Doğu ve Batı arasında bir ressam: Fahrelnisa Zeid
Zeid’in eserleri Picasso’nun “Resim yapmak, günlük tutmanın bir diğer yoludur.” sözünü doğrulayacak nitelikte. Her bir eseri ayrı ayrı incelendiğinde onun hayatına ve içinde bulunduğu toplumun kültürüne ilişkin ipuçları verecektir. Her biri ayrı derinlik ve çekiciliktedir. Fakat döneminde yaşayan pek çok kadın sanatçı gibi, o da yeterince anlaşılamamıştı.
II. Dünya Savaşı’na şahitlik etmiş, yeniden kurulan bir ülkede -kendi deyimiyle “yalnızlığından kurtulmak” için- sanata tutunmuş bir kadın ressam Fahrelnisa Zeid. Hayatı boyunca da tutunduğu bu dalı asla bırakmamış. 1901 Büyükada doğumlu Zeid, sanata düşkünlüğü ile bilinen Şakir Paşa’nın ailesinden geliyor.
Babası diplomat, asker, fotoğrafçı ve tarihçi Şakir Paşa’dır. Kardeşleri ünlü yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve ressam Aliye Berger’dir. İlk evliliğini yazar İzzet Melih Devrim ile yapmış, bu evliliğinden dönemin en önemli sanatçılarından ressam Nejad Melih Devrim ve tiyatro sanatçısı ve yazar Şirin Devrim dünyaya gelmiştir.
Babası diplomat, asker, fotoğrafçı ve tarihçi Şakir Paşa’dır. Kardeşleri ünlü yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve ressam Aliye Berger’dir. İlk evliliğini yazar İzzet Melih Devrim ile yapmış, bu evliliğinden dönemin en önemli sanatçılarından ressam Nejad Melih Devrim ve tiyatro sanatçısı ve yazar Şirin Devrim dünyaya gelmiştir. Fahrelnisa Zeid ayrıca seramik sanatçısı Füreya Korel’in teyzesidir. Resme 14 yaşında babaannesinin portresini yaparak başlayan Zeid,İstanbul’da Sanayi-i Nefise’nin Resim Bölümü’nde başladığı eğitimine, Paris’teki Ranson Akademisi’nin Bissiere ve Stahlback Atölyeleri’nde devam etmiş ve 1934 yılında da Irak Büyükelçisi Prens Zeid ile evlenerek “prenses” ünvanını almıştır.
Zaman ve mekândan bağımsız bir sanat anlayışı
Fahrelnisa Zeid İstanbul, Bağdat, Berlin, Budapeşte, Londra, Paris, New York ve Amman gibi pek çok farklı şehirde ömrünü geçirmiş bir sanatçıdır, dolayısıyla onun sanatsal anlamda sadece Doğu’dan veya sadece Batı’dan beslendiğini söyleyemeyiz. Sanatçının eserlerinin İran, Bizans, İslam ve Arap motiflerinin yanı sıra Avrupa’nın soyut resim geleneği ile de birleştiğini görüyoruz. Bu nedenledir ki Zeid’in sanatını “zamandan ve mekândan bağımsız” şeklinde niteleyebiliriz. İlhamını yaşadıklarından aldığını görüyoruz, tecrübesini sanatına aktarabilen bir ressamdır Fahrelnisa Zeid. 1958 yılında Irak Devrimi ile eşinin tüm ailesinin öldürülmesiyle hayatı yeniden şekilleniyor ünlü ressamın ve bu değişim eserlerine de yansıyor. 57 yaşında, hayatında ilk defa mutfağa giren ve ailesine yemek yapan Prenses, tavuk kemiklerini reçine ile kaplayarak heykellere dönüştürüyor.
Ya da Zeid’e bir uçak seyahatinde uçağın bulutların arkasında bıraktığı izler, şekiller ilham olabiliyor ve sanatçı bu geometrik şekilleri tuvaline aktarıyor. Soyut resimlerinde tuvalin merkezinden başlayarak farklı odaklara tekrar dönen, dalgalanan ve sistemsiz olarak büyüyüp küçülen renklerin ve çizgilerin müthiş kompozisyonu, insanı Zeid’in eserlerinin içine çekiyor ve sanatçının da bu eserleri adeta bir trans hâline girerek yaptığı izlenimi veriyor. Zeid doğal yeteneğini asla sınırlamamış, deneysellikten hiç kaçınmamış, birçok teknik ve farklı malzemeyi kullanarak sanatını beslemiş ve zenginleştirmiştir.
Sanat tutkusunun cesaretle buluşması
Fahrelnisa Zeid’in karakter olarak çok güçlü, inatçı ve tutkulu olduğunu söylüyor kızı tiyatro sanatçısı Şirin Devrim. 1945 yılında ilk solo sergisini Maçka’daki Ralli Apartmanı’nında yani kendi evinde açmış. Sanat eleştirmeni Fikret Adil’in “4. Kata kim sergi görmeye gelir.” uyarısına rağmen evindeki tüm eşyaları ambara taşıtarak 150-180 arasındaki eserini sergilemiş. Sergi o dönem İstanbul genelinde çok büyük bir ilgiyle karşılanmış. Daha sonrasında Zeid İngiltere, Ürdün, Fransa ve Almanya’da önemli sanat merkezlerinde kişisel sergiler açmıştır. Eserleri Paris, New York, Türkiye ve Ürdün müzelerinde sergilenmektedir. Ünlü ressam yurtdışında sergi açmış ilk Türk kadın sanatçıdır.
Soyuttan portreye
Zeid’in soyut eserlerinde İslam hat sanatını ve minyatürü, sufizm, Bizans ve Batı sanatı ile harmanladığı görülür. O, büyük tuvaller üzerinde kontrast renkler, küçük kareler, üçgenler ve dörtgenlerden oluşan geometrik formları son derece cesurca bir araya getirerek, çarpıcı ve özgün resimler ortaya koymuştur.
- Zeid sanatının ilk dönemlerinde dışavurumcu ve soyut resimler yaparken; hayatının son yıllarında -eşinin ölümünden sonra- portre çalışmaları üzerine yoğunlaşır. Eşinin ölümü ile bir daha resim yapmamaya karar veren sanatçı, resme verdiği uzun bir aradan sonra sanatına tekrar dönmüş ve portre çalışmaları üzerine yoğunlaşmıştır.
Kendisine bir söyleşide sorulan “Neden portre?” sorusuna, “Eşim Zeid’imi yitirdikten sonra kendimi bir uçurumun başında buldum. Boşluğa yuvarlanmamak için, bomboş atölyemde bana bir mevcudiyet gerektiğine inandım. Ve Zeid’in portresini yapmaya başladım. Artık atölyemde yalnız değildik. Portre ve ben birbirimizi bulmuştuk.” Şeklinde verdiği cevap, sanatçının portre çalışmalarının kaynağını işaret etmektedir. Portrelerinde büyük gözler ve yoğun renk kullanımı (fovizm akımı) dikkat çekmektedir. “Ben modelimi benden yeterince uzağa yerleştiririm ki detayları göremeyeyim. Sözde figüre bakarak aslında o kişinin varlığı ve belki ruhu önünde genel bir izlenime sahip olayım.” diyen Zeid’in portreleri, tam da dediği gibi modelin ruh durumuna ilişkin güçlü bir izlenim vermektedir.
“Resim yapmak, günlük tutmanın bir diğer yoludur.”
Zeid Batılı sanat ortamlarında “Doğulu” olarak anılırken; aynı dönemlerde Türkiye’deki eleştirmenler arasında “Batılı” kategorisinde geçmektedir. Oysa Zeid’in resmi hiçbir akıma ya da gruba sokulamayacak kadar zengin, özgün ve güçlüdür. Hayatının büyük bir kısmını Doğu ve Batı arasında geçirmiş, kendini yeniden ve yeniden keşfetmiş, bulunduğu toplumun sanatına hiçbir zaman yüzünü çevirmemiş ve sanatını bunlarla beslemiş, zenginleştirmiştir. Zeid’in eserleri, Picasso’nun “Resim yapmak, günlük tutmanın bir diğer yoludur.” sözünü doğrulayacak nitelikte. Her bir eseri ayrı ayrı incelendiğinde, Zeid’in hayatına, içinde bulunduğu toplumun kültürüne ilişkin ipuçları verecektir. Her biri ayrı derinlik ve çekiciliktedir. Fakat döneminde yaşayan pek çok kadın sanatçı gibi, o da yeterince anlaşılamamıştı.
Eşinin ölümünden sonra yalnızlığa daha fazla katlanamayarak küçük oğlunun yanına Ürdün’e yerleşip, burada da evini atölyeye çevirmiş, kendi adına bir sanat enstitüsü kurmuş, öğrenciler yetiştirmiş ve Ürdün’e modern sanatı getirmiştir. 4 Eylül 1991 yılında 90 yaşında hayata gözlerini yuman Zeid, son günlerine dek çalışmalarına devam etmiş ve öğrenci yetiştirmiştir. Hayatı ve çalışmaları son derece ilham verici olan bu güçlü ve yetenekli kadının ölümünden 27 yıl sonra bugün hâlâ eserleri dünyanın birçok yerinde sergileniyor. Çöken imparatorluklar, yeni kurulan devletler, güçlü şahsiyetler, büyük aileler ve yüzyılın en çalkantılı olayları arasında hayatın saf hâlini modellemek konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip olan Fahrelnisa Zeid, bugün de insanlara sanatın dönüştürücü etkisini sunmaya devam ediyor.