Filistin direnişinin lideri: Şehit İzzeddin El Kassam
Kahire’de dâhil olduğu sohbetlerin, düşüncesinin gelişimine büyük bir katkısı olmuştu. 1909 senesine kadar kalacağı Mısır, çok şey kazandıracaktı İzzeddin el-Kassam’a.
Tarih 20 Kasım 1935. İngilizler şaşkındı. Hayfa’da toplanan yaklaşık 30.000 Müslüman “Allahuekber” nidâları ile Bacur Şehitliği’ne doğru yürüyordu. Ve Filistin’i işgal ettikleri 1917 senesinden beri karşılarında gördükleri en büyük kalabalıktı bu. İçlerinde çok sayıda kadın da olan onbinlerce insan kendileri için hiç düşünmeden canını feda eden komutanlarının cenazesi için toplanmışlardı. Hayfa’daki İstiklâl Camii’nde verdiği vaazlarının yanı sıra, şehir ve köyleri gezerek Filistin halkının yanında duran ve onları direnişe çağıran, ardından kurduğu gönüllü birliklerle İngiliz işgalcilere kök söktüren, İzzeddin el-Kassam için oradaydılar.
14 mücahite karşı 600 askerden oluşan İngiliz birliği
8 Kasım günü akşama doğru, Hayfa yakınlarında Yahudi bir polis memurunun cesedi bulunmuştu. Adamın ismi Moşe Rosenfeld idi ve kimin tarafından öldürüldüğüne dair bir hiçbir kanıt yoktu.
Ancak İngilizler, bu cinayetin İzzeddin el-Kassam tarafından işlendiğine inanıyordu. Büyük bir operasyon başlatarak, her yerde onu aramaya başlamışlardı. Arandığı haberini alan İzzeddin el-Kassam’ın gizlenmekten başka çaresi yoktu. Bu yüzden, derhal Hayfa’yı terk ederek, yanında 14 mücahidi ile birlikte Nablus ve Cenin arasındaki tepelere çıktı. Burası, oldukça engebeli bir araziydi ve saklanmaları kolay olacaktı. Ancak İngilizler, Siyonist çetelerle birlikte adeta taş üstünde taş bırakmayıp her yeri aradıktan sonra birliklerini bu engebeli araziye de sokmuş ve saklandıkları mağarayı bulmuştu.
Çevreleri sarıldığında gece yarısını biraz geçiyordu. Baskını yöneten İngiliz komutan, eğer teslim olurlarsa canlarını bağışlayacaklarını söyledi önce. Ancak İzzeddin el-Kassam’ın cevabı çok kesindi. Asla teslim olmayacaklar ve son kurşunlarına kadar çatışarak şehit olacaklardı.
Gece yarısını biraz geçe başlayan çatışma, “Allahuekber” sesleri ile sabah 10’a kadar sürecek ve bir avuç mücahidin tamamı şehit edilecekti. En gelişmiş silahlara sahip 600 asker, İzzeddin el Kassam ve 14 mücahidini yani toplam 15 kişiyi, 9-10 saat boyunca teslim alamamış, sabaha kadar “Allahuekber” sesinden başka bir şey duyulmamıştı.
Şehit İzzeddin El-Kassam kimdi?
İzzeddin el Kassam, 1882 senesinde Suriye’nin Lazkiye şehrinde doğmuştu. Henüz küçük yaşlarından itibaren, karakteri ve ahlakı ile herkes tarafından örnek gösterilen bir gençti. Babası Lazkiye’nin önemli müderrislerinden ve aynı zamanda şeriat mahkemesi üyelerindendi. İlk dini eğitimini yine erken yaşlarda babasından almış ve daha sonra 14 yaşındayken abisi ile birlikte Mısır’a giderek Ezher Üniversitesi’ne kaydolmuştu. İslam dünyasında yaşanan sömürünün en önemli sahnelerinden birisiydi Mısır. 1882 yılında İngilizler tarafından işgal edilen bu kadim İslam beldesi, her geçen gün daha büyük bir çıkmaza sürüklenmiş, bedenindeki yaralar gün geçtikçe çoğalmıştı. Ancak işgalcilerin işi sanıldığı kadar kolay değildi. Olan bitene tanıklık eden genç nesil içerisinden çok önemli Müslüman direnişçi ve düşünürler yetişmişti. Ezher’deki eğitim hayatı boyunca Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ, Ali et-Tantâvî gibi isimlerle tanışma ve dostluk kurma fırsatı elde etmişti. Kahire’de dâhil olduğu bu sohbetlerin, düşüncesinin gelişimine büyük bir katkısı olmuştu. 1909 senesine kadar kalacağı Mısır, çok şey kazandıracaktı İzzeddin el-Kassam’a.
Osmanlı ordusunda garnizon imamı
Tarihin en zorlu dönemlerinden birinde açmıştı gözlerini dünyaya İzzeddin el-Kassam. Sömürgeci devletler kendilerine yeni saha arayışı içerisindeyken, Osmanlı Devleti topraklarını savunmak için aynı anda birkaç cephede birden savaşıyordu. Bu cephelerden birisi de, İtalyanlar tarafından işgal edilen Trablusgarp’tı. İzzeddin el-Kassam, Ezher’deki eğitimimi tamamladıktan sonra doğduğu yere geri dönerek babasının medresesinde müderrislik yapmaya başlamıştı. Bir yandan, bazı camilerde vaizlik yapıyordu ancak Trablusgarp’ın İtalyanlar tarafından işgal edildiğini duyunca yerinde duramamış ve gönüllü birlikler oluşturmak için asker toplamaya başlamıştı. Şeyh Senusi liderliğindeki Senusi tarikatı ve Osmanlı subayları, birlikte işgale karşı amansız bir mücadele veriyorlardu. Mutlaka destek olmalıydılar onlara. Trablusgarp’a gitmek için 250’ye kadar gönüllüyü bir araya getirmekle kalmamış, para ve yardım malzemesi de temin etmişti. Üstelik toplanan gönüllülerle beraber, Trablusgarp direnişini desteklemek için bir de marş yazmışlardı.
İzzeddin el-Kassam, aniden Balkan Savaşı’nın çıkması ve İtalyanlarla Uşi Antlaşması’nın imzalanması nedeniyle, Trablusgarp’a gidememişti ancak birkaç sene sonra 1.Dünya Savaşı başladığında, garnizon imamı olarak, Osmanlı saflarında görev alacaktı cephede. Savaş bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu bölgeden çekilmeye başlamıştı ancak her şey daha yeni başlıyordu aslında. Zira, Şam Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Doğup büyüdüğü topraklara dönerek, gönüllülerden bir birlik oluşturmuştu tekrar. Ve gönüllülerin başında Fransızlara karşı büyük bir direniş başlatmıştı. İlminin derinliğinin yanı sıra çok cesur bir yapıya sahipti. Gözünü kırpmadan kendini kurşunların önüne atabiliyordu. Şam’daki faaliyetlerinden kısa sürede haberdar olan işgal güçleri, hakkında derhal idam kararı vermişlerdi. Kendilerine kök söktüren bu genç adamın, yakalandığı yerde asılmasını istiyorlardı. Bir süre saklanmıştı ancak artık burada daha fazla kalamazdı, o nedenle Filistin’e giderek, Hayfa yakınlarındaki bir köye yerleşmeye karar vermişti.
Filistin direnişinin doğduğu yer; Hayfa, İstiklal Camii
İzzettin el-Kassam’ın Hayfa’da kaldığı köy, yeşillikler içinde güzel mi güzel bir Arap köyüydü. Bir yandan ders veriyor ve İstiklal Camii’nde imamlık yapıyor, bir yandan ise İngiliz işgaline karşı neler yapılabileceği üzerine düşünüyordu. En büyük itirazlarından birisi, Filistin topraklarının Yahudi çeteler tarafından ele geçirilmeye başlanmasıydı ve bunu vaazlarında sık sık dile getiriyordu. Konuşmaları özellikle gençler üzerinde büyük bir etki bırakıyordu. Cem‘iyyetü’ş-şübbâni’l-müslimîn yani Genç Müslümanlar Birliği’nin başkanlığını da seçilmişti ve köyleri dolaşarak, halkın dertlerini dinliyordu.
Öyle güçlü bir hitabeti vardı ki, konuşmaya başladığı an tüm sesler kesilir ve bütün bakışlar ona dönerdi. Kürsüde ateşli biçimde konuşan bu vaizi, hayranlık içerisinde dinliyordu herkes. İslami dirilişin en temel unsurlarından birinin sömürgeciliğe karşı direniş olduğunu söylüyordu. Seslerini yükseltmeleri gerektiğini haykırıyordu. Genç-yaşlı onlarca insan, ki kiminin gözlerinden yaşlar akıyordu, bitişik nizamda oturmuş nefes almadan dinliyordu bu sözlerini. Hayfa, İngiliz işgalinin ve Siyonist çetelerin zulmünün sömürgeciliğin en yoğun hissedildiği yerlerden birisiydi ve haysiyetlerine sahip çıkmak için duymaya ihtiyaçları olan ne varsa, söylüyordu onlara kürsüdeki bu genç vaiz.
İşgalcilerin korkulu rüyası; Kassam birlikleri
Bu arada İzzeddin el-Kassam, İstiklal Camii’nde verdiği bir vaaz sonrası cebinden bir silah çıkararak kürsüye koymuş ve işgalcilere karşı mücadelenin silahla olması gerektiğini söylemişti. Bir elde Kur’an-ı Kerim, diğerinde silah olmadan kurtuluş sağlanamayacağına inanıyordu. Şimdiye kadar onlarca köy gezmiş, sayısız kere toprağından ve işinden olmuş emekçilerin sofralarına konuk olmuştu. Nasıl büyük bir borç batağına girmeye başladıklarını ve çaresiz kaldıklarını en iyi o biliyordu. Onları örgütlemeye çalışan dışarıdan birisi değil, bizzat her an onlarla beraber olan bir din âlimi ve komutandı. İşte bu yüzden halkın İzzeddin el-Kassam’a karşı sadece sevgisi değil, büyük bir güveni de vardı. Çiftçiler mahsullerini satarak elde ettikleri tüm geliri işgale karşı direnişte kullanılması için silah alsın diye ona teslim ediyorlardı. 1931 senesinde başlayacak büyük haysiyet isyanının zamanı gelmişti artık.
İzzeddin el-Kassam, isyan tüm şiddetiyle devam ederken direnişin merkezini Hayfa’dan kırsal kesime çekmişti. Ve kurduğu küçük gerilla birlikleri ile İngiliz garnizonlarına baskınlar düzenliyordu. Bunlardan ilki, İngiliz işgalcilerin ve onlarla iş birliği içinde olan Siyonistlerin bulunduğu el-Yecur’daki bir karargâha yaptıkları baskındı. Öncesinde, kurduğu gönüllü birliklerde bir süre nişan talimi yaptırmış ve askeri araçları pusuya düşürme, tuzak kurma gibi konularda eğitimler vermişti. Örgütlenme konusunda büyük bir dehaya sahipti. Mücahitlerin kolay dağılmaması ve esaret altına düşmemesi için küçük gruplar oluşturmuştu. Bu gruplar, ekmeklerini topraktan kazanan çiftçiler, memurlar, öğrenciler ve câmi cemaatinden oluşuyordu. Aynı şehirde, hatta kimi zaman aynı mahallede, aynı ailede yaşayan insanların bile birbirlerinin gizli görevinden haberi yoktu. Küçük gruplardan oluşan ve her yere yayılan bu hücre yapılanmaları, istihbarat açısından İngilizleri çok zorluyordu.
Ayrıca gönüllülerden oluşan bir kadın grubu da direnişe katılmak için hazırdı. Gözlerini kırpmaksızın ölümü göze alan bu kadınların başlıca işi, savaşçılara silah, erzak, giyecek sağlamak ve yaralıları tedavi etmekti. Adeta birer doktor ya da hemşire gibi olmuştu hepsi de. Şifalı otlardan yaptıkları ilaçlarla, yaralıları tedavi etmek için ellerinden geleni yapıyorlar; en kötü durumlarda dahi soğukkanlılıklarını yitirmiyorlardı. Kahramanlıkları dilden dile dolaşan bu kadınlar, direnişçileri birden fazla kez İngilizlerin elinden kurtararak, baskınların başarısında da kilit rol oynamışlardı. Öfke doluydular zira öncesinde tek tük ve dağınık halde olan ayaklanmalar, artık örgütlü hale gelmiş ve bir merkezden yönetilmeye başlamıştı.
Kendilerine kumandalarının soyadına nispetle Kassamiler diyen talebeleri ise, İngiliz birliklerine ve Siyonist çetelere sayısız kayıplar verdiren İzzeddin El Kassam’ın şehit edilmesiyle yaşadıkları büyük acı ve kaybın ardından kısa süre içerisinde toparlanarak 1936 senesinde başlayacak Büyük Filistin İsyanı’na katılacaklardı.
Hiç şüphesiz, dünya tarihinin gördüğü en şerefli insanlardan birisi olan Şehit İzzeddin El Kassam’ın izini silmeye şimdiye kadar kimsenin gücü yetmedi. Onun öğrettiği direniş geleneği, Filistin halkının başlıca kimliği haline geldi. 100 sene önce Hayfa Camii’nden yükselen isyan çığlığı, bugün Filistin’in her yerinde yankılanmaya devam ediyor. Yanında mücahitleri ile birlikte şehit edilirken sabaha kadar yükselen “Allahuekber” nidâlarını, bugün yine duyuyoruz.
Böylesi büyük bir iman gücünün üstesinden hangi ordu gelebilir?