Dünya dönüyor oysa biz yokuz
Dünya dönüyor, aksatmadan görevini yerine getiriyor. Oysa biz yokuz. Akif İnan’ın sesiyle başlasın bir destan. Bitiş diye bir son yok. Ölüm sadece toprağın altına girince olmuyor. İnsan kendi döngüsünün farkında olmayınca da öldürür tüm hücrelerini. Yolda olmak dünyanın dönüşüne bir ahenkle tutunmaktır.
Bir kitabın sayfasını çevirmekle başlayabilir her şey ya da bir yaprak düşebilir daldan. Kitapla yaprağı aynı cümlede kullanmam çok da tesadüfî değil aslında. Kitabın yaprakları arasında gezmek isteğiyle, ormanın içindeki yaprakların arasında dolaşma isteğini birbiriyle bağdaştırabilirim. Bunda bir beis de olmaz. Nihayetinde kitabın özünde de ağaç var. Ağacın bundan ilk başlarda haberi olmasa da, bütün ömrünü kutsal bir göreve adayarak büyüyen bir ağacın günün birinde kitabımın sayfası olarak önüme düşeceğini ben bilirim, bundan ağacın haberinin olmasına da gerek yok. O sadece ilahi bir emri yerine getirmekle mükellef. Bir döngü bu. Farkına varılmayan ve bir ucundan tuttuğumuz hayatın bizi de içine alan sarmalı. Mevzuya bu açıdan bakınca ne kadar anlam yüklü oluyor her şey. Yağmurun yağması sadece bir yağış şekli olarak işlemiyor zihinlere. Yağmurun toprakla buluşması, bereket olarak hanelerimize konması, güneşle birlikte buharlaşıp tekrar bulutların arasına karışması ve dönüp durması kâinatın hükmü gereğince.
Eşkıya filminde bir sahne vardı. Şener Şen (Baran), bir umut gibi konuşuyordu filmin bir yerinde. Ölümün bile bir yok oluş olmadığını ispatlarcasına bir demet çiçek nezaketinde anlatıyordu kayıp giden bir yaşamı: "Korkma sadece toprağa gideceksin... Sonra toprak olacaksın... Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin... Oradan özüne ulaşacaksın... Çiçeğin özüne bir arı konacak... Belki... Belki o arı ben olacağım." İnsanın dönüp duran bir hikâyesi var. Dünyanın dönüşünden esinlenen bir çağrışım gibi ama çok da farkına varılmayan bir hayat çağrısı bu. Ertelemeler, az sonra demeler, hele bir zaman geçsin de diyerek ötelemeler ve bitip tükenmeyen bir dünya ağrısı bu yaşadığımız. Başlamak için beklemek de insanın kaderi olsa gerek. Ertelenen her şey bir şekilde insana yük oluyor.
Kitap okumak gibi çok da ağır olmayan bir fiili bile erteleyerek yaşamayı alışkanlık hâline getiren bir ömür çizgisi var. İlk okuma çalışmalarının başladığı ilkokul sıralarında iken, hele bir ortaokula geçilsin de başlanır okumaya diyerek geçilen, ortaokul sıralarında girilen sınav maratonu liseye erteler okunacak kitaplar listesini. Lisede hadi okuyalım demeye kalmadan üniversite sınavının telaşı ile üstü örtülür kitapların. Hele bir üniversite kazanılsın, ora daha rahat, asıl mesele başlamak, başlayınca zaten bitiyor denen üniversitenin vize ve final koşuşturmasında unutulur tüm kitaplar. Asıl mesele hayata atılmak, bir iş bulup rahata ermektir. İşte o zaman, gelsin kitaplar dendiğinde de dört harfli sınavlar, mülakatlar, iş başvuruları arasında geçilen iş hayatı da beklenen an değildir çünkü artık geçinmek denen kaygı sarar insanın dumanlı başını. Evlenmek, çocuk sahibi olmak, onların hayatını ikame etmek arasında, evin bir köşesine kondurulan kitaplık yeni açmış çiçek gibi durur bir köşede. Dünya telaşının sardığı efkârlı vakitlerde göz ucuyla bile bakılamayan kitaplık da kendi hüznünü yaşar içinde. Tıpkı ormandaki günleri gibi: "Bir ağaç gibi tek ve hür." Hürdür kitaplar çünkü kimse ilişmez onlara. Ertelenen tüm vakitler artık emeklilik günlerinin o huzurlu ve dingin vakitlerini beklemektedir. Kitaplık evin en nadide aksesuarı olmayı kimseye kaptırmazken eve gelen eş dostun sorduğu "Bu kitapların hepsini okudun mu?" sorusuna verilen en net cevap, "Kahveler nasıl olsun azizim."dir.
Hayatın döngüsünde bitmeyen bir telaştır yaşamak. Farkında olunmayan ama kendini zamanla fark ettiren bir iz gibi yaşamak. Bahçemizde sadece bir ağaç olsa tüm takvimlerin ötesinde anlarız mevsim geçişlerini. Ağacın her hâli bir mevsimin sesidir duymasını bilenler için. Görmekle ilgili bir durum bu. Geçiş töreni devam ediyor. Durup soluklanmak ve farkına vararak yaşamaktır hayatın en canlı rengi. Ertelemeler solduruyor tüm renkleri. Kemalettin Kamu, tabiatı okumayı işaret eder şiirinde: "Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni; Kuzular bize söyler yılların geçtiğini." Bir ağacı, kuzuyu, çiçeği okumak da var. Bulutların geçişinden derin anlamlar çıkararak dünyanın ahengini bilenler gibi. Takvim yapraklarından daha çok hayatın sesiyle yaşayan anneler gibi. Çocuklarının doğumunu; ekinlerin biçimi, kirazların toplanmaya başlaması, domateslerin kızarması, üzümlerin toplanması diye eski bir defterin köşesine not düşen anne takvimi kadar pürüzsüz ve yürekten hangi takvim vardır?
Sokakta fasulye ayıklayan, komşusuna bir tas çorba götüren, hastasını ziyaret eden, verilen selamı yürekten alan, sokağın ortasındaki taşı kenara kaldıran, camiye giden çocuklara şeker veren, aşure yapıp dağıtan, kandilde tüm mahalleyi helva bereketiyle kokutan, bayramda çocukların harçlıklarını mendilin arasında veren insanlar, hayatı okuyarak yaptı tüm bunları. Şimdi salgın var diyerek uzak düştüğümüz her şey, elimizden bir bir kayıp giden "biz"den başka bir şey değil. Sokakta gördüğü çikolata kâğıdının üzerindeki Arapça harfleri kutsal bir metin gibi alıp duvarın üstüne koyan da anne irfanından başka bir şey değildir. Hayatı okuyan anneler hiçbir şeyi ertelemeden yaşadıkları için kalpleri o kadar temiz ve savunmasızdır. Kafamızın karışıklığını attığımız "Yeni Çağ", bizim prangalarımızdan başka bir şey değil. Bir acı fotoğrafı gibi evin salonundan bakıp duran kitaplar nefes almak için tekrar ağaç olmayı bekliyordur, kim bilir.
Dünya kendini ertelemeden dönüşünü sürdürüyor. Bir anlık dursa, her şey alt üst olacak. Bütün hesaplar ters yüz edilecek. Ağaçların çiçekleri, yağmurun yere doğru olan yolculuğu, dengesini yitirecek; güneş tüm aydınlığını işine hapsedecek. Dünya bir an için dursa cümlesini içimizden geçirmemiz bile tüm renkleri birbirine karıştırmaya yetecek. Dünya dönüyor, aksatmadan görevini yerine getiriyor. Oysa biz yokuz. Akif İnan’ın sesiyle başlasın bir destan. Bitiş diye bir son yok. Ölüm sadece toprağın altına girince olmuyor. İnsan kendi döngüsünün farkında olmayınca da öldürür tüm hücrelerini. Yolda olmak dünyanın dönüşüne bir ahenkle tutunmaktır. "Kim demiş her şeyin bitişi ölüm, Destanlar yayılır mezarımızdan".