Demir Kubbe küreseldir, direniş de öyle*
Naomi Klein’ın Brooklyn’de düzenlenen bir protestoda yaptığı konuşma sosyal medyada viral oldu. “İnsanlarımızın çoğu sahte bir puta tapıyor”, “Bu put onları mest ediyor. Onunla sarhoş oluyorlar. Bu sahte putun adı Siyonizm.” cümleleriyle İsrail’in durdurulması için tüm dünyayı birlik olmaya davet ediyordu. Ödüllü bir yazar ve aynı zamanda aktivist olan Klein, Siyonizm putundan batılı ve taraftarları ülkelerin neden kurtulmak istemediğini derinlikli biçimde bu yazısında ele alıyor.
Yüz yıldır Filistinli ebeveynler öldürülen ve sakat bırakılan çocukları için ağlıyor. Yüz yıl boyunca okullar bombalandı, hastaneler basıldı ve camilere saygısızlık edildi. Yüz yıl boyunca İsrailli askerler savaş suçlarını TikTok’ladılar. Faşizm eğitimi almış gençlerin gıda dolu kamyonların önünü kestiği yüz yıl. İki milyondan fazla insanın esir edildiği, işgal edilmiş, gettolaştırılmış insanı yok etmeye yönelik yüz yıllık açık çağrılar. Yüz yıldır Gazze’yi bir otoparka dönüştürme planları baş döndürücü bir şekilde dile getiriliyor. Bir İsrail sahil kasabasına. Bir müzeye. Bir mezbahaya. Bir tampon bölge. Yüz yıl boyunca kovulan hakikat anlatıcıları ve yüz yıl boyunca kasıtlı olarak türemiş kalın kafalı uzmanlar. Yüz yıl boyunca ‘Filistin’ diyemeyen üniversiteler ve yüz yıl boyunca ‘soykırım’ diyemeyen STK’lar. Ateşkes talep eden yüz yıllık başarısız ve veto edilmiş kararlar. Tabandan yükselen liderlik dışında ahlaki bir liderlik yok. Sahip olduğumuz tek şey birbirimiziz.
Küresel siyasi elitlerin kendine özgü birlikteliği
1930’larda Avrupa’da faşizm yükseldiğinde, siyasi sınıflarımızda güçlü destekçileri vardı ama aynı zamanda güçlü muhalifleri de vardı. Bugün bu çok daha az böyle. Kudurmuş aşırı sağdan, ağzı bozuk merkez sola kadar siyasi yelpazenin her yerinde, güçlü aktörlerin partizan farklılıklarını bir kenara bırakarak insanlığa karşı işlenen bu suçlara aktif destek için bir araya geldiklerine tanık olduk. Faşizmin bu yinelemesi siyasi sınıfımızı bölmek bir yana, birleştirdi: Donald Trump, Joe Biden ile; Rishi Sunak, Keir Starmer ile; Emanuel Macron, Marine Le Pen ile; Justin Trudeau, Giorgia Meloni ile; Viktor Orbán, Narendra Modi ile aynı fikirde.
O halde şunu sormalıyız: Hepsi tam olarak hangi konuda hemfikir? Neyin arkasında birleşiyorlar? İsrail’in ‘kendini savunma hakkından’ bahsederken hepsi neyi savunuyor?
Korkarım ki tek bir devleti savunmak için birleştiklerini söylemek çok basit. Elbette öyle ama aynı zamanda ortak bir inanç sistemini savunmak için de birleşmiş durumdalar. Küresel ekonomik apartheid ve hızlanan iklim çöküşü gerçeğinin ortasında, azınlık için ortak bir üstünlükçü güvenlik ve emniyet vizyonunda birleşiyorlar. Bu vizyon, kapitalizm, sınırsız büyüme, sömürgecilik, militarizm, beyaz üstünlüğü, ataerkillik gibi bu krizlerin altında yatan etmenleri herhangi bir şekilde ele almayı kararlı bir şekilde reddetmelerinin diğer yüzüdür.
Sherene Seikaly’nin de ifade ettiği gibi, ‘Felaket çağındayız’ ve ‘Filistin bir paradigmadır’.
İsrail’in Demir Kubbesi - küresel bir güvenlik modeli
İsrail, bir tür öncü. On yıllardır, barış süreci bahanesinden vazgeçtiğinden beri İsrail, yüksek teknolojili çitler, duvarlar ve Demir Kubbe kalkanından oluşan ayrıntılı bir sistem aracılığıyla kendi güvenliğini ve toprak açlığını sürdürüyor. Bu sistemin mimarları roket ve füzeleri durdurma ve tüm tehditleri püskürtme becerileriyle gurur duyuyorlar. Bu yüksek teknolojili gözetleme ve çevreleme sistemi, belirli bir coğrafyada sahiden bir gerçekliktir. İsrailliler için bir yaşam ve 7 Ekim’den çok önce Filistinliler için yavaş bir ölüm biçimiydi.
Ancak Demir Kubbe bunların yanı sıra aynı zamanda bir modeldir. Tüm Küresel Kuzey hükûmetlerinin, İsrail’in soykırım kampanyasının arkasında sıraya giren aynı hükûmetlerin abone olduğu aynı güvenlik modelinin süper konsantre ve klostrofobik bir versiyonudur. Bu, kendi sömürgeci soykırımlarıyla zenginleşen zengin devletlerin sınırlarının Demir Kubbe’nin kendi versiyonlarıyla korunduğu bir modeldir.
Çünkü aslında Demir Kubbe küreseldir. Ölümcül çitleri, duvarları ve gözaltı merkezleriyle kendi kale sınırlarımız boyunca uzanır ve açık deniz göçmen gözaltı kampları, hastalıklı mavnalar, Rio Grande’de testerelerle gömülü şamandıralar ve Akdeniz’de gemilerin boğulmasını izleyen sahil güvenlik görevlilerinden oluşan ulus ötesi bir Gulag’a kadar uzanır.
Güçlü olan haklıdır
İsrail’in Demir Kubbe’si aşırıdır çünkü etnik milliyetçiliği ve üstünlükçü ideolojisi çok açıktır. Yine de İsrail’in kendi uluslarımızda ve kendi uluslarımız tarafından şekillendirilen daha önceki sömürgecilik dönemlerinden ödünç alınan ırkçı sömürgeci yasaları, mantıkları ve uygulamaları model aldığını ve ayrıca İsrail’in kendisinin de bir model olduğunu açıkça belirtmeliyiz: Demir Kubbe en başından beri ihraç edilmek üzere inşa edilmiştir.
Bunu anlamamız gerekiyor çünkü 7 Ekim’de bu model ve bu kubbe dünyanın gözleri önünde çöktü. Hamas’ın amansız saldırısı, bu modelin temsil ettiği azınlık için güvenlik ve emniyet yanılsamasını paramparça etti. Ve bu sadece İsraillileri, sadece Netanyahu hükûmetini dehşete düşürmekle kalmadı, aynı zamanda kendi hükûmetlerimizi de derinden sarstı.
Çünkü İsrail’in ağır silahlarla donatılmış duvarları, çitleri, insansız hava araçları ve kubbesi dayanamıyorsa, bu kendi ülkelerimizin güvenlik ve kontrol yanılsamaları hakkında ne söylüyor? Akla şu soru geliyordu: İsrail’in Demir Kubbesi başarısız olabiliyorsa, diğer Demir Kubbeler ne olacak? Sonu gelmeyen savaşlar, suç teşkil eden iklim kundaklamaları ve acımasız ekonomik politikalar nedeniyle insanların kitlesel olarak yerlerinden edilmesi karşısında onlar da başarısız olacak mı?
Hükûmetlerimizin kendi merkezi inanç sistemlerini savunmak için eşi benzeri görülmemiş bir şekilde bir araya gelmelerinin nedeninin bu korku olduğuna inanıyorum: Nihayetinde kudretli olan doğruyu yapar! En gelişmiş silahlara ve en yüksek duvarlara sahip olan; mülksüzlük ve çaresizlik içindeki milyarları kontrol altına almayı başaracaktır. Bu inanç sistemi, zengin dünya hükûmetlerinin İsrail’in intikam çılgınlığına neden böylesine sarsılmaz bir coşkuyla katıldıklarını ve bu katliamın üzerinden aylar geçmesine rağmen pek çoğunun neden en asgari talep olan kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunmayı bile reddettiklerini açıklamaya her şeyden çok yardımcı oluyor.
Lüksün yaldızlı baloncuklarının güvenliği
İsrail’in bitmek bilmeyen kampanyasının aynı zamanda bir kitle iletişim biçimi, bir mesaj olduğunu anlıyorlar. Ve bu mesaj sadece İsrail hükûmeti tarafından değil, bu saldırıyı kutsayan her hükûmet tarafından gönderiliyor; sözlerle, Birleşmiş Milletler’deki oylarla ve vetolarla, fotoğraf çekimleriyle, silahlarla, parayla ve Filistin dayanışmasına yönelik iç saldırılarla. Yayımlanan mesaj basit bir mesajdır: Acımasızca bölünmüş ve hızla ısınan dünyamızın dört bir yanına yayılmış olan görece güvenlik ve lüksün yaldızlı baloncukları ne pahasına olursa olsun korunacaktır. Soykırıma varan şiddet de dâhil olmak üzere.
Gezegenimizin yağmalanmış birçok bölgesinde bu müstehcen mesaj açıkça anlaşılmıştır. Kolombiya’nın cesur devlet başkanı Gustavo Petro bu mesajın anlamını hemen çözdü. Ekim ayında, İsrail’in saldırısından sadece birkaç gün sonra şunları söyledi:
“Başkalarının ölümüne dayalı tüketim barbarlığı bizi faşizmin eşi benzeri görülmemiş yükselişine ve dolayısıyla demokrasi ve özgürlüğün ölümüne götürüyor. Bu barbarlıktır ya da küresel 1933’tür.”
İsrail’in saldırısında ve bu saldırının Kuzey hükûmetleri ve Güney’deki sağcı güçler tarafından desteklenmesinde, ortak bir geleceğin ön izlemesini de gördü ve şöyle yazdı:
“Filistin’de gördüğümüz şey, aynı zamanda güneydeki tüm halkların dünyadaki acısı olacak [çünkü] Batı aşırı tüketimini ve atmosferi ve iklimi yok etmeye dayalı yaşam standardını savunuyor... Bunun güneyden kuzeye göçe neden olacağını biliyor.”
Petro, bu sistemin ‘Gazze’deki çocuklar gibi çoğunluğu tek kullanımlık olan insanlığı kurtarmak yerine gezegendeki zenginlerin tüketim balonunu korumak’ için ‘ölümle karşılık vermeye hazır olduğunu’ hatırlatıyor.
Petro’nun tarihi olduğunu düşündüğüm açıklamasının tamamı okunmaya değer, ancak ben sonuna atlayacağım: “İktidarı değiştirmezsek barbarlığa doğru gitmeye devam edeceğiz. İnsanlığın ve özellikle de güneydeki insanların yaşamı (...) insanlığın iklim krizini aşmak için seçeceği yola bağlı. Gazze, hepimizi tek kullanımlık olarak görmenin sadece ilk deneyi.”.
* Çeviri: Sueda Nur Çokadar