Enternasyonal Müslümanlık yahut vatansızlık
Müslümanlar enternasyonalleşiyor mu? Şüphesiz enternasyonalleşiyoruz. Belirli düşünce kuruluşlarının bu zamana kadar kimlik politikaları üzerine yaptığı çalışmalar dünyanın bütün ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de bizi etkiledi. Bu durum her inanca farklı noktadan yaklaşıyor. Ortak yapmak istediği şey ise aynı: Sınırları kaldırılmış bir dünya ve kimlikleri yok edilmiş dünya vatandaşları. Yani vatansızlık ve milletsizlik. Yani işgale ve emperyalizme en müsait zemin.
“Yine bizim yarattığımız insanlardan öyle bir ümmet var ki,
onlar hakka yol gösterirler ve o hak ile adaleti yerine getirirler. (A’raf/181)”
Fransız komünü üyesi Eugene Pottier’nin yazdığı Enternasyonal Marş’ı dinlemeye başladım. Grup Yorum içli içli söylüyor.
“Enternasyonalle kurtulur insanlık
Tanrı, patron, bey, ağa, sultan
Nasıl bizleri kurtarır
Bizleri kurtaracak olan
Kendi kollarımızdır”
Zamanın enternasyonal Müslümanlarının derdi Türklükle. 751 yılına lanet ediyorlar. 1071’e de… Ama “Anneciğim Türkler geliyor” korkusu ve nefretine sahip olanlar varken elbette “Vefalı Türk geldi yine” diyecek olanların da varlığına inanıyoruz.
Enternasyonalizm, sosyalizmin amentüsü. Güzel bir dünya düşü kendilerince. Sınıfsız, milletsiz, homojen, eşit… Marşta dediği gibi ne tanrı ne patron ne de bey, ağa, sultan kurtarabilir bir halkı, bir halkı ancak kendisi kurtarabilir.
Şimdi bunun bizimle ne alakası var? Bir sosyalistin enternasyonal olmasından bize ne ki? Maalesef gidişata ayak uydurmadan ayakta kalamayacağımıza inandığımız için, gidişattan bizim payımıza düşen şey ise oldukça acı: Enternasyonalizm. Biz derken Türkiye’den bahsediyorum. Türkiye derken, liberal söylemlerin kullanışlı kelimesi olan Türkiye değil, tam olarak kadim ve gerçek manasıyla kullandığımız Türklerin yurdu olan Türkiye. Bak okurken bazılarınız ırkçı demeye başladı bile. Oraya da sıra gelecek biraz bekleyin.
Türkiye ve Türk derken ne dediğimizi uzun uzadıya açıklamayacağım. Zaten bunun ne demek olduğunu açıklamak mecburiyetinde kalmak bile yeterince acı hepimiz için. “Türküm ama ırkçı değilim” diye cümle kurmaya mecbur bırakılıyor olmak yeterince büyük bir lanet bize.
Bunları yazarken arkada Gary B.B. Coleman çalıyor inceden. Korkma yani faşist değilim; zencileri, işçileri ve mazlumları severim. Bak bunu da açıklamak durumunda kaldım.
Peki payımıza düştüğü kadarıyla Müslümanlar enternasyonalleşiyor mu? Şüphesiz enternasyonalleşiyoruz. Belirli düşünce kuruluşlarının bu zamana kadar kimlik politikaları üzerine yaptığı çalışmalar dünyanın bütün ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de bizi etkiledi. Bu durum her inanca farklı noktadan yaklaşıyor. Ortak yapmak istediği şey ise aynı: Sınırları kaldırılmış bir dünya ve kimlikleri yok edilmiş dünya vatandaşları. Yani vatansızlık ve milletsizlik. Yani işgale ve emperyalizme en müsait zemin. Bunun aksi yönde söylenen her milli sözün ise karşılaştığı suçlama; ırkçı yahut faşist. Kavmiyetçiliğin, ırkçılığın lanetlenmiş olduğu noktasında bir şüphemiz yok fakat bunun sınırları noktasında büyük bir ihtilaf var ve bu sınırları belirleyen bizim tarihî tecrübemiz değil bahsettiğimiz kimlik politikaları. Şeytan sağdan gelir atasözünü hatırda tutmak gerekiyor. İşte böylece biz Müslümanlara sağdan yaklaşan ve büyük oranda da başarılı olan enternasyonal tehlike içimizden bazılarını vatansızlaştırdı.
Enternasyonaller nasıl sınıfsız, milletsiz, homojen bir toplumun derdinde idiyseler bu tip Müslümanlar da onun derdindeler. Onlar için Türkiye’nin bir kıymeti yok. Türkiye sınırlarının bir kıymeti yok. Türkçenin bir kıymeti yok. İstiklal Marşı sıradan bir marş, Türk bayrağı diğer milletlerin bayrağı gibi sıradan bir sembol… Bunları havadan söylemiyorum. Bu bahsettiğim tiplerden biriyle bu konuşmalarının hepsini yaptım. İstiklal Marşı hakkında ise ne kadar yorum yaptırmaya çalıştıysam başaramadım. Türkçe noktasında ise ana dilde eğitimi savunuyordu. Yani çok dilli eğitim. Güneydoğu’ya da Kürdistan diyor tabii olarak. Uzun süre konuştuktan sonra; “Ama Âkif’te Arnavut’tu” dedi. Evet dedim tam olarak ben de bunu söylüyorum, Âkif Arnavut’tu İstiklal Marşı’nı yazdı. Ben Âkif’i seviyorum çünkü ırkçı değilim ama senin kafan ırkçılıkla o kadar bulanmış ki Âkif’in Arnavut olduğunu düşünüyorsun, benim aklıma bile gelmiyor. Nihayetinde ise yine suçlandığım şey tahmin edileceği üzere ırkçılık oldu. Yine dehşet veren başka bir örnek vereyim.
- Geçtiğimiz günlerde PKK tarafından şehit edilen Aybüke öğretmenin babası, kızının cenazesinde şunları söylüyordu: “Bu memleket tarihte Türktü, şimdi de Türk kalacak. Kimse bizi yıldıramaz.” Bu haberin paylaşan hesabın altına gelen yorum ise şu: “Ulan terbiyesizlik yapmayın, ırkçılık yapmayın, ümmet olun ümmet. Sen ırkçılık yaptığında senin PKK’dan tek farkın Türk demen”
Bu yorumu yapan şahıs ile yukarıda benim konuşma yaptığım şahıs aynı partinin mensubu. Bu memleketim Türk olmasından kim rahatsız olabilir? Amerikalılar olabilir, İngilizler olabilir, Yahudiler, Almanlar, Fransızlar olabilir keza olduklarını gösterdiklerinden Türkiye’yi işgal etti bir kısmı, bir kısmı da etmek için fırsat arıyor. Peki bu memleket tarihte Türktü şimdi de Türk kalacak ifadesinden kim rahatsız olur bir düşünelim.
Bugün ağzınızı “Türk” ile başlayan bir cümle ile açtığınızda size gelecek tepki belli: Irkçı.
Ama başka herhangi bir milletten yahut etnik kökenden bahsettiğinizde böyle bir durumla karşılaşma ihtimaliniz söz konusu olamaz. Derdimiz İslam ise ve Allah Rasulü üstünlüğün takva ile olduğunu söylüyorsa İslam’a kimin daha çok hizmet ettiğini yarıştıralım bence. Bu sonucu net olarak ortaya çıkarmamıza sebep olabilir. Literatüre “İla-yı Kelimetullah” yani “Allah’ın adını yaymak” kavramını sokan Türklerden başkası değildi. Muhammed ismini saygısından Mehmed yapan başkası değildi. Kur’ân-ı Kerim’i ayağını havaya dikerek okuyan Arapları görmüşsünüzdür ama bir Türk’te asla bunu göremezsiniz. Binlerce örnek verilebilir bununla ilgili. Evet, bu örneklerin hepsi retorik gibi de gelebilir ama artık bunları söylemeden ve kabul ettirmeden bir yere varmamızın imkânı yok.
Anlamı saptırılmış bir kelime: Ümmetçilik
Türklüğün karşısına konulan şey ise çok daha romantik: Ümmetçilik. “Müslümanlar” kelimesinin yerine kullanılan ve anlamı saptırılmış bir kelime ümmet. Ümmet lügatte sınıf/cemaat yahut millet manasına geliyor ki Kur’ân-ı Kerim’de çoğul olarak yani “ümmetler” şeklinde de kullanılmakta. Yani birden fazla milletin varlığı Allah tarafından söyleniyor. Kelimenin saptırılmış halinde ise ümmet yeryüzündeki bütün Müslümanları karşılamakta. Yani tek bir cemaati. Bu da garip. Ümmetçilikten anladıkları, dünyada Müslümanların İslam’dan başka bir kimliğinin olmaması ise bu doğrudan ayet-i kerimeye muhalif bir durumdur ki oldukça tehlikeli. Yani deniliyor ki; “Türkmüş Arapmış önemli değil sadece Müslüman ol yeter.” Bu, enternasyonalizmin bizatihi kendisidir ve doğrudan; yukarıda alıntıladığım ayete de muhaliftir. Bunun bir adım sonrası ise ki bunun da örneklerini defaten gördüm, Türkçe’nin terk edilip tamamen Arapçaya geçilmesi. Hatta birisi şöyle yazdı Twitter’da. “Türkçenin ahirete ne faydası var?” Aslında iyi bir yazı başlığı oldu, bunu da ayrıca yazayım. “Türkçenin ahirete ne faydası var” diyen bir zihinden şunu bekleyebiliriz ki bunu da söyleyen ‘üstad’larımız oldu; “Eğer İngiliz mandasında daha rahat ibadet edebileceksek neden olmasın.”
Yani deniliyor ki; “Türkmüş Arapmış önemli değil sadece Müslüman ol yeter.” Bu, enternasyonalizmin bizatihi kendisidir ve doğrudan; yukarıda alıntıladığım ayete de muhaliftir.
Bakın, ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Özel İzmir’de Bit Pazarı’nda bir gence Arap mısın diye soruyor. Gencin cevabı aslında bütün yazıda anlatmak istediğimizin özeti: “Anam-babam Arap, anadilim Arapça ama Türk oğlu Türküm.”
Açık açık konuşalım; madem milletlerin önemi yok, peki İslam dünyası, İslam coğrafyası, İslam devletleri diye sık sık tekrar ettiğimiz o klişe kalıpların içini nasıl dolduruyoruz? İslam dünyası mesela neresi, öyle bir coğrafya var mı? İslam devletlerine kimi dâhil edeceğiz örneğin; Hadimü’l ABD olan Suudi Arabistan’ı mı, var olduğundan beri fitnenin kaynağı olan İran’ı mı, kardeşleri zulüm ve açlık içinde yok olurken altın tuvaletlere pisleyen Birleşik Arap Emirlikleri’ni mi, kimi?
Eğer mesele İslam kardeşliğiyse bunların hangisi bizim kardeşimiz? Bunlarla kardeş olmayı içine sindirebilen birisi var mı? Bence artık buraları geçelim. Emperyalizm, bir milleti millet kılan özelliklerin birer birer yok olması, yok edilmesidir. Bakın Afrika ülkelerinin kaç tanesinin Fransızca konuştuğuna. Bakın Hindistan’daki İngilizceye… Amerikan emperyalizmi neyse İran ve Suudi emperyalizmi de ondan farklı bir şey değil.
Dünyada Sünni olarak kalabilmiş İslam’ı hakkıyla idrak edebilmiş, hayatına tatbik etmiş ve bu haliyle hâlâ dimdik ayakta duran bir Türkiye var. Eğer mevzumuz İslam ise -ki şüphesiz öyle- , o vakit dönüp tarihe bakalım. Olaylar bu kadar girift de değil, eğer bu topraklarda yaşamak istiyorsak ittifak edeceğimiz ve müşterek olarak mukaddes kabul edeceğimiz değerler var. Türkiye’nin sınırları, Türkçe, Türk Bayrağı ve İstiklal Marşı. Bunların herhangi birinden taviz vermemiz söz konusu olamaz. 82. plakanın derdinde değilim ama 81 plakadan bir tanesini feda etmem.
Demem o ki birilerinin problemi milliyetçilikle yahut derdi İslam kardeşliğiyle değil. Bütün istekleri vatansız olabilmek. Kimlik, şahsiyet, dil, kültür gibi kavramların hiçbirisi önemli değil bunlar için. Önemli fakat Türklerinki önemli değil. Bakın mesela yıllardır Hasan el-Benna’yı konuşur okuruz. Enternasyonal Müslümanların en kıymet verdiği insanlardan birisidir. Peki Hasan el-Benna’nın keskin bir Arap milliyetçisi olduğu, İslam’ın, hilafetin Araplar’dan Türklerin eline geçtikten sonra yeryüzünde düşüşe geçtiğini savunmasını nasıl yorumlamak gerekiyor? Risaleler’inde aynen şu ifade geçer: “Müslümanların zillete düştükleri dönem, Arapların hâkimiyetinin zayıfladığı ve yönetimin, Arap olmayanların eline geçtiği dönemlerde gerçekleşmiştir. Araplar İslam’ın koruyucularıdır. Bu itibarla Arap birliği İslam’ın yücelik ve itibarını iade etmek, İslam devletini oluşturmak ve Müslümanları yüceltmek için gerekli olan önemli şeylerdendir. Bundan dolayı her Müslüman Arap birliğini ihya etmek ve ona destek olmak için çalışması gerekir”
Bir madrabazlıkla karşı karşıyayız. Bizi ırkçılıkla suçlayanlar bize aslında; “Türk olmayın da ne olursanız olun” diyorlar. Bu ifade Avrupalıların “Anneciğim Türkler geliyor” korkusuyla paralel bir ifade.
Seyyid Ahmed Arvasi de Arap, Hasan el Benna da. Peygamber soyundan gelen Arvasi; “Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında şanlı Peygamberimizin ‘Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım’ diyor. Peki biz tarafımızı kimden seçeceğiz. Eğer ırkçı isek Seyyid Ahmed Arvasi’nin bizim için bir kıymeti harbiyesinin olması mümkün değildi ama aksine Ahmet Arvasi bizim için çok kıymetli birisi. Eğer bize ırkçı diyenler ırkçı değilse Hasan el-Benna ile Ahmet Arvasi arasında hangisini tercih ettiklerini sormak sanırım doğru olacaktır.
- Hadi itiraf edin sizin derdiniz milliyetçilikle falan değil. Eğer öyle olsaydı katı bir Arap milliyetçisi olan Hasan el-Benna’ya karşı da tavırlı olurdunuz. Hâlbuki ağzınızı her açtığınızda ilk referans gösterdiğiniz insanlardan birisi Benna.
Zamanın enternasyonal Müslümanlarının derdi Türklükle. 751 yılına lanet ediyorlar. 1071’e de… Ama “Anneciğim Türkler geliyor” korkusu ve nefretine sahip olanlar varken elbette “Vefalı Türk geldi yine” diyecek olanların da varlığına inanıyoruz.
Şunu da unutmamak gerekir ki dünyayı sınırları olmayan bir yer, insanları da milletleri olmayan birer garip yaratık haline getirmeye çalışanların dümen suyuna gittikçe daha çok 15 Temmuz yaşarız.
Madem milletlerin önemi yok, peki İslam dünyası, İslam coğrafyası, İslam devletleri diye sık sık tekrar ettiğimiz o klişe kalıpların içini nasıl dolduruyoruz? İslam dünyası mesela neresi, öyle bir coğrafya var mı? İslam devletlerine kimi dâhil edeceğiz örneğin; Hadimü’l ABD olan Suudi Arabistan’ı mı, var olduğundan beri fitnenin kaynağı olan İran’ı mı, kardeşleri zulüm ve açlık içinde yok olurken altın tuvaletlere pisleyen Birleşik Arap Emirlikleri’ni mi, kimi?