Edebiyat yapma!
Bir kitabı bitirdiğimizde daha duyarlı, anlayışlı biri oluyorsak, içsel çatışmalarımızı tanımladığımızı, dizginlediğimizi hissediyorsak, bir kaos romanında dahi huzur buluyorsak, edebiyatın hayata nasıl dahil olduğunu, onu yönetebildiğini idrak edebilmişizdir.
Edebiyat ne işe yarar? Edebiyatın işlevine dair bu soru, entelektüellerimiz tarafından bilinçsizce vülgarize edilerek, sığ bir alana sıkıştırılmış durumda. Bu sığ alanda kimileri, diğer entelektüel geçinenlerin tahfiflerinden sakınmak için edebiyata değer atfedip anlama konusunda yeterli çabayı göstermemekte, kimileri de birtakım dünya görüşü ve ideolojik reflekslerle edebiyatı faydasız ve keyfi görüp tamamen reddetmektedir. Reddeden bu ikinci kesim, edebiyatın tekil bir bakışı temsil ettiğini, diğer ilimler gibi topluma faydasının bulunmadığını savunuyor. İnsanlar edebî eserleri hoşça vakit geçirmek, bilgi edinmek yahut popüler sunulara ayak uydurmak için okurken, eleştirmenler dahi nesnel davranmak adına edebiyat eserlerinin hayatımıza nasıl sızdığını göz ardı ederken, edebiyatın boş vakit eğlencesi olarak algılara yerleşmesini bu sürecin normali olarak karşılanması gerek. Peki edebiyat şahsi izlenimden mi ibarettir?
Rita Felski'nin Edebiyat Ne İşe Yarar kitabının kapağında bir sembolizasyon vardır. Oyalı bir örtü üzerinde fanus ve onun da altında üst üste dizili kitapların bulunduğu, edebiyata verilen değeri eleştirel bir üslupla gayet net gösteren bir kitap kapağıdır bu. Kitaplar bir süs eşyası yerine konmuş, kitap ayraçları yarılarda, okuma tamamlanmamıştır. Fanustaki balık ise bön bir ifade ile bakar okura. Bu kapak resmi bize âdeta, edebiyatın işlevinin biraz da onunla muhatap olanın dünyası kadar olacağını söyler. Edebiyat olgusu, moda alt başlığı altında incelenirse, popüler yönlendirmeler sonucunda bazı eserler revaçtadır ve kişi daha kültürlü görünmek adına bu kitapları edinmeye öncelik verir. Böylece edebiyat bir moda, süs eşyası kısıtlamasına mâruz kalır. Edebiyat, her ne kadar duyguları, durumları, hayatı süsleme, estetik şekilde sunma aracı olsa da bir rafı süsler gibi zihnimizde birtakım güzellemeler uyandırmaktan çok ötededir. Bu estetize etme olayı, Amanda Anderson'ın dediği gibi "abartılmış eylemlilik" midir peki?
Her ne kadar Anderson, tanımlamasını edebiyatın geliştirdiği dilin olanaklarınca, daha özgün bir tamlamayla sunsa da edebiyatın Anderson üzerindeki bilinçaltı etkisini bir kenara bırakıp, edebiyatın işlevine dönelim. Edebiyatı iki grupta incelersek, ilk grupta Rita Felski'nin "sorunsallaştırma, sorgulama, yıkma"; ikinci grupta "aydınlatma, estetik haz, savunma" işlevlerini görürüz. Edebiyat, Baha Tevfik gibi düşünürlerin iddia ettiğinin aksine birkaç romantiğin sayıklaması değildir. Tarihten, felsefeye, sosyolojiye, psikiyatriye kadar birçok alana rehberlik ederken toplumun çeşitli halkalarını da daha bilinçli, daha özgür kılan, yeri geldiğinde direnmesini ve böylece gelişmesini öğreten bütüncül bir sistemdir. Birey nezdinde genele, uluslararası zeminde de özneye hitâp edebilen, bize görmezden gelineni sorgulamayı, sorunsallaştırmayı ve gerekirse yıkmayı bildiren, hakimâneliği yüksek bir eğitim aracıdır. Ancak edebiyat, bu edimlerin karşılığını bulacağı bilinçli bir okur arar. Ortada bir alıcı yok ise, orada edebiyat hiçbir şey veremez.
Edebiyat, birey nezdinde genele, uluslararası zeminde de özneye hitâp edebilen, bize görmezden gelineni sorgulamayı, sorunsallaştırmayı ve gerekirse yıkmayı bildiren, hakimâneliği yüksek bir eğitim aracıdır.
Fakat edebiyatın öyle bir gücü de vardır ki en donanımsız insanı bile bir alıcı konumuna çıkarabilir. Edebiyat, bireyi bilinç bakımından, dünya görüşü bakımından ve sosyallik yönüyle ileri kademelere çıkarma gücüne sahip büyük bir alandır. Edebiyat, çağdaşlarımıza ve geçmiş dönemlerde yaşayanlara yetişmemizi sağlayan sanattır. Edebiyatın savunma işlevinden bahsedecek olursak, edebî eser tezli yahut tezsiz olsun, alt metin ve leitmotifler incelendiğinde belli olguları bilinçli ya da bilinçsizce savunduğunu görürüz. Eseri tezli veya tezsiz konumuna yerleştirense, bu alt metnin yazar tarafından ne denli ustaca esere geçirildiğiyle alâkalıdır. Esasında edebî eser mutlaka bir düşünceyi okuyucuya/muhataba geçirmek ister. Böylece savunma işlevi aydınlatmanın da bir alt kategorisi hâlini alır. Yalnız, aydınlanma daha kişiselken, savunulanı alma yazarın çizdiği doğrultuda gerçekleşir. Okur belki karayı beyaz diye alıp bir bilinçlenme yaşayacak fakat yazarın tezinden etkilenmek, yalnızca verileni almaktır ve zihin istemsizce etkilenebilir.
Sanattan etkilenme, büyülenme durumunun toy, bön, alt sınıf insanlar ve kadınlar için geçerli olduğunu savunan, materyalizme bağlı görüşte birçok kişi vardır. Felsefeyle uğraşan Baha Tevfik materyalizmi benimsemişti ve edebiyatın akıl karıştırmaktan fazlası olmadığını savunuyordu. Flaubert dahi Emma Bovary karakterini, sanattan etkilenip hülyalara kapıldığı için küçümser ve sonunda cezalandırır. Bu pragmatik tutum, ısrarcı bir realizmden öte maddiyatçılığa kaçan bir nitelik gösteriyor. Okuyucunun karakterle yoğun empati kurması, hatta kendisini kurmacayla özdeşleştirmesi, eser açısından prestijli görünse de bu durum eserin tekilliğine saygısızlığa sebep olur. Eseri gerçekliğe uygunluğu ile değerlendirmek, bu kıstasa göre faydalı bulmak edebiyatı önemsizleştirmektir. Edebiyatta gerçeklik aramak fuzûlîdir. Edebiyatı kendi gerçekliği içinde yargılamak gerekir. Kendi gerçekliği, yazarının gerçekliği, türünün gerçekliği, toplumun gerçekliği ve insanlığın gerçekliği...
Fakat bir kitabı bitirdiğimizde daha duyarlı, anlayışlı biri oluyorsak, içsel çatışmalarımızı tanımladığımızı, dizginlediğimizi hissediyorsak, bir kaos romanında dahi huzur buluyorsak, edebiyatın hayata nasıl dahil olduğunu, onu yönetebildiğini idrak edebilmişizdir. Bir metin faydasından ibaret midir? Edebî metinde faydacılık aranmalı mıdır? Fatih Andı, edebiyatı "hayatı bir sanatın estetik açılımları ile güzelleştirme inceliği ve bir çift göz yerine birçok çift göz ile bakabilme çoğalışı" şeklinde tanımlıyor. Çoğu kuramcı, edebiyatın yalnızca estetik haz vermesi gerektiğini, başka kaygıların eserin sanat yönünü sekteye uğratacağını savunur. Fakat edebiyatın toplumsal rolü, geliştirici potansiyeli asla yadsınamaz. Estetik-üstü amaçlar edebiyatın sınırlarını çizmek için kâfi değildir. Edebî metin faydalı olmak zorunda da değildir lâkin bu, eser için bir değersizlik ölçütü de değildir. Her şeyde olduğu gibi denge önemlidir.
Büyük yapıtlar, sadece üstün edebî değerleriyle değil hayatın akışına kendi zaviyesinden dahil olmakla ve bireye pasif tecrübe katmakla değerlerini ve ilgi çekiciliğini korur. Edebiyat ne salt fayda üzerine kurulur ne de okurun faydasını göz ardı eder. Edebiyat, tüm zamanlar dahilinde birleştirici ve bütünleyicidir. Ruhu gereği edebiyatı tek işlevli görmemiz mümkün değildir. Nasıl ki insan hiçbir zaman tek âna, tek ideolojiye, tek kişiliğe ait olamazsa, hamurunu hayatın işleyişinden alan edebiyat da tek kişinin görüşünden ibaret değildir. Bir edebiyat eserini yazar kurmaz, toplum inşa eder. Edebiyat bireyden, aileden, toplumdan ve milletlerarası ilişkilerden doğup, yine onlara geri döner. Edebiyat bir döngüdür, kendi ekseninde her tur attığında çizginin kalınlaştığı, geliştiği ve büyüdüğü bir döngüdür.