Dolandırıcıları telefonda oyalayan yapay zekâ bir nine

Dolandırıcıları telefonda oyalayan yapay zekâ bir nine
Dolandırıcıları telefonda oyalayan yapay zekâ bir nine

Başka Sinema’nın Youtube sayfasındaki her fragmanı izlerim. Son yıllarda dikkatimi gerçek manada sadece beş film çekmişti. Bunlardan biri de La Cocina idi. Atlas Sineması’nda Çarşamba saat 16.00 gibi filmi izledim. Salonda 8-9 kişi vardı. Isıtmalar çalışmıyordu. İşletme sahiplerine hak verdim ve montumu üzerime çekip filmi izledim. İzlediğim fragmandan, bir yönetmen meziyeti göreceğim belliydi. Ama mutfağın gerginliğini gerçekçi biçimde veren bir film izleyeceğimi beklemiyordum.

Sınıf ayrımları, göçmenlik deneyimi ve bireysel umutlar

Sinema tarihine damga vuran ve kültürel dinamikleri derinlemesine inceleyen filmler, izleyicilere sıradan gibi görülen hayat kesitlerini derin bir perspektifle sunuyor. “La Cocina”, bu bağlamda dikkat çekiyor. Çok katmanlı hikâyesiyle sınıf ayrımları, göçmenlik deneyimi ve bireysel umutlar gibi çok boyutlu konuları irdeleyen bu yapım; ironisi, gerçekliği, renk kullanımları (bir sahne dışında siyah-beyaz olsa da), mekân seçimleri, yönetmenliği ve daha nice açıdan fazlasıyla başarılı.

Filmin hikâyesi, çeşitli kültürlerden gelen mutfak çalışanlarının günlük yaşamları, hayalleri ve zorlukları üzerine kurulu. Mutfak, burada sadece yemeklerin yapıldığı bir yer değil, aynı zamanda farklı kültürlerin çarpıştığı ve bireylerin kendi kimliklerini bulmaya çalıştığı bir alan olarak öne çıkıyor.

“La Cocina”ı benzersiz kılan unsurlardan biri, görsel diliyle sosyal mesajlarını etkileyici bir şekilde sunabilmesi. Kameranın sürekli dar ve sıkışık mutfak sahnelerine odaklanırken uzun uzun sekanslar sunması, izleyicinin de bu kaotik ortama dâhil olmasını kesintisiz biçimde sağlıyor. İşçilerin yorgun ama bir o kadar umut dolu ifadeleri, zengin müşterilerin işletmenin diğer tarafındaki rahatlığıyla keskin bir zıtlık oluşturuyor. Bu da sinemanın görsel bir sanat olarak söylemek istediğini doğrudan görüntülerle anlatma kapasitesini ortaya koyuyor. Filmin diyalogları ise bu görsel metaforlarla uyumlu olarak sınıf farklılıklarına vurgu yapıyor ve klasik bir hikâye anlatımından uzak durarak, bireysel karakterlerin hikâyelerine odaklanıyor.

Özellikle sosyal adaletsizlik, göçmenlik ve bireysel umutlar üzerine düşünmek isteyenler için bu film, kaçırılmayacak bir yapıt.

Newcastle forması, fotoğrafçılık, inançlar, binalar ve taziyeler

Loach’un uzun yıllara dayanan sinema kariyerindeki güçlü toplumsal adalet ve eşitlik temalarının bir devamı niteliğinde olan bu film, izleyiciyi derin bir toplumsal meseleyle yüzleştirmiş.
Loach’un uzun yıllara dayanan sinema kariyerindeki güçlü toplumsal adalet ve eşitlik temalarının bir devamı niteliğinde olan bu film, izleyiciyi derin bir toplumsal meseleyle yüzleştirmiş.

BBC’nin özellikle müzik kanallarını özenle takip ediyorum. Basın kısmı ise malum… The Old Oak filmi zamanında ilgili çekmişti ama bir türlü seyredememiştim. BBC desteğinin hakkını veren bir iş olmuş. Ama bu son cümleyi olumlu anlamda kullanıyorum. Çünkü filmdeki siyasi nüanslar, ustalıkla işlenmiş: Maden işçileri, emekçiler, fakirlik, göçmenler, göçmen karşıtlıkları, hapisteki Suriyeli muhalif halk, Newcastle forması, fotoğrafçılık, inançlar, binalar ve taziyeler.

“The Old Oak” filmi, İngiliz yönetmen Ken Loach’un 2023 yapımı aşırı romantik bir sosyal drama filmi. Yüksek dozda başlayıp giderek azalan bu romantizm, bilinçli bir eylem. Çünkü yönetmen bu romantizmle salonları boşaltmak istemiş. Yani yönetmen; önce göçmen karşıtlarını, ardından kendini tarafsız görenleri ve en sonunda ise gerçekçi bir şeyler izlemek isteyenleri filmi yarıda bıraktırmak istemiş.

Loach’un uzun yıllara dayanan sinema kariyerindeki güçlü toplumsal adalet ve eşitlik temalarının bir devamı niteliğinde olan bu film, izleyiciyi derin bir toplumsal meseleyle yüzleştirmiş. “The Old Oak”, Kuzey İngiltere’nin küçük bir madenci kasabasında geçiyor ve kasabanın hem ekonomik hem de toplumsal olarak maruz kaldığı değişimleri konu alıyor.

Biraz daha açalım. Film, bir zamanlar canlı ve birlik içinde olan küçük bir madenci kasabasının, madenlerin kapanmasının ardından ekonomik ve sosyal olarak çöküşe sürüklenmesini anlatıyor. Kasabanın merkezinde yer alan “The Old Oak” adlı pub, eskiden topluluğun buluşma noktasıyken zamanla ekonomik sebeplerden ötürü kapanmanın eşiğine geliyor. Bu çöküşün tam da ortasında, kasaba Suriyeli mültecileri ağırlamaya başlıyor.

Ken Loach, filmde sınıf mücadelesi, topluluk dayanışması ve göçmenlik gibi temaları işlerken, aynı zamanda insanların birbirlerine duyduğu güvenin ve dayanışmanın nasıl yeniden inşa edilebileceğini araştırıyor. “The Old Oak”, bireysel acıların toplumsal bağlamda nasıl çözülebileceğini ve yerel toplulukların içindeki dayanışma duygusunun yeniden nasıl canlanabileceğini göstermeyi amaçlıyor.

Loach’un yönetmenlik tarzı, belgesel estetiğine yaklaşan bir gerçekçilikle dikkat çekiyor. “The Old Oak”, Kuzey İngiltere’nin kasvetli atmosferiyle birleşerek hikâyesini güçlendiriyor. Film, Loach’un karakterlerine duyduğu empati ve onların hikâyelerini sade ama etkileyici bir şekilde anlatma becerisiyle öne çıkıyor.

Annem Sinema Öğreniyor’a bir daha baktım. Bu kısa film ilk çıktığında ne övgüler ne ödüller almıştı.
Annem Sinema Öğreniyor’a bir daha baktım. Bu kısa film ilk çıktığında ne övgüler ne ödüller almıştı.

Telefon sapıklarının tövbe kapısı

Ben çocukken ve rahmetli nenem hafif bunamışken, telefon sapıklarının tövbe kapısıydı dedemin ev telefonu. Nenem önce “Kimsin?” diye sorar ve beklerdi. Eğer hattın diğer ucundaki kişi ‘sevdiği’ biriyse sesini yumuşatıp; eğer hattın diğer ucundaki kişi ‘sevmediği’ biriyse de sesini hiddetle yükseltip “Alo.” derdi. Son ihtimal; karşı taraf konuşmazsa, o kişiyi ‘Dudu Kadın’ beller, akıl almaz küfürler edip ardından da dinleyenlerin ciğerlerini solduran beddualar ederdi.

Sosyal medyada karşıma çıkan bir videoyu size yazacak değilim. Yıllardır ve özellikle takip ettiğim birkaç yabancı sitede bir reklam filmi gördüm. Bu reklam filmi, Türkçe sayfalarda hemen kendine yer buldu, ardından da haber sitelerinde:

“İngiliz şirket Virgin Media O2, dolandırıcıları telefonda oyalamak için yapay zekâlı bir ‘nine’ geliştirdi. ‘Daisy’ isimli bu yapay zekâ; uzun hikâyeler ve yanlış bilgilerle dolandırıcıların yerlerinin tespit edilmesi için dolandırıcıları aramalarda başarıyla telefon hattında tutabildiği kaydetti.

Son yıllarda yapay zekânın hayatımıza her alanda entegre olmasıyla beraber zararları tartışılırken, beraberinde getirdiği yararları da bulunuyor.

İngiliz telekom şirketi Virgin Media O2, çağrıları gerçek zamanlı olarak yanıtlayan ve dolandırıcıları, tıpkı dünya çapındaki tüketicilere yaptıkları gibi, yerlerinin tespit edilmesi amacıyla mümkün olduğunca uzun süre telefonda tutan insan benzeri bir yapay zekâlı nine olan Daisy’yi tanıttı.”

Kim daha ahlakçı

Annem Sinema Öğreniyor’a bir daha baktım. Bu kısa film ilk çıktığında ne övgüler ne ödüller almıştı. Bu kısa film 2024’te yayınlansa aynı tepki ve övgüleri alır mı? Benden övgü alır. Benden övgü alsa ne yazar. Ama aynı ödülleri asla alamaz. Almamasının sebebi tabii ki sektör. Dudu Yitik mi ahlakçı yoksa ben mi?

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım