Estetik
Eline iğne batmasına razı olmayan insanın Tanrı vergisi uzuvlarını ağrılı sızılı ameliyatlarla değiştirmeye kalkması inanılmaz bir şey.
İçinde yaşadığımız dünya sanallığın yalanlığa yataklık yaptığı bir dünya. Lokantada veya ziyaret ettiğim yerlerde bir çiçek görürsem hemen elim onun yapraklarına dokunmaya gider. O capcanlı görünen çiçekler genelde yapma oluyor. Her defasında hayal kırıklığına uğruyorum.
Gerçeği, sahiciyi, samimi olanı bulduğumuzda çok seviniyoruz. İnsanların yüzleri, bedenleri bile sahici mi, oynanmış mı emin olamıyoruz. İtiraf edeyim, ben bu mevzularda uzun süre bayağı saf yaşamışım. Eskiden yaşını almış birisinin yüzünde kırışık bile olmadığını görünce, kendi kendime “soydan gelen bir özellik herhâlde” der hayret ederdim. Bir gün ben yine böyle birini ekranda görüp bir arkadaşıma aynı yorumu yapınca gülmeye başladı. Meğer o pürüzsüz yanaklar, o kırışıksız alınlar, o hokka gibi burunlar yapma imiş. Hayrete düştüm. Estetik “işlemler” acayip bir yaygınlıktaymış meğerse. Benim sadece yaşlanan meşhur artist kadınların yaptırdığını düşündüğüm bu kaporta işlerini meğerse sıradan pek çok hanım ve bey yaptırıyormuş. Şimdi kimi yaşına göre azcık diri görsem hemen onda çakma bir şeyler arıyorum. Doğallığa olan itikadımı sarstı bu bilgi...
İnsanların kendilerine göre güzelleşmek için yaptırdıkları ameliyatların dünyadaki yıllık maliyeti 45 milyar dolar mesabesindeymiş. 2030’da 60 milyar dolar olması bekleniyormuş. Bir de “güzel görünmek” için tüketilen kozmetik ürünler var. Bu ürünlere harcanan para dünya çapında 380 milyar dolarmış. 2032’de 660 milyar dolar olması bekleniyormuş. Sadece cilt bakım ürünlerine harcanan para 180 milyar dolarmış. Bir de modaya göre kıyafetini, ayakkabılarını, takılarını alanlar var. Bu sektörün yıllık geliri ise 1,7 trilyon dolarmış. Vay be!
“Kozmetik” kelimesi, “kâinat” anlamındaki “kozmos” kelimesiyle aynı köktendir. Eski Yunanca’dan gelme. İkisi de “kosmein” fiilinden türemiş. Bu ise “düzenlemek, süslemek” anlamındadır. Bu fiilin ilk anlamı “kenara bırakmak, hazırlamak”. Aynı zamanda “orduyu bir savaşa hazır hâle getirmek”, “bir devleti veya rejimi kurmak” mânâsında. “Evren, kâinat” anlamındaki “kosmos” da esasında “düzen, süs” demek. Kâinat müthiş bir düzen ve âhenk içinde olduğu için. “Kozmos”un zıddı ise “kaos” kelimesi. “Karmaşa” anlamındaki “kaos”un ilk anlamı “uçurum” imiş. Kaos, Yunan mitolojisinde aynı zamanda bir tanrının adı.
Daha dikkat çekici olmak için başvurulan bu kozmetik ve estetik çılgınlığı aslında insanları birbirine daha benzer hâle getiriyor. Bugün birçok kadının burnu, alnı, yanakları, yüz şekli birbirinin aynı. Çünkü hepsi birkaç meşhur artistin kisvesine girmeye çalışıyor.
İnsanın fıtratına razı olmayıp başka birilerine benzeme çabası acınası bir şeydir. Eline iğne batmasına razı olmayan insanın Tanrı vergisi uzuvlarını ağrılı sızılı ameliyatlarla değiştirmeye kalkması inanılmaz bir şey. Tabiat ana laflarının, çevreciliğin, güya doğaya saygının bu kadar lafının edildiği bir dünyada insanın kendi fiziksel tabiatını değiştirmek için bu kadar çabalaması ne kadar garip!
Aslında yaşadığımız şu dünyada bu cinnete pek şaşmamak lâzım. Çünkü doğallık, sahicilik hangi işte kalmış ki insanların yüzlerinde, bedenlerinde kalsın? Bizde çakmanın her türü var. Çakma samimiyet, çakma ağırbaşlılık, çakma şakacılık, çakma entellik, vs... Yalandan ağlayanlar, yalandan gülenler... Yalandan dindar görünenler, yalandan laik görünenler... Ders anlatan akademisyenler çok mu sahici? Batılı devletler her türlü zulmü şirin kavramların ardında işlemiyor mu? Parlak lâflarla dünya kurup dünya yıkan filozoflar çok mu samimi? Hayatı boyunca kendi sapkın kişiliğini güç ve iktidar konularına harman eden Foucault’nun işgal altındaki Tunus’ta Müslüman çocukları mezarlığa götürüp orada tecavüz ettiği yakınlarda ortaya çıktı. Hümanist düşünür Kant nasıl oluyor da bir eserinde ırkları en gelişmiş olandan en ilkeline göre sıralayabiliyor? Tabii en başa da kendi ırkı olan Avrupalı ırkı koyuyor. Ne kadar da samimi!
Peki, neden böyle bir sahtelik içindeyiz? Emeğimizi, paramızı, dikkatimizi neden yapaylığa, yapmacıklığa, çakmalığa sarf ediyoruz? Çünkü kendimiz olamıyoruz, kendimiz olmaktan çekiniyoruz, kendimiz olmayı bilmiyoruz. Oysa kendisi olan insan sahici insandır. Peki, “sahici” ne demek? Bu kelimenin Arapça “sahih”; yani “sağ, sağlam, sağlıklı, gerçek” kelimesinden değişerek geliştiği söyleniyor. Nitekim “sıhhat” kelimesi de aynı kökten. Yani sağ olmak, sağlam olmak demek. Sahici insan da sağlam olandır. “Sahici” kelimesinin İngilizce karşılığı “genuine”. Bu kelime ise “doğal, eklenmemiş” anlamında. Kökü Latince “genuinus” kelimesi. Bu kelime Latince “doğurmak” anlamındaki “gignere” fiilinden geliyor.
Buradan alacağımız hikmet ise sahici insanın fıtratına uyan insan olduğudur. Eklentisi, makyajı, maskesi olmayan, kendisi olan insan yani... Samimi insan... “Samimi” kelimesi Arapça “samim” kökünden geliyor. Bu kelime özünde “kemiğin içi, ilik” anlamındaymış. Kelimenin İngilizce karşılığı “sincerity”. Bu da Latince “sincerus” kelimesinden geliyormuş. “Tam, temiz, saf, örselenmemiş, karışıksız” anlamındaymış. Bazıları bu kelimenin “cilasız” (sin cerae) kökünden geldiğini söylüyorlar. Birçoğu ise kelimenin Latince “yetişmek, büyümek” anlamındaki “crescere” fiilinden türetildiğini düşünüyorlar. Yani onlara göre “sincere”; “yapay olmayan, kendi kendine gelişen” demek. Aslında her iki açıklamada da hikmet var. Zira samimi insan yapaylığa rağbet etmeyen ve kendi yolunda gelişen, büyüyen, serpilen insan demek...
Samimi insan içini görebileceğimiz insandır. Şeffaf insandır. Yapmacık sözlerin, işlerin, simgelerin, davranışların ardına gizlenmeden taarruza uğramaktan çekinmeyen insandır. Kendisi olmak evvela samimi olmaktır. Fakat “kendisi olmak” sözünü de kaba-saba, pervasız, ilkesiz, toplumu, değerleri ve ilkeleri göz ardı etmek olarak anlamayalım. Bizim “kendisi olmak” dediğimiz; müminin ikilikten, ikirciklikten ve ikiyüzlülükten kurtularak has kul olma çabasıdır. Kafasına göre âyetleri ve hadisleri yorumlamak, dini kendi çıkarına göre eğip-bükmek, Batılı kavramlara ve sürekli üretilen kavramlara göre dinini yorumlamak, edilgenliğini modalara uyarak etkenlik gibi göstermeye çalışmak değil.
Kısacası, dünyada ikirciklik, yalanlaşma ve mış gibi görünme belâsına dûçarız. İki asırdır da dindarlığı bir perde, vitrin, araç gibi kullanma nifakı ile karşı karşıyayız. Eğer fıtratı ile hayatı, imanı ile yolu, düşüncesi ile ameli bir olan müminler olamazsak dünyada da, âhirette de işimiz zor.