Dum di dum duridum dubida: Cazz
Cazz ilk olarak 19. yüzyılda Amerika'daki siyahiler tarafından icat ediliyor. Yine Afrika kökenli olan Blues'tan esinlenen cazz, 1880 yılında New Orleans'ta serpilmeye başlıyor. Daha sonra dalga dalga yayılan cazz, Los Angeles ve New York'ta da kendine yer bulmaya başlıyor.
Her şey aslına döner. Bazen yağmur bile. Bazı şeyler aslına dönerken, o şeylerin güzel seslerini bile duyabiliriz. Cazz bu tür dönüşlerin başında gelir. Toplumun her kesiminde farklı anlamlarda karşılığı olan Cazz nedir peki? Cazz'ın kelime anlamı; enerjik, hareketli ve ruhani gibi kelimelere denk düşüyor. Tam kesinleşmiş bir anlamdan da söz edemiyoruz. Çünkü bir tür sosyo-ekonomik açıdan alt kültürün temsili olarak karşımıza çıkıyor cazz. Bu da onun argo temelli bir kelime olduğunu gösteriyor. Argonunsa kelime arkeolojisi genellikle takip edilebilir bir etimolojik izlek sunamıyor bize.
Her şey aslına döner demiştik. Neydi o aslına dönen? Dünyanın kaderini, yaşadığı acılarla belirleyen bir kıtanın kelimeleri: Kölelik, sömürge ve Afrika. Evet Amerika'da ortaya çıkan çoğu müzik türü Afrika'dan getirilen kölelerin, çektiği acılara karşı bir savunmasıydı aslında. Acılar ne kadar büyükse, o kadar da gülmeye çalıştılar. Cazz da diğer birkaç müzik türü gibi Afrika yerel kültürünün, yeni mekâna ve zamana ayak uydururken çıkardığı o neşeli sesti.
Cazz ilk olarak 19. yüzyılda Amerika'daki siyahiler tarafından icat ediliyor. Yine Afrika kökenli olan Blues'tan esinlenen cazz, 1880 yılında New Orleans'ta serpilmeye başlıyor. Daha sonra dalga dalga yayılan cazz, Los Angeles ve New York'ta da kendine yer bulmaya başlıyor. Nefesli, vurmalı ve üflemeli çalgılarla başlayan cazz, giderek kendine has bir müzik türüne dönüşüyor. Onun gelişiminde ilginç olansa, köleliğin bir sonucu olarak çıkıp, elit bir mekâna taşınarak kendini devam ettirmesi incelenmesi gereken müstakil bir konudur.
Cazz, uzunca bir dönem sefalet, eğitimsizlik ve savaş süreci geçirmiş bir müzik türüdür. Özellikle savaş dönemi bittikten sonra, kurumsallaşan eğitim, onu sokaklardan salonlara taşıyan bir sürece hazırlamıştır. Bu süreç içerisinde gösterebileceğimiz 4 ayrı cazz evresi vardır. Bunlar sırasıyla; Ragtime (siyahilerin törenlerde söylediği ritmik ezgiler), Blues (siyahilerin çalışma hayatındaki kederleriyle başlamış olan müzik türü), Hot cazz (sokaktan sahneye geçiş sürecindeki, solo performansların dönemindeki kavramsallaşmış hali) ve Cuse ( Cazz'ın tekamülünü sağlayıp, diğer müzik türleriyle etkileşime girmesi ve hatta klasik müzik parçalarıyla aşılandığı dönem)
Cuse evresinden sonra Louis Armstrong ve Coleman Hawkins başta olmak üzere çok sayıda iyi müzisyenin cazz ile birlikte anıldığını görmekteyiz. Bu isimlerle dünyaya dağılmaya başlayan cazz, her gittiği ülkenin kültürel kodlarından etkilenmiş yeni birçok forma da evrilmiştir. Bundaki en önemli etken ise cazz içindeki doğaçlama tekniğidir. Doğaçlama eğitimden ziyade var olan yerel kültür öğeleriyle aniden çıkar karşımıza. Bir nevi "vahşi" yanımız denebilir.
Bu eğitimden sıyrılmış alan, cazz müziğin karakterini de belirleyen bir özellik de denilebilir. Cazz iki kavram etrafında çözümlenebilir: Ezgi ve ritim. Ezgi bölümünde genellikle; klarnet, trompet, saksafon eşlik ederken, ritim bölümündeyse; gitar, davul, kontrbas ve piyano öne çıkar. Bunlar ortak bir uyumla çalınırken, müziğin esas öznesi, başlatıcısı olan insanın sesiyle hiçbir zaman bastırılmaz, aksine öne çıkarılır.
Cazz Türkiye'ye nasıl geldi peki? Aslında erken bir dönemde geldi cazz Türkiye'ye. Kaynaklara göre Ermeni Leon Avidgor, Fransa'da tanıdığı bu müziği bir nevi gelirken kendisiyle birlikte İstanbul'a getirdi. Avidgor'un bu girişimi cazz müziğinin yaygınlaşmasını sağlamadı ama bir nevi tanıştırmış oldu. Cazz ile ciddi anlamda tanışmamız sadece kültürel kodlarla okunulmayacak bilgiler ışığında anlaşılabilir. İkinci Dünya Savaşı'nda yeni gruplaşmalar içerisine giren ülkeler, her grubun kültürel aurasından ister istemez etkilendi. Özellikle Türkiye, Rusya tehdidine karşı NATO'ya girdiğinde, farklı kültürlerle karşılaşmaması imkânsız hale geldi.
Aslında Afrikalı kölelerden neşet eden bu müzik, Türkiye'ye iktisadi anlamda güçlü, ideolojik anlamda da Batıcı kişilerin aracı olmasından ötürü, farklı bir sınıfın müziği olarak geldi. İlginçti bazı örnekleri dışarda bırakıcak olursak, hâlâ da öyle devam etmektedir. Cazz özellikle 1955 yılında Hilton Oteli'nin açılmasıyla birlikte kendine bir mekân ve dinleyici topluluğu oluşturmuştur. Bu bakımda mekanların; müzikleri, ideolojileri ve hayat tarzları vardır da diyebiliriz. Hilton yalnızca Hilton değildir bir bakıma.
Türkiye'deki politik süreçten etkilenen cazz müziği, 80'lerin ortasına doğru yaygınlaşsa da bu küçük bir hinterlandın içinde kaldı. Köylerden şehirlere doğru başlayan iç göç, revaçta olan müzik türlerini de İstanbul üzerinden yerinden etmiş ve ardından arabesk müziğin liderliği gelmişti. Cazz, ayda yılda bir misafir gelince açılan salonlar gibi, arabesk ise her gün oturulan oturma odasıydı.
Dilimize bile "cazz yapma" diye yerleşen bir tabir vardır. Bunu genellikle çok konuşmayla veya yapıntılıkla ilişkilendirerek söyleriz. Bu cazz müziğin halk kitlelerindeki karşılığını gösterirken, aynı zamanda daha dar bir grubun içerisinde de bir o kadar derinleştiğini ve geliştiğini de gösteriyor. 90'lı yıllarda sermayeyi de arkasına alan cazz, başta Akbank olmak üzere mali destekler alarak, İstanbul Cazz Festivali ile daha da görünür oldu. Hatta 2000'lerin başında Bilgi Üniversitesi'nde bir bölüm haline gelerek; Ali Perret, Can Kozlu ve Neşet Ruacan gibi müzisyenlerin ders vermesiyle akademik anlamda da isim sahibi oldu.
Bugün cazz müziği için yapılan, "salon müziği" benzetmesinin geçerliliğini koruduğunu söylemek güç. Bunun başlıca sebeplerinden bir tanesinin internetin, toplumları diğer toplumlarla kuvvetli ve kolay bir biçimde iletişime geçirmesi olduğunu söyleyebiliriz. Böylelikle zevklerin ve psikolojilerin gittikçe bireyselleştiği bir çağda, cazz müziğin de genç kitlelere kolayca ulaşabildiğini ve ulaştığı yerde de oranın kültüründen etkilendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.