Dijitalleşme, yapay zekâ ve gerçekliğin yok oluşu
Sistem kilitlendiğinde aslında biz kilitleniyoruz. ATM bozulduğunda bozulan biz oluyoruz. Eğer küçük mavi çipimiz yoksa apartmanımıza giremiyoruz. Makine bizi değil, o çipi tanıyor. Olayın öznesi çip. Bizse çipe sahip olanız. Sürekli ileri bakmaktan burnumuzun dibini göremez olduk. Hâlbuki yapay zekâ dediğimiz o şey artık o kadar uzakta değil. Hayatımızın her anına girmiş durumda ve bizi sürekli kenara iterek kendi alanını genişletiyor.
Modern zamanların en keskin değişimi öteki kavramı üzerinde olmuştur. Bugün artık bir ötekiden bahsedemiyoruz çünkü hepimiz aynıyız. Farklı olan her şey sindirildi. Düşüncelerimiz bile tek tip olmuş durumda. Üretime ve verimliliğe dayalı, on dokuzuncu yüzyıl kapitalist dönemde bir tür alternatif ve zenginlik olarak beliren çeşitlilik, bir yüzyıl sonunda duraklamaya, günümüzde ise tek tipleşmeye dönmüştür. Şeklen baktığımızda evet, bir çeşitlilik var ancak muhteva bakımından her şey aynı olmuş durumda. Sanatta, fikirde, üretimde zorba bir aynılık tahakkümü var. Tüm alanlarda kesin ve keskin çizgileri olan tanımlar yapılmış durumda. Kişinin hür olabildiği herhangi bir disiplin alanı bulmak imkân dahilinde değil. (Bu cümlelerden dadaizme varılmasını da istemem doğrusu. Dadaizmde, olması gereken düzen de kural tanımazlıktan nasibini alıyor. Hatta dadaizm, savrukluğu yönüyle bugün geldiğimiz noktanın bir parçasıdır diyebiliriz).
Brecht kendisiyle yapılan ve Türkçeye, "İki Mültecinin Konuşmaları" adıyla çevrilen bir söyleşisinde düzenle ilgili yaptığı "istenen yerde hiçbir şeyin olmamasıdır." tanımlamasını çok haklı buluyorum. Çünkü istenen yerde hiçbir şeyin olmaması istenen yerin hiç ile dolu olmasıdır. Hiçlik insanı özgür kılar. Hiçlik boşlukla karıştırılmamalı. Boşluk aleladeliğe götürür hiçlik ise yerli yerindeliğe. Bu sebepten büyük bir yıkım olan sanatta, fikirde ve üretimde aynılığın ilacı yukarda belirtilen düzenin sağlanmasından başlıyor kanaatimce. Sanatta aynılık denince akla ilk gelen şüphesiz ki görüntülerdir. Dijital devrim, gerçeğe en yakın kopyalar üretmiştir. Bir sanat eseri eskiden orijinalin taklidi olarak ortaya konuyorken dijitalleşmeyle beraber orijinalin değil gerçeğin kopyası olmak önemli hâle gelmiştir. Bu, gerçekliğin taklididir ve gerçeğin itibarsızlaşmasını doğurur. Fotoğraf ile başlayan bu yolculuk önce iki boyutlu sonra çok boyutlu videolara ve ardından artırılmış gerçeklik ve de hologramlara kadar gelmiş durumda.
Bu silsile, dikkat ederseniz hep gerçeğe yakınlığı artırarak ilerliyor. Bu kadar çok benzerlik de kaçınılmaz bir şekilde orijinalin görünmez olmasını getiriyor. Dijitalleşme her şeyi apaçık kıldı. Apaçıklık geçmiş zamanlarda sadece gerçekliğe ait olan bir kavram iken bugün sanat başta olmak üzere aklımıza gelecek her şey saçma bir şekilde şeffaflık adı altında apaçık hâle getirildi. Gerçekliğin gizi böylelikle yok edildi. Sanatsal üretimin üzerinden örtü kaldırıldı ve sanatın aurası yok edilmiş oldu. Walter Benjamin, "Teknik Olarak Yeniden Üretilebilirlik Çağında Sanat Yapıtı" adlı makalesinde sanatta auranın tahribine dair; gerçeğe yakın olma ve kopyalama arzusuyla yeniden üretilen nesnelerin benzersizliğinin yok edilmesi olarak nitelendirir. Burada gerçeklik, dijital devrimle beraber bir sanat eseri hâline gelmiştir. Bu hem gerçekliği hem de sanatı yok etmek anlamına geliyor.
Bunun herhâlde en belirgin örneği Andy Warhol’a ait olan sanatsal çalışmalar ve fikirlerdir. Warhol, sanatın varlığını her ne kadar kabul etse de tamamen o yokmuş gibi hareket etti ve hiçbir çaba göstermeksizin sadece en gerçek olanı var etmeye çabaladı. Bir tür züppelikle sanata dair her nesneyi fetişleştirmeye çalıştı. O gün radikal olan bu bakış günümüzde neredeyse herkesin kabul ettiği bir sanat algısı hâline geldi. Sanatı gerçeklikle, gerçekliği ise sanatla öldürdüler. Artık arada yastık var mı yok mu kimse merak etmiyor. Çünkü her şey apaçık.
YAPAY ZEKÂYA DAIR KISA BIR DEĞINI
Dijitalleşme ve sanatın aynılığından bahsetmişken dijital devrimin doğurduğu en obur ve en semiz yavrulardan olan yapay zekâya da değinmeden bırakmak olmaz. Çünkü yapay zekâ, dijitalleşmenin her şeyi mümkün kılmasının bir sonucu olarak yaygınlaşabilmiştir. İlk bölümde bahsini ettiğimiz dijital devrim, bizim bugün yapay zekâ, otomasyon, android vs. konularına dair algımızı değiştiren en önemli gelişme olmuştur. Artırılmış gerçeklikle, kopyala yapıştır sanatla, üretilen her nesnenin gerçek olana günden güne yaklaşmasıyla bizler üretilen ürünlerin âdeta gerçek olanın da ötesine geçebileceğine ikna olduk. Her yenilik gerçeğe daha benzer oldu. Sinema tiyatrodan, televizyon sinemadan, canlı yayın naklen yayından daha gerçekçi geldi bize. Bu sanata ve üretilen yeni nesnelere dair algının değişimi, bizi yapay zekânın kabullenmesi noktasında bugünlere getirdi diyebiliriz. Ancak yapay zekâ meselesine dair toplum olarak düştüğümüz ciddi bir hata var.
Biz yapay zekâ bahsinde her işi yapan ve her yere koşturan robotları hayal ediyoruz veya düşünce üreten makineler geliyor aklımıza sadece. Halbuki hayatımıza ufak ufak küçücük detaylarla girdi yapay zekâ. Düz unutulduğunda kendi kendine soğuyan ütüye, bizi görünce yanan lambaya, sensörlü kapılara, kapağını açık unutunca öten buzdolaplarına hep "bizden akıllı" dedik ama hiç farkına varmadık mesela. Yapay zekâ alanında hep keskin ve radikal bir değişim arıyoruz. Halbuki her şey yavaşça oluyor ve insan yapay zekânın zamanla nesnesi hâline geliyor. Farkında mıyız? Sistem kilitlendiğinde aslında biz kilitleniyoruz. ATM bozulduğunda bozulan biz oluyoruz. Eğer küçük mavi çipimiz yoksa apartmanımıza giremiyoruz. Makine bizi değil o çipi tanıyor. Olayın öznesi çip. Bizse çipe sahip olanız. Sürekli ileri bakmaktan burnumuzun dibini göremez olduk. Halbuki yapay zekâ dediğimiz o şey artık o kadar uzakta değil. Hayatımızın her anına girmiş durumda, günden güne semiriyor ve bizi sürekli kenara iterek kendi alanını genişletiyor.