Elleri zamanla dolu bir şair: Paul Celan
Babası tifüs nedeniyle ölürken annesi vurularak öldürülmüştü. Celan, annesine çok düşkündü. Şiiri ilk ondan öğrenmişti. Rilke okuyarak başladığı Alman şiiri sevgisi artık ona acı veriyordu: “Ve katlanabiliyor musun anne bir zamanlar okuduğun o zarif, Almanca ve acı dolu kafiyelere.” Yine de Almanca yazmaktan vazgeçmedi.
Bilirsin: atlayış, seni aşar hep.
Yirmilerinde bir genç, Fransa’da tıp eğitimi alırken her şey altüst oldu. Hayatı, bir daha eskisi gibi olmayacaktı çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi bir Romanyalı olmak çok acı şeyler yaşamak için yeterliydi.
Paul Celan, savaş çıkınca eğitimini yarıda bırakıp doğduğu yere, Czernowitz şehrine geri döndü. Şehir önce Sovyetlerin sonra Almanların eline geçti. Tüm bunlar yaşanırken annesi ve babası kaçmayı düşünmeyip gettoya sığındılar. Toplama kampına götürüldüklerinde Celan direndi. Fakat olmadı, onu da çalışma kampına aldılar. Burada krematoryuma bekçi olarak görevlendirildi. Yakılacak insanlara giden yolu açmak, onda onulmaz yaralar açtı onun ruhunda. Hem fiziksel hem de psikolojik şiddete uğrarken aldığı haberi bir ömür göğsünde taşıdı.
Yakılacak insanlara giden yolu açmak, onda onulmaz yaralar açtı onun ruhunda. Hem fiziksel hem de psikolojik şiddete uğrarken aldığı haberi bir ömür göğsünde taşıdı.
Babası tifüs nedeniyle ölürken annesi vurularak öldürülmüştü. Celan, annesine çok düşkündü. Şiiri ilk ondan öğrenmişti, Rilke okuyarak başladığı Alman şiiri sevgisi artık ona acı veriyordu: “Ve katlanabiliyor musun anne bir zamanlar okuduğun o zarif, Almanca ve acı dolu kafiyelere.” Yine de Almanca yazmaktan vazgeçmedi. Çünkü Holokost’tan sonra bozulmayan, güvende kalan tek şeyin dil olduğuna inanıyordu.
On sekiz ay çalışma kampında kaldıktan sonra Czernowitz’de dil bilim eğitimi aldı. Altı dil bilen Celan, yazdıklarını hiçbir yerde yayınlatmamıştı. Bükreş’te çevirmenlik yaparken, yayıncı Alfred Sperber ile tanışması edebiyat sektörüne girişini hızlandırdı. Sperber, onun şiirlerini yayınlamayı kabul etmesinin yanı sıra soy ismini değiştirmesini de teklif etti. Aslında şairin adı Paul Antschel’di. Ancel şeklinde telaffuz edildiği için ona soyadı olarak Celan ismi önerildi. Şair, bu teklifi kabul ettikten sonra Paul Celan olarak yazmaya başladı.
Yirmi sekiz yaşındayken ilk kitabı Kumdan Çay yayınlandı.
Bu kitabını bazı hatalar barındırdığı için geri çekmek istese de çekemedi. Asıl ünü, ikinci kitabı Gelincik ve Bellek yayınlandığında kazandı. Bu kitapta, Adorno’nun Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır sözünü yerle bir eden şiirleri vardı. Çektiği acılardan, şahit olduğu zulümlerden, yaşadığı kayıplardan öyle gerçekçi ve yalın bir şekilde bahsetti ki, kısacık bir dizeyle Holokost tarihini anlatan kitaplardan daha etkiliydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Alman şiirine yön veren isim oldu. Bana kalırsa Ölüm Fügü, Yahudilerin uğradığı soykırımı anlatan en iyi eserdir: Yahudilerini çağırıyor toprağa bir mezar kazsınlar diye/ ve bize buyruklar yağdırıyor oyun havaları çalmamız için.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Alman şiirine yön veren isim oldu.
Şiirlerinde annesine olan özlemi, savaşın izleri, sürgün, zamansız ayrılıklar ve tedirginlik derinden hissedilir. Zaman, bellek, unutuş, mezar, ölüm, anne, acı, gül, terk ediliş gibi ifadeleri fazlaca kullanırken tezatları da bir arada kullanarak kurar şiirini. Yaşadığı dönemde de öldükten sonra da pek çok şairi etkiledi. Bunlardan biri de İsmet Özel’dir. Özellikle Corona şiirinden epey etkilendiğini düşünürüm: “karanlık sözler ediyoruz birbirimize/haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi.”
Viyana’da yaşadığı süreçte edebiyat çevresinden pek çok insanla tanışır. Bunlardan biri de hayatında genişçe bir yer tutan Ingeborg Bachmann’dır. İkili arasında hem düşünsel hem de duygusal yakınlık oluşur. Celan, Paris’e taşınsa da on üç sene boyunca mektuplaşırlar. Hayatlarında başkaları olduğu zamanlarda da birbirlerine olan ruhsal yakınlıkları son bulmaz. Öyle ki Celan, grafiker Gisele ile evlenir. Ondan Eric adında bir çocuğu olur yine de vazgeçmez Bachmann’a yazmaktan. Mektuplara baktığımızda Bachmann’in daha fazla mücadele ettiğini görürüz. Zaman ve pek çok şey onlara karşıdır fakat Bachmann direnir.
- Celan ise Bilirsin: atlayış, seni aşar hep. mektuplarda onun kadar cesur görünmese de şiirlerinde hislerini daha belirgin kılar: Bir defasında ölüm çok kalabalıklaştığında / sen benim içime saklanmıştın.
İlk intihar girişimini 1960’ın başlarında yapar. Bunun üzerine eşi, onu tehlikeli bulup evden uzaklaştırır. Evden uzaklaşması onu daha fazla depresyona iter. Son yıllarını Hopper resimlerindeki gibi yapayalnız yaşar. Belleği ona bu dünyada cehennemi yaşatırken o ölüme yakınlaşır. Sonunda sürekli eğilip baktığı sulara, Sen Nehri’ne bırakır kendini.
Boğularak ölen kendisi miydi yoksa kurtulmak istediği anıları mıydı bilmiyorum. Tek bildiğim, yaşamanın ruhunda çıkardığı seslere katlanamazken bedenindeki yanık izinin hiç geçmediği. Hayat onun pek çok penceresini kapatırken şiir penceresini hep açık tuttu. Şiirle haykırdı aramızda, sesinin yankısı yüz yıl sonra da aynı şiddetle hissedilecek bir şair, yaşadı.