Diktatörün 1.25 tl’lik çayı
Keyifle arkama yaslanıp Prens Adaları’na bakarken bir sigara çıkardım. Elimdesigara, civar masalara göz gezdirdim. Yan masadaki kitap okuyan hanımınçayının yanında duran sigara paketini ve çakmağı görünce çocuk gibi sevinipyanına seğirttim, hafifçe ona doğru eğilip mütebessim, “Merhaba,” dedim, “acabaçakmağınızı kullanabilir miyim?”
İstanbul’da her yol kıyıya çıkar. Belki yayılabileceğiniz şehrin içinde geniş parkları azdır ama uzun uzun yürüyeceğiniz sahil şeritlerinde ince uzun parkları vardır. Ben de içim daraldığında soluğu her İstanbullu gibi sahilde alırım.
O hafta sonu kış mevsiminin ortasında zuhur eden güneş bize bir bahar günü hediye etmişti. Ve ben de Bostancı Sahili’nde uzun bir yürüyüş yapmaya karar verdim. Sabahın erken saatleriydi. Az ötede attığı ekmek parçalarını kapmaya çalışan martılarca etrafı sarılmış bir kadına selam verdim. Kayalıkların üstünde güneşlenen kedilerden birinin karnını okşadım. Kış güneşinin ısıttığı sahilde uzun bir yürüyüş yaptım. Caddebostan sahilinin en güzel yanı yürüyüş yolunun uzunluğudur. Bostancı deniz otobüsü iskelesinden başlar ve Fenerbahçe’ye kadar uzanır.
Çayından kahvesine, böreğinden çöreğine, tatlısından tuzlusuna İstanbul şartlarına göre oldukça makul bir fi yatla yer içersiniz burada. İzlediğiniz manzaranın içine çektiğiniz deniz havasının parası yediğiniz içtiğinize yüklenmez. Burayı özel kılan da budur.
Bu yol üzerinde dinlenip Prens Adalarını seyredebileceğiniz denize neredeyse sıfır dört tane belediye tesisi vardır. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin Beltur Şirketi tarafından işletilen bu tesislerde hava güzel olduğunda iğne atsanız yere düşmez. Çayından kahvesine, böreğinden çöreğine, tatlısından tuzlusuna İstanbul şartlarına göre oldukça makul bir fi yatla yer içersiniz burada. İzlediğiniz manzaranın içine çektiğiniz deniz havasının parası yediğiniz içtiğinize yüklenmez. Burayı özel kılan da budur.
Müşterilerini, daha ziyade civarda oturan Kemalist orta halli insanlar oluşturur. Kemalist olduklarını anlamam keramet ehli olmamdan değil, çoğunun koltuğunun altında Sözcü ve Cumhuriyet Gazetesi ile burada arzı endam etmelerinden. Burada kitap okuyana rastlamazsınız pek, daha çok gazete okurudur buranın sakinleri.
Hava ne kadar güneşli olsa da soğuk alttan alta kendini hissettiriyor. İçerde oturmaya karar veriyorum. Kasaya gidip bir Türk kahvesi için ödeme yapıp fişimle birlikte servis bölümüne gidip kahvemi alıyorum ve cam kenarındaki denize nazır masalardan birine geçiyorum. Burası kış bahçesi gibi inşa edildiği için aslında her masa istisnasız on adım ötedeki denizin o menevişli yüzüne mazhar.
Yan masada iki kişi oturmuş, kentsel dönüşüm kapsamında binaları için önerilen projeyi tartışıyor. Kulağıma çalındığı kadarıyla inşaat şirketiyle anlaşırlarsa dairelerinin kaç metre kare olacağı konusunda hummalı bir tartışmaya girmişler. Hem iştahla tartışıyor bir yandan da 5 TL’ye aldıkları trileçelerini yiyorlar. Diğer yanımdaki masadaysa sesini özellikle bana duyurmaya çalışan iki kişi var. Konuştuklarını duyabileyim diye seslerini yükselttiklerini anlamak zor değil. Benim masaya fırlattıkları bakışlar ve tonlamaları onları ele veriyor. Daha doğrusu abartılı tavırlarıyla kendi kendilerini ele vermek istiyorlar zaten.
Hükümete verip veriştiriyorlar. Bir diktatörlük rejiminde yaşayan bu iki bahtsız, diktatör dedikleri zatın belediye başkanıyken işletmeye açtığı bu mekânda bir lira yirmi beş kuruşa aldıkları çaylarını yudumlarlarken denize dalıp dalıp gidiyorlar. Yelken açmış bir kurtarıcının onları bulundukları bu esaretten kurtaracağı günün şafaktan doğmasını bekliyor gibi bir halleri var. Çay üstüne çay içerlerken, söyledikleri şeyleri duyup duymadığımı göz ucuyla kontrol ediyorlar. Sırt çantamdan kitabımı çıkarıyorum. Hey hat. Yan masa lafazanlarının tiratları bitmek bilmiyor. Sakız gibi sündükçe sünüyor.
Bu iki kafadar bana kitabı bıraktırdı, kalemi kâğıdı elime aldırdı. Şuan bunları tam onların yanındaki masada yazıyorum.
Geçen yaz yaşadığım bir olay hayalime ilişiyor. Sıcak bir yaz sabahı yürüyüş yapmış gene burada kitap okuyordum. Beriki masada bir kadın ayaklarını sandalyeye uzatmış sırtını güzelce sandalyesine yaslamış, güneşin cömertçe yaydığı ziyayı bedeninde hissedip o vakitler 1 TL olan çayını yudumlayıp bir yandan da kitap okuyordu. Her şey güzeldi. Sahilin köpekleri ağaç gölgeliklerinde uyukluyor, yalnız belediyenin hizmet arabaları geçerken kalkıp bir süre havlayarak peşlerinden gidiyor, arabayı kullananlar da onlarla yüzlerinde kocaman bir gülümseme köpeklerin oyununa arabayı yavaşlatıp bu takibi uzatarak cevap veriyorlardı.
- Köpekler bir süre hizmet arabalarını kovaladıktan sonra görevlerini yerine getirmiş olarak bir çalımla tekrar ağaç gölgelerine çekiliyor ve bir kulakları havada uykuya dalıyorlardı.
O zamanlar bir sigara tiryakisiydim ve bu meretten kurtulmama nereden baksan altı ay vardı. Her bağımlı gibi içmek için bir bahane ürettim. Deniz öyle güzeldi ki bir sigara yakmanın tam vaktiydi. Keyifle arkama yaslanıp Prens Adaları’na bakarken bir sigara çıkardım. Elimde sigara, civar masalara göz gezdirdim. Yan masadaki kitap okuyan hanımın çayının yanında duran sigara paketini ve çakmağı görünce çocuk gibi sevinip yanına seğirttim, hafifçe ona doğru eğilip mütebessim, “Merhaba,” dedim, “acaba çakmağınızı kullanabilir miyim?”
Birkaç saniye öyle bekledim. Burada elinde gazete değil de bir kitap okuyan birini görmek hem şaşırtıcı hem sevindiriciydi. Kitaba o kadar dalmıştı ki beni bile duymuyordu. Saygı duydum. Daha yüksek sesle arzu halimi tekrarladım. O an fark ettim işin aslını. Beni duymuştu lakin anlam veremediğim şekilde kapı duvardı. Şaşkın vaziyette tam yerime dönüp oturmuştum ki, çayının yanında duran çakmağa bir de kadına baktım gayri ihtiyari. Benim baktığımı görünce bir kıpırtı hâsıl oldu kadında. Okumakta olduğu kitabın kapağını bana göstermek niyetiyle harfleri çift görecek ve sayfalar nefes almasını engelleyecek kadar kaldırdı kadın kitabı suratına.
Kapak her şeyi açıklıyordu.
- Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığında halkın hizmetine sunulan bu tür bir belediye tesisinin birinde sırtını yaslamış, kapağında Tayyip Erdoğan’ın Hitler şeklinde resmedildiği, o ne idüğü belli olmayan spekülatif ikinci sınıf kitaplardan birini okuyordu.
Yazılma amacı okurunu, bir kesimi faşizmle ve nazizimle suçlayarak egolarını bir nebze de olsa doyuma ulaştırma amaçlı kitaplardan biriydi kadının elindeki. Görünen o ki ben de o faşizmin ve diktatoryanın bir parçası olarak “insan” yerine konulmayı hak etmiyordum. Bu sefer, orada sırtını yaslayarak bacaklarını keyifl e uzatarak oturan diktatorya mağduru “zavallı” kadına, bir okumakta olduğu o ikinci sınıf kitaba ve bir de kullanmak için ricada bulunduğum işporta işi çakmakta dolaştı bakışlarım. Bir an kendimi Ionesco’nun oyunlarından birinin içinde gibi hissettim. İkinci Dünya Savaşı Almanya’sında bir SS subayı tarafından faşizmle suçlanan Yahudi absürtlüğünde orada oturdum elimde yanmayan bir sigara.
İnsanın gözü değil beyni kör olmaya görsün, insanın kulağı değil kalbi sağır olmaya görsün.
Her şeyi hakikatte olduğundan çok farklı görür. Ben geçen yaza gidip gelmiştim ama yan masadakiler hala bu ülkenin yıllardır bir diktatörün elinin altında nasıl inlediğini anlatıp duruyorlardı bağıra çağıra. 5 TL’ye hakikaten lezzetli olan pastayı mideye indirirken hem de.
Bu insanların neyin acısını çektiği iyice görünür oldu o an gözüme. Kemalizm bu ülkenin yıkanı, muhafazakârlar ise yapanı, tamir edeni, inşa edeni olmuştu hep. Yıkmanın kolaylığına sığınanlar ve inşa etmenin zorluğuna tabi olanlar diye ikiye ayrılıyordu bu ülke. Siz toprak sahibi olduğunu sananlar, bina inşa ettirdiğiniz müteahhit olarak gördünüz hep muhafazakarları. Biz bu ülkenin hem toprak sahibiyiz hem toprağın üzerinde iyilikler, güzellikler inşa edenleriz. Sizden tek farkımız şu. Bu ülkenin tek sahibi biziz demiyoruz. Ama bu ülkenin sahibiyiz. Demiyorum ki bu işleri yapanlara illa da oy verin. Velakin, siyasi görüşünüze uymayanların iyiliklerini inkâr etme nankörlüğünü de yapmayın. “Yok, efendim, onu da yaparız” diyorsanız, size diyecek tek bir şey var:
“Çakmağınız sizin olsun!”