Eğer katil değilseniz beni öldürün!

Eğer katil değilseniz beni öldürün.
Eğer katil değilseniz beni öldürün.

İnsanın karakterini en açık biçimde ele verdiği an başkalarını tarif ettiği andır. Sizi hatırladım zira sizden kendimde bulduğum ne varsa şu saniyelerde bütün varlıklarıyla zorluyorlar beni. Bir kurbanın dramını giyiniyorum sanki.

Coşkularında sahteydiler, lirizmlerinde korkunç, duygusallıklarında berbat, şakalarında beceriksiz, yıkılışlarında iğrenç… Ve dünya böyle dönüp duruyordu işte.

Witold Gombrowicz

Hayatı boyunca sadece 11 şiir yayınlayan birini düşünün. Ardından yazdığı her şiiri ya imzasız ya da müstearla yazan birini daha düşünün. Son olarak da öyle birini düşünün ki öldüğünde ailesi onun odasında 1800 adet saklanmış şiir bulsun. Emily Dickinson tam olarak böyle biriydi. Yani hepsiydi. Ayak uçlarına basarak yaşamıştı. Odasından dışarı çok seyrek çıkıyor gündelik ricalarını bile postayla iletmeyi tercih ediyordu. Kendine tek kişilik bir gece oluşturmuş orada dokunduğu her şeyi bir ambulansın telaşına boyamıştı. Onunla karşılaşabilseydim; eğer korkuyu satın alıyorsan önce fiyatını sor demekten gocunmazdım hiç.

Ona yemek vermeyecek restoranların, onu akıl hastanesine kapatacak doktorların muayenehanesinin, onu hapse tıkacak avukatların ofislerinin, hiçbir zaman girmediği müzelerin duvarlarını süslüyor Van Gogh’un resimleri. Okumaktan tiksineceği gazetelerin finans sayfalarında tablolarının rekor fiyatları haber oluyor. Denk gelseydi muhtemelen ona başka bir iş yapmasını tavsiye edecek akademisyenler onun eserlerine en büyük hayranlığı duyuyor. Yaşamayı bir tutku resitaline çeviren büyük Van Gogh… Sadece resimlerini ciddiye alıp dünyanın geri kalanını kötü bir şakadan ibaret görüyordu. Bir şeye hala inanmakla yeniden inanmak arasında uçurum vardır. Büyük ressam Van Gogh, renklerle dua ediyordu. Her yeni tablosu hala inandığının, intiharıysa yeniden inanmaya muhtaç olduğunun biletiydi. Onunla karşılaşabilseydim; eğer ölümü satın alıyorsan önce fiyatını sor demekten gocunmazdım hiç.

Erol Abiyi lise yıllarımda tanıdım. Şiir yazmaz, resim yapmaz. Önüne hiç sapak çıkmamış birinin çocuksuluğuyla bakan, sürekli meşgul biriydi. Yaptığı her işi muhakkak çok önemli olduğu için yapıyordu. En azından böyle olduğuna inanıyordu. Bozmazdım hiç onu. Vesikalık ciddiyeti bana yavan gelmezdi. Hayatımızın önemli kararlarına davul zurna eşlik etmez. Bunu Erol abi de bilirdi. Kurduğu cümlelerde hep bir mahkûmiyet tozu vardı. Mahpusu oynamayı severdi. Bu rolü sevmezdim ben. O tozların hastalık sebebi olduğunu sezerdim nitekim. Kaderine yön vermektense talihini ücretsiz bir otoparkta tutmak onun mizacıydı. Yüzünün hatları zamana yenik düşse de o çocuksu gülüşü yanaklarını terk etmedi hiç. Yaşıyor olsaydı ona hapisten sağ salim çıkılır; ama savaştan çıkılmaz Erol Abi derdim. Ve şunu eklemekten gocunmazdım hiç; eğer hapishaneyi satın alıyorsan önce fiyatını sor.

Ödüller hakkında bilinmesi gereken tek şey: Mozart’ın hiç ödül kazanmamış olduğudur. Bunu mesai arkadaşım Hatice’nin bilmediğinden eminim; çünkü o konuşurken muhatabından bir noter yaratarak konuşurdu. Onay almak isterdi üzülürken bile. Onun hayatı alınmış bir selamdan başka bir şey değildi. Bir tür pekiştirme kipinde yaşardı. Yaşadığına kimsenin aldırmadığını düşünecek olursan kredi kartı ekstresini ödememeyi dene, demeyi çok isterdim ona. Özgünlük diye bildiğimiz şeyin kerevizlere benzediğini ikisinin de karanlıkta yetiştiğini de söylemek isterdim trafik kazası geçirip ölmeseydi eğer. Ama bir iş çıkışında metro istasyonunda beklerken duraksamadan bir çırpıda söylediğime bakılırsa önceden içten içe provasını yaptığım bir tavsiyede bulunmuştum; eğer alkışı satın alıyorsan önce fiyatını sor.

Dickinson, Gogh, Erol Abi ve Hatice… Sizi neden şu saatte özenle demlediğim kahveyi içerken hatırladığımı biliyorum. İnsanın karakterini en açık biçimde ele verdiği an başkalarını tarif ettiği andır. Sizi hatırladım zira sizden kendimde bulduğum ne varsa şu saniyelerde bütün varlıklarıyla zorluyorlar beni. Bir kurbanın dramını giyiniyorum sanki. Ne sizin hatıranız ne benim hatırlama kudretim… Hiçbiri bu hatırlayışın sebebi değil. Asıl sebep göğsüme çöken bu iklim. Zorlayan, yakıp yıkan, canlılık işareti hiçbir şey bırakmamaya yemin etmiş bu iklim her şeyin sebebi. “Hiroşima” derdim sizi karşımda bir an görebilseydim eğer; “bugün bütün dünyada biliniyorsa bu kurbanlarının dramından değil atom bombalarının gücü yüzündendir.”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım