FETÖ'nün boynundaki balta
Bu garip ve arkaik manyaklığı aynıbozuk çarkın başka hiçbir dişlisine elsürdürmeyerek; muhafazakarlık, medeniyetçilik,Ehl-i sünnet müdafaası gibiperdelemelerle korumaya devam ederekyeni karanlık serilere davetiye çıkarıyoruz.Ya karanlıklardan karanlık seçmeyedevam edeceğiz ya da yetti artık deyipİbrahim’in Rabbi’ne sığınacağız. BaltayıFETÖ putunun boynuna asıp çıkacağız.
15 Temmuz gecesinden beri ben de birçoğu gibi hâlâ uykumun yarısında uyanıyorum. Günlerimiz hâlâ sarhoş gibi geçiyor. Kafamızda bin tane senaryo, her biri başka bir aklıevvelin beynimize soktuğu bin tane paslı çivi; komplolar, tehditler, korku filmi gibi hikayeler, facia gibi ihtimaller…
Ben de herkes gibi Irak’ı, Suriye’yi, Afganistan’ı, Libya’yı, Afrika’yı başımıza geçirenler şimdi bizim üzerimize çullanmaya başladılar diye aklımı kaybedene kadar senaryolar yazıyorum. İşte şimdi düğmeye bastılar! İkinci evre başladı! 17-25 Aralık’tan sonra daha şiddetli şekilde 15 Temmuz’da geldiler, öldürücü darbenin de eli kesin kulağında! Gökyüzünde bu sefer Tomahawk’ları mı göreceğiz? IŞİD’i mi üzerimize salacaklar? Şehirlerde terör dalgaları mı esecek? Yoksa kimyasal silahlarla mı saldıracaklar? Parçalanıyor muyuz? Suikastlarla, “tape”lerle, karakter suikastlarıyla ülkeyi allak bullak mı edecekler? Ameliyat masasındaki ordu iyice mi çökertilecek? Alevi-Sünni kavgası mı çıkacak? Ekonomik kriz mi patlayacak? Yoksa bize yaşattıkları her şeyle; bu milatlar, tarihler, oyunlarla başka bir gündemi, tezgahı mı gizliyorlar? “Yetti be!” diyene kadar kendi kendime yüklendikçe yükleniyorum. Yüreğim ağzımda, nereye gideceğimi bilmeden, ne düşüneceğimi, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilmeden kaybolmuş gibi oradan oraya savruluyorum.
Fethullah Gülen Cemaati’nin aynasında kabak gibi görünen bütün hastalıklı inançları, şirki, her türden tuhaf fantastik rivayetleri, şehvetle, hırsla, saldırganlıkla korumaya çalışarak yine günü kurtarmaya bakıyoruz.
Bunlarla kalsa iyi. 31 Mart Vakası diye bilinen başarısız darbe girişiminden sonra nasıl devletin ve vatanın paramparça olduğunu, Rusya’nın 90’lı yılların başında atlattığı büyük badireden (?), başarısız darbe girişiminden sonra nasıl dizlerinin üzerine çökertildiğini düşündükçe iyice küçülüyor, çaresiz kalıyorum. Şimdi yakın gelecekte muhtemelen atacağımız geri adımlar ve Islahat Fermanı’ndan bu yana gavurların lehine attığımız her geri adım sanki üstüme basılan bir gavur postalı gibi beni altında ezdikçe eziyor. Kendimi bir gözle Amerikan dolarının sakin kuruna bakıp rahatlarken, arada da bir Batılı bir politikacı veya diplomatın anlayışlı ve makul açıklaması karşısında nefes alırken yakalıyorum. Daha da utanıyorum böyle olunca. Ta ki son noktaya gelip “Haşa, Allah mısınız ulan!” diyene kadar. Oradan başlayalım.
Arap Baharı’ndan 15 Temmuz’a bir tekbirin anatomisi
Bu arada 15 Temmuz’dan bu yana benim için karanlıkta olan veya ayan beyan ortada olduğu halde ne hükümetin ne de olan biteni şu son bir ayda algılandığı gibi görmekten memnun olanların görmek istediği bir sürü nokta var. Karışık mı oldu biraz? Peki o zaman. Diyorum ki 15 Temmuz’dan bu yana bazı şeyleri kasıtlı olarak ben de görmezden geliyorum. Bazı şeyleri de görmediğim halde görüyormuş gibi yapanları kırmamaya, havayı dağıtmamaya özen gösteriyorum. Bunun sebeplerinden birkaçını paylaşayım. Böyle yapıyorum çünkü mesela böyle zamanlarda müstağni bir tavırla çok bilmişler tepesinden halka bakmayı biraz fazla steril ve kibirli buluyorum. O kül yutmaz, herkesin ve her şeyin arkasındaki karanlıklar yumağının mimarisini çözmüş müptezellerin dünya tarihini, İslam tarihini ve bugünün güç dengelerini, dünyadaki cari düzeni en ince ayrıntısına kadar okumuş pozlarındaki aptal sürüsünün bir kelimesine dahi değer vermiyorum, ayrı. Onların sırasına yazılmamak için soğuk analizlerden, bilmiş pozlardan kendimi tutuyorum. Bulaşık, karışık, kafası kırık ve dağılmış bir şekilde itiraz ediyorsak, edeceksek bunu anlarım. Ki bunu yavaş yavaş yapmamız da gerekiyor. Bu da ayrı.
Biraz şunun gibi: Gezi olaylarını desteklediği halde aklı başında, okumuş yazmış, birazcık analiz kabiliyeti olan herkes Gezi’de aslında ne olduğunu, olmasa bile en azından ne olmadığını biliyordu. Konuya biraz yakından bakanlar biliyordu ki ne Gezi ne de dünyada benzer çapta, mikyasta hiçbir hareket daha önceden kendisi için tayin edilmiş parantezi taşabilir. Gezi için kendiliğindenlik romantizmini ortaya atanlar bile bütün kuluçkanın, kurgunun, hormonlu desteklerin, sevk ve idarenin, görünenin dışındaki direksiyonun farkındaydı. Ama işin böyle bir tarafı yokmuş gibi yapmayı tercih ettiler. Çünkü öyle ya da böyle hedeflerinde AK Parti hükümetini ve Tayyip Erdoğan’ı yıpratmak veya bu yıpratma faaliyetlerine destek veriyormuş, bu dalgaya katılıyormuş gibi görünmek, böylelikle mevzi kazanmak vardı. Kurguymuş, kendiliğindenmiş fark etmezdi. Romantik ve çok ince, komik bir gençlik hareketi değilmiş de kaba bir istihbarat-özel kuvvet operasyonuymuş, durum kendileri için hedef ve sonuç açısından çok değişmeyecekti.
Kişisel olarak benim için hükümeti ya da cumhurbaşkanını destekliyormuş görüntüsü vermenin, adımı listeye yazdırmanın bir anlamı da, gereği de yok. Bu telaşa daha önceden Fethullah Gülen’e ve cemaatine doğrudan veya dolaylı destek verenler, daha önce TMSF ameliyatlarından Ergenekon, Balyoz kumpaslarına kadar bir sürü karanlık işe alet olanlar kapılsın. Ancak 15 Temmuz gecesi de dahil olmak üzere olan bitenin ne olduğuyla ilgili en küçük bir fikrim olmasaydı bile yine var gücümle bugün doğan havayı desteklerdim. Bence Gezi’de Tayyip Erdoğan düşmanlığını bahane ederek serpintileri hâlâ süren azgınlık reaktörünü çalıştırmak gayrimeşruydu. Yine bence, bugün bahanesi ve sebebi ne olursa olsun
Fethullah Gülen cemaatinin devletten ve toplumdan tasfiyesine niyet seviyesinde bile olsa katılmak son derece meşrudur, elzemdir.
Yoksa ben de olan bitenin küfür kıyamet karşı çıktığımız Arap Baharı’na, Bağdat senaryolarına, Şam bataklığına, Halaskar Zabitan garibanlıklarına, 31 Mart’a ilh. benzerliğinin bizi sürüklediği benzer senaryoların farkındayım. Yoksa, Birleşik Devletler’e gerçekten meydan okumanın yolunun mesela şeker pancarında, tütünde kotayı kaldırmaktan geçtiğini ben de biliyorum. Ne bu topraklarla rabıtası son derecede tartışmalı olan ve uluslararası karakterini gizlemeye ihtiyaç bile hissetmeyen İslamcı(?) STK’ların şampiyonluğunu yaptığı hiçbir organizasyona ben de güveniyorum ne de dün üstündeki demokrasi kamuflajıyla Fethullah Gülen’e asker yazılan ajanlar bugün AK Parti adına kelle kovaladığında hoşuma gidiyor. Tepeden tırnağa battığımız finans ekonomisi tüm örüntüleriyle gündelik hayatımızı bu kadar belirlerken, tekbir getirdiğimizde neyi açığa vurduğumuzu, neyi gizlediğimizi görüyorum. Veya ben de biliyorum ki bugünlerde tekbir getirirken tam da dün Arap Baharı’nda ayağımızı burktuğumuz çukura düşüyoruz. Liste uzar. Ki uzasın da zaten. Burada olmasa bile bu uzun listeyi tüm ayrıntılarıyla zihnimize kazımak ve hesaplaşmak zorundayız. Burada bırakalım şimdilik.
El mülkü lillah
Söyleyeceğim şu: Başımıza ne geldiğini bilmiyoruz, evet. Tıpkı Bülent Ecevit’in bir zaman “Apo’yu bize niye verdiklerini anlamadım” derkenki şaşkınlığına benzer bir şaşkınlık içindeyiz. Ya da ben öyle bir şaşkınlık içindeyim diyelim. Batı’nın satrançta fil, at veya kale gibi bir oyuncuyu feda etmesinin arkasından gelmesi kuşkusuz başka senaryolar içinde olduğundan emin olacak kadar da okuma yazma biliyorum. Fethullah Gülen örgütünün beline bu kadar sert şekilde vururken kimsenin devletin elini tutmaması feci şekilde işkillendiriyor beni. Ama yukarıdaki karışık, karmakarışık duygu ve düşünce durumumun özeti olarak diyorum ki eğer bu ameliyatın sonuçlarından biri özelde Fethullah Gülen Cemaati’nin etkinliğinin kırılması, genelde ise bütün şuurlu Müslümanların itikat hayatını zehirleyen cemaatlerdeki sapkınlık ve sapıklıkların tartışmaya açılması olacaksa bu işin hayra çıkacak bir yönü de mutlaka olacaktır.
Özellikle FETÖ veya Paralel Yapılanma değil de Fethullah Gülen Cemaati diyorum. Çünkü işin güvenlik bürokrasisini ve istihbarat dünyasını ilgilendiren tarafı zaten en ince detayına kadar tartışılıyor. Mevzuun bu tarafıyla bir de tartışılmayan ve hiç girilmeyen, yüksek sesle konuşuluyormuş ve özellikle her şey konuşuluyormuş gibi yapılarak hiç konuşulmayan yönleri var. Bu meseleleri konuşmaya ise benim hem gücüm ve cesaretim yetmez, hem de işin askerî ve istihbari tarafını bu kadar detayıyla tartışabilecek görgü ve bilgiye sahip değilim. Orayı sadece içimiz acıyarak ve dua ederek izlemekle yetiniyoruz. Ancak meselenin toplumsal tarafı hepimiz için acil koduyla önümüzde duruyor.
- Görünen o ki bundan böyle Anadolu’da artık insanlar çocuklarını bu cemaate kolay kolay teslim etmeyecek. Cemaatin şartlanmış mensupları sıcağı sıcağına belki fark etmiyor ama Türkiye eğer Allah izin verir de nekahet evresini atlatırsa, yeniden adım atmaya başladığında bu cemaatten kalan bütün yükleri sırtından atacak.
Bu yapının yuvalandığı ve giderek kök saldığı başka ülkelerdeki varlığı ve o ülkelerin istimal ettiği değerleri konusu ise çok önemlidir ama bahsi diğerdir. Gördüğümüz, Anadolu’daki insan kaynağı ve yapıya mali açıdan sağladığı can suyu cemaatin küçümsediği veya göstermek istediği kadar küçük değil. “Türkiye elden gitse ne olur, 150 ülkede cemaat yapılanması var!” İşte öyle olmuyor o işler. Babanın malı değil, Allah’ın mülkünden söz ediyoruz. Şımarıklık kaldırmaz. Bunu önümüzdeki yıllarda daha iyi anlayacağız. Bizi asıl ilgilendirense cemaatin işgal ettiği itikat sahasının ne ile doldurulacağı. Yara bu kadar açıkken, toplumsal hassasiyet bu kadar üst seviyedeyken, başımıza bu kadar iş gelmişken tam da şimdi kendimize gelmenin yolunu bulmak zorundayız. Buradan çıkacak hayır budur. Dalgaların bizi sürüklediği bu yerden selamete bir yol bulabiliriz. Ama hâlâ ısrarla kendimizdeki sapıklıkları, sapkınlıkları, Fethullah Gülen Cemaati’nin aynasında kabak gibi görünen bütün hastalıklı inançları, şirki, her türden tuhaf fantastik rivayetleri, şehvetle, hırsla, saldırganlıkla korumaya çalışarak yine günü kurtarmaya bakıyoruz. Adı da Ehl-i sünnet müdafaası. Adı cemaatlerin, medeniyetimizin, Anadolu irfanının ihyası. İşin siyasi tarafı ile bu yapının terörist karakteri, yaşadığımız şiddet ayrı. Ancak bu bataklığı tanımlarken sadece şiddetle, terörle, paralel yapının örgütsel detaylarıyla tanımlarsak bir arpa boyu kadar yol alamayız.
Üstümüzdeki pislik
Mesele sapık itikat meselesidir. Mesele Kur’ansız Müslümanlık meselesidir. Mesele vehbî ilim uydurmaları, olur olmaz cühelaya izafe edilen ledünni bilgi saçmalıkları, kehanet palavralarıdır. Mesele gelecek- ten haber vermek, mehdilik, mesihlik, Allah Resulünden -hatta haşa doğrudan Allah’tan- emir almak gibi, olağanüstü güçlere sahip cemaat liderlerinin uydurma rüyaları, uydurma kerametleri gibi sayısız sapıklıktır. Müslümanlarla Kur’an-ı Kerim arasındaki bu kalın ama kartondan şirk duvarlarını yerle bir etmeden bir arpa boyu kadar yol alamayız. Bu sapık zincirlerle köleler, kullar haline getirilmiş Müslümanlar özgürleşmeden tek bir adım bile atamayız. Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu aklını kullanmayanların üzerindeki pislik, dini sadece Allah’a has tutup aklımızı kullanmaya yani Kur’an’a dönmeye karar vermeden üstümüzden kalkmaz. Kalkmayacak. Biz kendi üzerimizdekini değiştirmeye karar vermeden Allah bizi değiştirmeyecek. Alevi’ye gelince “Ali’siz Alevi” diye hakaret etmeyi biliyorsun. Sen enikonu Kur’ansız Müslüman olma yolundasın, kitapsızlık müdafaasını din diye dayatmadasın, haberin yok. Kur’an diye ağzını açanın cümlesi bitmeden tekfir edecek duruma geldin. Biz kendimizdekini değiştirmeye niyet edeceğiz, hareket edeceğiz, Allah da bizi değiştirecek.
El hükmü lillah
Kur’an’a döneceğiz. Tek tek Kur’an’a yöneleceğiz. Aile aile Kur’an’a döneceğiz. Cemaat cemaat, topluluk topluluk Kur’an’a döneceğiz. Yazının başında kalbimizi patlatacak gibi olan kaygıdan, endişelerden, kötü senaryolardan söz etmiştim. Kur’an’ın adını andığımızda hemen küçülen, büzüşen, anlamsızlaşan kötü senaryolar bunlar. Ki bizim için mukadder olan, başımıza gelecek olan nedir, tam olarak bilemeyiz.
- Belki de Cenab-ı Hakk hem kişisel olarak tek tek bizler için, hem topluluk ve millet olarak, hem de ümmet olarak hepimiz için beklemediğimiz kapılar açacak, dünyanın bir başka ucundaki temiz akıl sahibi ve tertemiz inanç sahibi kardeşlerimizle kalplerimizi birleştirecek.
Ne olacağını, ne zaman olacağını bilemesek de oraya doğru adım atacak, Rabbimize doğru yolda hayırlısıyla ayaklarımızı sabit tutması için dua edeceğiz. Ediyoruz. Ama ne olursa olsun biliyoruz ki amaçları Allah’ın dinine karşı galip gelmek olanlar olanca güçlerine, şeytanca planlarına, tüm cesametlerine rağmen yenilecek. Bunun senaryosu, komplosu da yok. Bu böyle. Hem bu dünyada hem öbür dünyada rezil olacaklar. Yakın tarihten örneklere bakarak başımıza gelecek felaket senaryolarından kendimize rol biçiyoruz. Bu kendimize gelmemiz için gerekli de bir şey belki. İtirazım yok. Ancak bir taraftan da hem yakın tarihten, hem daha öncesinden, hem ilk insandan bugüne kadar zulmedenlerin, insanları ıslah ediyoruz diyerek bozgunculuk yapanların, azdığında Yahudilerin ve sapkınlığıyla insanları boğduğunda Hıristiyanların başlarına ne geldiğini ve neler geleceğini de aklımızın bir kenarında tutmakta yarar var. Allah aleyhlerinde hüküm verdiğinde, bağışıklıkları bir kez çözüldüğünde, teknolojilerinin aslında çöp, bilimlerinin cehalet, silahlarının oyuncak, debdebelerinin aslında korku olduğunu göreceğiz. Allah hepimize o günleri şerlerinden üzerimize hiçbir şey sıçramadan göstersin.
Nihayet, fantastik bir serinin son kötü adamı Fethullah Gülen en azından bizim sahnemizden çekilecek gibi görünüyor. Bu garip ve arkaik manyaklığı bütün yüzleriyle, hiçbir yerine dokundurmayarak, aynı bozuk çarkın başka hiçbir dişlisine el sürdürmeyerek; muhafazakarlık, medeniyetçilik, Ehl-i sünnet müdafaası gibi perdelemelerle koru- maya devam ederek yeni senaryolara, yeni karanlık serilere davetiye çıkarıyoruz. Ya filmlerden film, senaryolardan senaryo, karanlıklardan karanlık seçmeye devam edeceğiz ya da yetti artık deyip İbrahim’in Rabbi’ne sığınacağız. Baltayı FETÖ putunun boynuna asıp çıkacağız