Efendimiz ustalık

Efendimiz ustalık
Efendimiz ustalık

Gençlik, acemilik ancak ve ancak ustalığa, olgunlaşmaya doğru yürünebiliyorsa anlamlıdır. Sonsuz bir acemilik, sonsuz bir gençlik isteği korkunç bir hırstandır olsa olsa.

“...... Oysa acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak kaygısının zevkiyle çalışacaksınız.

Gelin böyle yapın demiyorum. Durduğum yerde kalmaktan korkuyorum.”

Turgut Uyar’ın ne söylediğinin farkındayım. Biliyorum, amatör ruhun önemini vurguluyor, hep genç kalmanın faziletlerinden bahsediyor, “ben oldum” duygusundan sakınmanın güzelliğinden dem vuruyor.

Durun hatta size bir iyilik daha yapayım, anlamadığım düşünülmesin diye söz, yazının sonunda şöyle diyeceğim:

“Elbette Turgut Uyar da haklı.”

Ancak birileri de şöyle demeli değil mi:

“Durun, efendimiz ustalıktır bizim.”

Kelimelerin kavramların anlamları sürekli değişir, dönüşür çünkü. Hangi doğrunun, hangi anda, hangi kişilere, hangi vurguyla söylendiği; yani bu yerli yerindelik, hakikatin dile getirilmesi açısından önemlidir. Hele şair, yazar, sanatçı uyanık olmalıdır. Değişen anlamlar karşısında tetikte kalmalı, karargahını hep en doğru yerde kurmaya çalışmalı, duruşunu dikkatli seçmelidir. İnsanlığın özgürlük özgürlük diye düştüğü hallere, konuşmak, tartışmak, savunmak zorunda olduğu şeylere bakınca bile anlaşılmıyor mu çağcıl literatürün ıslak zemininde kendimize / aklımıza / ruhumuza mukayyet olmak gerekliliği.

Efendimiz ustalıktır bizim artık!

Gevşek acemiliğin her zımbırtıyı “eser” sanan dikkatsizliğinden sıkıldık.

Yapışkan, silik, sorumsuz tevazuun göz boyayıcı temennasından sıkıldık:

“bizimki de öykü yazmak mı çiziktiriyoruz bir şeyler işte… ah ah şairlik kim biz kim… aman efendim görmüyor musunuz şu mütevazı halimle ne de kusursuz bir yücelik içindeyim…”

Yeni yetmeliğin, züppeliğin, küstahlığın, içi boş pozların marifet sayılmasından…

Yere göğe sığdırılamayan, sürekli sürekli sürekli kutsanan her hâlinden bir marifet aranan anlamsız kuşak etiketlerinden…

Yeni dil, yeni ruh, yeni form, yeni kuşak, yeni sözler diyerek sersemleyen ve sersemleten yeni yeni yeni yeni şakşakçılığından…

Bizi yazmanın, okumanın, söylemenin esasından uzaklaştırıp “yeni”, zıpçıktı huyların sanatla ilgiliymiş muamelesi görmesinden:

“çünkü çoğu zaman kötü kötüdür, sığ sığdır, cılız eser yalnızca cılızdır, kurnazlık kurnazlıktır, boşluk boşluktur.”

Puslu üç noktalardan “ben bir söylüyorum sen üç anla” tavırlarından sıkıldık. (Bunu ustalığa bir türlü varamayan yaşlılar daha çok yapıyor tabii.)

Gençlik, acemilik, yenilik, put kırıcılık, haytalık yüceltmeleriyle başlayan, bütün seslerin eşitliği hilesiyle devam eden bu ikiyüzlü tasalluttan ancak olgunluk arayışıyla, “derinliğin keşfi”yle, efendiliğin sükûnetiyle kurtulabiliriz. Sanatçı da esasen kendi sesini böyle bulabilir. Nasıl? Yine Turgut Uyar’a giderek açalım: “Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken…” Burada durup düzelterek devam edelim: Şekillenmeye yüz tutmuşken atmayacaksınız elinizden o taşı. Çünkü yaşadığımız çağ tam olarak maymun iştahlıların çağı; etrafını yarısı yontulmuş taşlarla dolduranların, asla yontulmuş taşlara elini uzatmayanların, en güzel taşı kendinin yontacağını düşünüp, yolun yarısında ya taştan ya kendinden ya yontma işleminden sıkılanların çağı.

Efendimiz ustalıktır.

Çünkü bu çağda taşı yontmaya devam edenlerdir ayrıksı, öteki, “başka”, yani sanatçı.

Tabuları kırmak, otoriteyi reddetmek (usta, baba, nihayet hatta Tanrı), gençlik, güzellik, yenilik tutkusu, ihtiyarlık, ölüm, hastalık korkusu sıkıcı modern klişelerdir.

Gücünü, aşkını, korkusunu, başlangıçların sonsuz mutluluğunu taş nihai halini alana kadar koruyabilenlerdir zanaatkâr. Evet şimdi, modernliğin, postmodernliğin içinin geçtiği bu çağda en çok da geleneğin olgun zanaatkâr sanatçısına ihtiyacımız var. İşinde ustalaşan, yonttukça kendi içini de yontabilen, yonttukça kendini bulan, genişleyen, hünerini geliştiren zanaatkar sanatçıya. Gençlik, acemilik ancak ve ancak ustalığa, olgunlaşmaya doğru yürünebiliyorsa anlamlıdır. Sonsuz bir acemilik, sonsuz bir gençlik isteği korkunç bir hırstandır olsa olsa.

Efendimiz ustalıktır dedik; işin aslı hayat ve ölüm, acemilik ve ustalık, varlık ve hiçlik eşyanın birbirinden ayrı parçaları değildir. (Bunu kesin Heidegger’de falan okumuşumdur) Birlikte mümkün ve anlamlıdırlar ancak. Gençlik, acemilik kaçınılmazdır; ustalık, olgunluk ancak titiz bir yürüyüşle mümkün olur.

Efendimiz ustalıktır. Ne pahasına olursa olsun sürdürülmeye çalışılan saplantılı bir acemilik gösterisindense ustalık bilincidir aradığımız.

Şimdi sözümüzü tutalım.

Elbette Turgut Uyar haklı. “Korkulu ustalık”, içinde bir aceminin yüreğini taşımakla mümkün. Kemâle ermiş bir yaşlılık, ancak kalbini, ruhun bütün veçhelerine (genç acemi korkak cesur makul vakur…) açmakla sağlanabilir.

Uyar haklı ama en çok da şunu söylerken: “Gelin böyle yapın demiyorum. Durduğum yerde kalmaktan korkuyorum.”

Sevgili Turgut usta, bence de öyle ve tam olarak bu sebepten efendimiz ustalıktır. Ustalığa ve derinliğe yürüyüş:

“Evet değişmek. Anlamlı bir yaşama için değişmek. Bu bir ölüm kalım meselesidir. Ne dersiniz?”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım