Duvar
Duvarın çıplak gözle en net ve açık görünebildiği az sayıdaki yerlerden biri tek ağaçlı bu tepe. Yapısı diğer hemcinslerinden çok farklı. Ne ses dalgalarıyla yıkılan Jericho surlarına, ne de Berlin’i iki parçaya bölen ve son kullanma tarihi gelince sökülen duvara benziyor. Çin Seddi gibi de değil. ABD’nin eski Meksika sınırlarındakiler ve otuz-kırk yıl önce gösterime giren dizilerdeki duvarlarla da en ufak bir ilintisi yok. Model olarak benzersiz. Arkada bıraktığı zamanla ilişkisi kesikmiş hissi veren vasıflara sahip.
Arthur C. Clarke’ın The Wall of Darkness (Karanlığın Duvarı) adlı bir öyküsü vardır. Üzerinde yaşam ve medeniyet olan bir gezegenin soğuk ve karanlık bir bölgesinde meşum bir duvar vardır ve onun arkası yoktur. Mavi gökyüzü, parlayan güneş altındaki dünya minicik bir evrende hapistir. Bu duvar onun gibi de değil. Algı dışılığı, kavranamazlığının yanı sıra sadece yaşayan hücreleri değil, düşünceleri bile soğurucu bir etkiye sahip.
Weber’in Demir Kafes’i, Yazi Meyyın’ın Dijital Sur’u ve malum yazarın Dijital Kafes tanımı aklımıza bir miktar hitap ediyor ve duvarı hayal etmemize yardımcı oluyor, ama takatsiz. Çünkü duvarın tasarımı sınırlı hayata kapatılmışların maziye dönük çalışan hatırlama ve kıyaslama yetisini tarumar edici, deyim yerindeyse berhava edici bir tesire sahip.
Kur’an’da Kaf Suresindeki ‘Yer küresinde denge unsuru dağlar yerleştirdik.’ mealli ayetten hareketle Taberi, Kafdağı’nın parmağı saran yüzük gibi arzı çevrelediğini ve onu sabit tuttuğunu, ona ulaşmak için dört ay süren karanlık bir mesafeyi katetmek gerektiğini söyler. Bu dağın rengi zümrüt yeşili ve mavidir, dahası gökyüzü rengini ondan almıştır. Bütün dağlar ona bağlı olduğundan yeryüzünün sürekli sallanmasını engellemektedir. Çeşitli menkıbeler, mitler, masallar, tecrübe aktarım tortuları, dinsel deneyim kılıfı içine doldurulmuş bunca sözcük duvarı Kaf’a benzetti durdu. Mitolojilerde çok eski, belki de Nuh Tufanının çok öncesinde dünyayı çepeçevre saran bir duvarın varlığından söz ediliyor. Masallarda belirip yok olmuş bir hikâye. Kuzeyden güneye, soğuktan sıcağa geçiliyormuş. Bu görüşün hâlâ taraftarları var.
İnsan aklı Atlantis ve Mu’dan itibaren iki kutuplu dünyaya alışık. Mısır ve Babil onların devamıydı. 21. Yüzyılda en muhkem karmaşık ve yapısı tam olarak asla kestirilemeyen bir duvar tahayyül ediliyordu. Özlem. Berlin Duvarı yıkılırken diğer duvarın planları hazırdı şeklinde bir tevatür pek revaçta malum, ama potansiyel imalatçıların içinde bulundukları, saklayamadıkları acz ve panik hali bunu yalanlıyor.
Duvarın arkası konulu onlarca kitap yazıldı ve film çekildi. Yitik topraklar, dijital araftaki ruhlar, karmaşık, kaotik takvim, bin bir çeşit lehçe, ağır havas zafiyeti, İnsan 1.0’ın sönümlendiği yerler ve benzeri tasvirleri dimağlarımıza yüklediler. Duvar kehanetçilerinin sosyal medyada dolaşan sayısız videosu da öyle. Duvar öncesinde insan aklı kafessiz, kutupsuz, duvarsız, sınırsız, limitsiz, parsel parsel bölünmüşlük sıkışmışlık hissiyatı olmadan yönetilemez, dahası kendini mutlu hissetmez ve sebil olur gider şeklinde yazıp çizenler çoğu.
Duvarın bedensel ve avatarsal geçişlere engel olarak tasarlandığı konusunda hemfikiriz. Öncesinde beklenti neydi? İpek ve Baharat Yolu kapışması iki kutuplu dünya kurulmasıyla neticelenecek, Üçüncü Süleyman Tapınağı inşa edilecek, sular durulunca da Endüstri 3.0’dan 4.0’a robotlara ve yapay zekâlara geçiş hızlanacak, seyrettiğimiz dizilerdeki gibi android hizmetçilerimiz olacak ve ölümsüzlüğün kara sularına ayak basacaktık. Ansızın her şey hızlandı. Tiyatro perdesi indi ve oyun durdu. Sahne görünmez hale geldi. Akıllı şehirler anında eblehleşti ve ardından en yeni oyunla baş başa kalındı. Farklı gerçeklik hemen herkese arkasından sinsice yaklaştı. Etki alanı, moral cesameti müthişti. Duvar her yerde görünür ve saklı, zamana ip atlatan bir yapı. Varken yok, yokken var gibi algılanması bu nedenle.
Borges’in ünlü denemesinde belirttiği gibi duvarı merkezi her yerde ve sınırı belirsiz bir yapıya benzetenlerle konuştuğumda yüzlerindeki ikna edicilik derecelerinden etkilendim. Dünya küresi üzerinde sınırları tespit edilemiyor. Bin bir harita çizildi. Hiçbiri duvarın sınırlarını bir anlığına olsun zapt edemedi. Duvar her yerde, her noktadan görülebiliyor ve aynı zamanda hiçbir yerde. Yanına gidip dokunmak isteyenler ömürlerini attıkları nafile adımlar ve katettikleri kalp fersahlarla boşa harcadı, ama bazıları asla bundan yakınmadı. Onlar için mühim olan yola çıkmış olmaktı ve gerisi önemsizdi.
Bu arada eski muktedirlere has piramit, tek göz ve diğer çok bilinen amblemler de çoktandır manasızlaştı. Duvarın gelişiyle bu tür ezoterik ve habis semboller hızla epriyip önce silikleşti ve ardından yok oldu. ‘Cern’deki boyut açma çabaları ters tepti, aralık duran kapılar sımsıkı örtüldü. Duvar bunun sembolik anlatımı.’ şeklindeki sözlere modernitenin en büyük hissedarı olarak Samiri’nin müritlerinden şiddetli itirazlar geliyor haliyle.
Emirlerindeki Duvar Mühendisleri’nin bunca zamandır o mutena yapıdan tek bir bilgi kırıntısı kopartamamış olması moral çürütücü bir durum. Küfür Lordları kaç bin yıllık Lusiferyan yatırımlarının, kurdukları sistemin ansızın çökmesi nedeniyle meyus. Kafaları çok karışık. Bir yerlere sinmiş durumda olan biteni anlamaya çalışıyorlar.
Duvarı bize yüce yaratıcı âhir zamana uygun bir jest olarak yolladı fikrinin kabulü metanet nedeni. Dünyanın bir imtihan yeri olduğu inancı küresel ölçekte yeniden güçleniyor. Duvarın ardında ne var kimse bilmiyor. İki dünya birbirlerine dokunarak yoluna devam edebiliyor. Ekinler yeşeriyor, kuş yavruları uçmayı öğreniyor, yer çekimi sabitesi ve kahvenin kokusu aynı kalmaya devam ediyor. Yarın sabah da öyle olacak inşallah