Eşya mı yük yaşamak mı?

Eşya mı yük yaşamak mı?
Eşya mı yük yaşamak mı?

Kastamonu sokaklarında gezerken karşımıza çıkan tamir edilecek eşya dağını görünce irkildik. Sonra kapının ve duvarların her yerine asılmış yüzlerce eşyayı incelemeye başladık. Aklımıza gelen, gelmeyen her şey vardı burada. Bir de eşyaların üzerinde el yazısı ile yazılmış “Çalışır” yazısı… İçeri baktık, loş bir ışık altında çalışan sakallı, uzun saçlı, derviş kılıklı bir usta, elindeki eşyayı tamir ediyordu. Köşede siyah-beyaz bir televizyon, diğer köşede bir zamanların moda olan minik renkli televizyonu, başka bir köşede orta boy bir televizyon. Hepsi de açık ama sesleri kısık. Derinlerden bir yerden cızırtılı bir radyodan türkü sesi geliyor.

Selam verdik, önce başını işinden kaldırmadan aldı selamımızı. Daha sonra baktı yüzümüze ve işine devam etti. “Kolay gelsin ustam.” deyip bu eşyaları, bu dağ gibi yığılmış eşyaları ve “Çalışır” mevzusunu sorduk. “Siz ne yapıyorsunuz burada?” dedi. “Bizimki şiir işleri.” dedik. “Ben de şiir yazarım.” deyip başladı bize yazdığı şiirlerden okumaya. Sonra Fuzuli’ye geçti, Mevlânâ’ya, Âşık Veysel’e. Anlattı, konuştu. “Biz gidelim artık.” dedik. Tam giderken; “Her eşyanın bir ruhu vardır ve her eşya bozulsa bile günün birinde mutlaka çalışır.” dedi. Biz aldığımız hisse ile şehrin meydanına doğru koşar adım uzaklaştık.

İnsanlar ve eşyalar öylesine birbirine geçmiş halde ki, eksiklerini tamamlar biçimde; bu ikili bir ömrü tüketip duruyor. İnsan ve eşya arasındaki bağ, yüzeyde basit bir sahiplik ilişkisi gibi görünse de aslında çok daha derin, çok daha insani bir hikâye taşır. Eşyalar, gündelik yaşamın sessiz tanıklarıdır; bir fincan, bir kalem, bir kitap, yılların biriktirdiği anıları taşır üzerinde. İnsanlar, eşyalara sadece işlevsel bir gözle bakmaz; onlara duygularını, hikâyelerini ve hatıralarını yükler. Eşyanın şairi olarak anılan Sedat Umran’ın eşyalara üflediği şiir tozu vardır insan ruhuyla birleşen bir içtenliği eşyalara yansıttığı. Hatıralar var, eşyanın sesi, soluğu ve insana dokunan yanları var.

Kalemi çok severim. Sayısız kalemim vardır ama yeni bir kalem gördüğümde parmaklarım yeni kaleme doğru hareket etmeye başlar. Belki de birçokları için de bu durum böyledir. Bir insanın sevdiği bir kalemi düşünelim. Bu, yalnızca bir yazı aracı değil; belki de yıllarca yazılmış mektupların, tutulmuş günlüklerin, tamamlanmış bir tez çalışmasının sembolüdür. O kalemi eline aldığında, sadece yazdığı kelimeler değil, o kelimelerin ortaya çıktığı hisler de canlanır zihninde. Eşyalar, zamana direnmenin bir yoludur; insana unutmaya direnecek bir bağ sunarlar. Mesela ben ilk şiirimi yazdığım kalemimi hâlâ saklarım. Bu kalemle yazdığım şiirler arasında hâlâ sağlam bir bağ olduğuna inanırım.

Bazen bir eşya, bir insandan bile daha uzun ömürlü olur. Bir baba yadigârı saat, bir anne çeyizinden kalan örtü... O saat her çalışında, babanın dakikliği, sabrı ve emeği hatırlanır. O örtü, annenin özenini ve sevgisini taşır. Eşyalar bir anlamda bizi geçmişe bağlayan köprülerdir; kaybettiklerimizi, yaşadıklarımızı ve unutmak istemediklerimizi saklarlar. Hani bazı evler vardır ya, anı evi gibi… Onlara bu vasfı eşyalar ve yaşanmışlıklar verir.

Ama insan ve eşya arasındaki bağ her zaman romantik değildir. Bazen eşyalar, bizi esir de alır. Sahip olma isteği, daha fazlasını biriktirme tutkusu, modern insanın en büyük yüklerinden biri haline gelir. Kalabalık dolaplar, sıkışık çekmeceler, çoğu zaman yalnızca bir boşluğu doldurma çabamızın sembolüdür. Eşyalar birer anlam yüklenmeyi hak ederken, onları sadece sahip olma dürtüsüyle biriktirdiğimizde, bu bağ kopmaya başlar. Eşyanın esiri olma durumu ortaya çıkar ve insan bir esir olarak yaşamaya başlar. Yenisini, en yenisini, daha yenisini isteyerek tüketir ömrünü.

İnsanın eşyalara yüklediği anlam, aslında kendi hikâyesini anlatma çabasıdır. Çünkü eşya, insanın kendisiyle, geçmişiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkinin bir yansımasıdır. O yüzden, bir eşyayı tuttuğumuzda ya da ona baktığımızda, aslında kendi hayatımızı okuruz. Anılarımızın sessiz tanıkları olan bu nesneler bizden bir parça olarak sürdürür ömrünü.

İnsan, eşyalarına ne kadar anlam yüklediğini fark ettiğinde, belki de şu soruyu sorar: “Eşyalar bana mı hizmet ediyor, yoksa ben mi onların esiri oldum?” İşte bu sorunun cevabı, insan ve eşya arasındaki bağın sağlıklı ya da bağımlılık yaratıcı olup olmadığını belirler. Ama her şeyden öte, eşyalara baktığımızda, onların yalnızca işlevsel değil, aynı zamanda duygusal bir miras taşıdığını unutmamalıyız. Çünkü bir eşyaya anlam yüklemek, aslında hayata ve anılara anlam katmaktır.

Eşyalarla yaşıyoruz. Issız bir dağ başında olsak bile her yanımızı kuşatıyor eşyalar. Alışmalı mıyız yoksa uzak mı durmak gerek tüm bu yüklerden? Anlamak zor ama olan şu ki zaman kırılıyor, eşyalar eskiyor, “Çalışır” diyebileceğimiz ne varsa bir bir yük oluyor sırtımıza. Atamadığımız her eşya geçmiş zaman kahrı gibi kalıyor üstümüzde.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım