Dünya ağrısı

 1923 yılının Ekim ayı… Mübarek bir tarih. İstanbul işgalinin sona erdiği tarih.
1923 yılının Ekim ayı… Mübarek bir tarih. İstanbul işgalinin sona erdiği tarih.

Dünya bu, yorar. Burada, insana yorgunluk, insana keder, insana acılar ve sorular vardır. Hatırlayalım ki “dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır” demişti o büyük vaaz.

Milyonlarca parçadan oluşan devasa bir çarkın içindeyiz, kabul. Her küçük çark, bir diğerinin ve bir büyüğünün dönüşünü mümkün kılıyor, kabul. Büyük binaların ve reklamların arasından geçerek; televizyon ekranlarının ve sahne ışıklarının yansımasının kamaştırdığı kısık gözlerimizle dünyaya bakarak ve dünya tarafından bakılarak geçen günlerin içindeyiz, kabul.

Her doğan çocuğun çıkarabildiği olanca sesiyle ağlayışı, ciğerlerine hava doluyor diye değil; tüm varlığına dünya ilk kez saldırıyor diye aslında.


Bu çark, bu ışıklar, bu çıbanlar, bu tekrarlar yorar, kabul. Dünya bu, yorar. Geride sade ağrısı ve sade yorgunluğu kalır.

Dünya bu, yorar. Burada, insana yorgunluk, insana keder, insana acılar ve sorular vardır. Hatırlayalım ki “dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır” demişti o büyük vaaz. Her doğan çocuğun çıkarabildiği olanca sesiyle ağlayışı, ciğerlerine hava doluyor diye değil; tüm varlığına dünya ilk kez saldırıyor diye aslında. Sonra alışıyor insan buraya ve büyüdükçe bağışıklık kazanıyor dünyanın saldırısına. Saldıran dünya, onu da kendisine benzetiyor sonunda. Ağlamıyor, ağlatıyor artık.

***

Burası dünya. Geldik ve geçiyoruz, birbirinin tekrarı olan bir sürü günün arasından. Nasibine yorgunluk bulaşmasın isteyenler var. Boşuna bir isteyiş bu. Kendi heybesine yorulmak ulaşmasın diye bekleyenler var. Boşuna bir bekleyiş bu.

Dünya bu, yorar. Burada olan ve biten, burada yapılan ve yapılagelen her şey yoracaktır. Anlamak bile yoracaktır. Yorum-lamak da yorar çünkü. Yormak, yorulmakla mümkün zaten. Yorulmadan, yorumlamak yok. Yorulmadan anlamak yok!

  • Yorgunluğa övgü düzmekten başka bir amacımız yok bizim burada. Onu lanetleyecek değiliz. Nasıl yorulacağını seçecektir insan sadece. Özgürlük budur işte! Ya düşerek ya da tırmanarak. Her ikisinde de yorulacaktır insan.

***

Dünya bu, yorar. Buna şüphe yok. Yormasın diye bekleyen de yok.
Dünya bu, yorar. Buna şüphe yok. Yormasın diye bekleyen de yok.

Dünya bu, yorar. Buna şüphe yok. Yormasın diye bekleyen de yok. Varsa da ayrıca bir yorgunlukla sonuçlanır bu. Yorgunluk var evet. Ama kenarımızda duran ve dalgın tek bir anımızı kollayan bu uçurum sade bir ağrıdan, sadece bir acıdan ibaret. Tek teklifi bu! Bu yorgunluk bizim değil yani, dünyanın… Bizi içine çeken uçurumun yorgunluğu bu. İnsanın tercih edip tırnaklarıyla tırmandığı, her adımında tertemiz terler akıttığı yokuşun yorgunluğu değil.

Dünya yorar. Ve yemin ederek söyleyebiliriz ki, bu keşmekeşin içinden geçen herkes yorulacak. Kendi seçimiyle tırmanan da yorulacak, istemese de tek bir kez ayağının tökezlemesini bekleyen o derin uçurumdan aşağı yuvarlanan da…

Özgürlük; rakamlarla gösterilen aylık gelirin yüksekliğiyle elde edilemediği gibi, düşüklüğüyle de kaybedilmiyor. Sadece ve sadece seçerek elde ediliyor. Öleceğiz ve bu insanın tercihi değil. Nasıl olacağını insan seçebilir ama.

Dünyanın yorgunluğu, hepimizi bulacak. Nasıl bulacağını seçebiliriz ama. Tırmanırken ya da düşerken… İnsanı, bu özgür kılacak!

İthaf

Ekim ayı… 1923 yılının Ekim ayı… Mübarek bir tarih. Yüzyıllarca tertemiz saklanmış olan İstanbul’un kirli çizmelerle kirletilmesinin ardından yeniden temizlendiği tarih. Dört yıl, on ay, yirmi üç gün süren İstanbul işgalinin sona erdiği tarih. Bugünü ve bu büyük günün ismini bildiğimiz, bilmediğimiz kahramanlarını unutacak değiliz. O yüzden Cins, ekim sayısını 1923’ün Ekim’ine ve İstanbul’a yürüyen isimlere ithaf ediyor. Bir daha düşman çizmesiyle çiğnenmesin diye coşkuyla İstanbul’a giren Refet Paşa’ya… Ve Selahaddin Adil Paşa’ya…

Kurtuluş Savaşı komutanları
Kurtuluş Savaşı komutanları

Ve elbette ve özellikle 3. Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa’ya…

Kolordusuyla İstanbul’a hareket etmeden önce, güvendiği kurmay subaylarını gizli bir tebligatla, ordu İstanbul’a girmeden önce İstanbul’a yollayan Şükrü Naili Paşa’ya… Subaylarına, İstanbul’da Kuvay-ı Milliye istihbaratıyla irtibata geçip Topkapı’daki saray envanterine kayıtlı ‘mukaddes emanetler’i bulundukları yerden alarak Fatih’te gizli bir eve taşımaları emrini verdiği için…

Çünkü İngilizler, giderken Topkapı ve Ayasofya’daki eserlerin pek çoğunu çalacaklardı. Zekice ve hızlıca bir operasyonla hırsız İngiliz askerlerinin operasyonunu boşa çıkaran ve İstanbul’a girerek, resmen işgali sona erdiren Şükrü Naili Paşa’ya.