeyler, edinmemiz gereken beceriler nelerdir?
Birinci soruda da söylediğim gibi, yiyecek, içecek ve barınma işini çözmek gerekir. Bu da çok zor bir şey değil. Herkes yaşadığı şehre yakın bir yere bu becerilerini geliştirmek için hafta sonları fırsat bulup gitmeli. Ailecek ya da arkadaşlarla gidip ateş yakmak, üzerinde yemek pişirmek pişirdiklerini yemek güzel bir şey. Ama aslında oraya gittiğiniz vakit bir köyü ziyaret etmeniz, o coğrafyada o insanlar eski evleri nasıl yapmışlar, evin içinde nasıl yaşıyorlar gibi soruların peşine düşmeniz önemli. Bunları araştırmak onlara uygun bir şekilde belki bir barınak yapmak, bunun temel unsurlarını, prensiplerini, o evlerin nasıl yapıldığını not etmek ve acil durumlar için hazırlık yapmak önemli. Daha sonra kendinize bir arazi alıp bunları deneyerek yapmaya başlayabilirsiniz. Bu kurulan bağ güzeldir. Temel ihtiyaçları bir araya getirdikten sonra hele ki bu coğrafyada yaşıyorsanız zaten elektriğe çok ihtiyacınız olmayabilir. Siz genel olarak bütün insanları düşünerek söylüyorsunuz ama bizim coğrafyamız kısmi kuzey enleminde yer aldığı için dört mevsimi yaşayan, güneşlenmesi gayet güzel olan bir coğrafya. Gün doğumundan gün batımına kadar iş yapabileceğiniz bir coğrafya olduğu için böyle yaşayarak sağlıklı da olursunuz. Ama teknolojiyi de bütünüyle bırakmamak gerekiyor. İsrail’in Filistin’de yaptıklarını biliyoruz. Biz de bir acil duruma düşebiliriz. O yüzden her alanda şimdiki zamanın güçlü olan devletlerine karşı da bir savunma mekanizmamızın olması gerekiyor. Bunları yapmazsak da hayatta kalamayız. Bu bir çıkmaz gibi görünebilir ama öyle değil. Bunları yapıp diğer taraftan da bir ayağımızın tabiatta tutmamız gerekiyor. Yapabiliriz bunu, yapacağız da inşallah. Bunları yapmak için her gün kafa yoruyoruz. Bu alanda eğitimli birkaç arkadaşım var. Benim de alanıma giriyor biliyorsunuz. Devletimizle birlikte bunu nasıl tatbik edip uygulayabiliriz bunu düşünüyoruz. Biliyorsunuz depremdi, seldi, yangındı; bir sürü felaket yaşıyoruz. Aslında doğal akışında olursa bunların hiçbirisi felaket değil. Bunları bayramla karşılayabileceğimiz bir şehir modelini yeniden inşa etmek gerekiyor. Daha önce denenmiş yapılmış şeyler bunlar. Bilinenden çok uzaklaştık. Başındayken dönmekte fayda var.
Haklısınız. Bir yandan elektriğin olmayacağı bir dünya teorisini konuşuyoruz bir yandan da bunu insanlar zaten depremde yaşadı insanlarımız, halihazırda Filistin’de yaşıyor. Elektrik yok, ısıtma sistemi yok, hiçbir şey yok şu an orada ama yine de bir şekilde eğer öldürülmezlerse insanlar hayatta kalmayı başarıyor. Biz modern zaman insanları ise telefonumuzun şarjı bile bitse kıyamet kopmuş, dünya bizim için bitmiş gibi hissediyoruz.
Deprem bölgesinde uzun zaman kaldım. Daha çok kırsalda vakit geçirdim. Depremde zarar görmüş insanlara yardım etmek için hayatlarına girdim. Şehirde de kaldım tabii ki ama şehirle kırsalda yaşayan insanların arasındaki en büyük farkı orada net bir şekilde gördüm. O zor anlarda, dayanışma anında şehirdekiler daha çok müşteri gibi yaşadıkları için her şeyin ellerine hazır gelmesine alışmış yardım bekliyorlar ve depresif durumda kendilerini kötü, bitkin her şeyini kaybetmiş gibi hissediyorlar. Kırsalda depreme maruz kalan insanlar ise hemen toparlanıp dayanışma içerisine giriyorlar. Bu müthiş bir şey. Aslında bu tam Milli Mücadele örneğidir. O yüzden bizim dirençliliğimizi arttırmamız için, bakın dirençlilik diyorum sürdürülebilirlik değil, her türlü soruna karşı koyabilecek bir planımız olmalı. Bu da tabiatta yaşarken olabiliyor. Her yönden bir dirençlilik geliştirmemiz gerekiyor.
Büyük şehirlerde yaşayan pek çok çocuk yıldızları görmeden büyüyor. Bununla birlikte bizler kısıtlı da olsa gördüğümüz yıldızları, ağaçları, çiçekleri, dağları, denizleri bir vitrin gibi temaşa ediyoruz. Oysa doğada yaşamak, doğada hayatta kalmak bütün bunlardan istifade etmeyi de beraberinde getiriyor öyle değil mi? Bu bağlamda bizim gördüğümüz yıldızlarla, ağaçlarla, gökyüzü ile, çiçeklerle sizin gördükleriniz aynı olmasa gerek.
İnsanın algısı ve topladığımız veriler hep gördüklerimizle alakalı şeyler. Biz artık dört duvar arasına doğuyoruz. Birçok çocuk hiç dışarı çıkmadan büyüyor. Biz dışarıda büyüdük. Bebekken hatırlamayız ama birçok kez pikniğe gitmişizdir. Annemiz bizi toprağa yatırmıştır. Daha eskilere giderseniz insanların toprakla bağı hiç kopmamıştır. Bebeklerin karnındaki sancı geçsin diye toprak elerler. Eledikleri toprağa höllük derler. Önce közde ya da bir kabın içerisinde kavururlar toprağı sonra yün kumaşın içine döküp bebeğin karnına beline sararlar ki toprakla temas etsin bebek. Bu hem bebeği sıcak tutar hem topraklama yapar hem gaz sancısını alır. Şimdi her şey sentetik, bezler, mamalar… Yıldızlar dediniz… “Gece gökyüzüne bakmayan gündüz toprağa bakmayan insandan pek hayır gelmez.” derlerdi eskiler. Çok acayip bir şey bu söyledikleri. Yani gündüz toprağa bakacaksın, topraktan beslenirsin, gece de gökyüzüne bakacaksın. Demek ki insanı ruhsal ve fiziksel olarak besleyen bir şeyden bahsediyoruz. Bastığımız toprakla çevrili olduğumuz evren arasında bir bağdan... Tabiatla insan ilişkisi anlamında benim gördüğüm çok farklı şeyler var tabii ki. Beni heyecanlandıran, yaşam enerjisi veren güzel duygular bunlar. Şehirde biraz fazla zaman geçirsem hemen toprak, dağ, su çağırıyor.
Doğada güçlü olan her zaman hayatta kalır derler. Daha önce bahsettiğim distopik evrenlerde geçen, birden doğaya dönmek zorunda kalınan dizilerde de böyledir. Güçlüler ve güçlünün yanında yer alanlar hayatta kalmayı başarır. Bu sizce de böyle midir? Güçlü olmak mı hazırlıklı olmak mı daha önemlidir doğada hayatta kalmak için. Yoksa hazırlıklı olmak zaten güç müdür?
Doğadan ayrılan insan kendini merkeze koyup yaşamaya başlar. Tabiatta yaşayan insansa kendini onun bir parçası olarak görür ve güçlenir. Her türlü krize, zorluğa karşı mücadele etmeye başlar. Mücadele gücünüz gelişmişse hayatta kalma gücünüz sizi beslemeye başlar ve hayatta kalırsınız. Birine bağlı olmak bu anlamda sıkıntılı.
Bizim bağlı olacağımız tek şey var. Yaradan’la bağınız güçlü olacak. Yaradan’ın en güzel uzantısı da tabiattır, onunla bağınız kuvvetli güçlü olduktan sonra size hiç kimse bir şey yapamaz.