Dağılmışlar için bir sözlük VII

Selam diyorum dedi. Aleyküm selam dedik mahcubiyetle.
Selam diyorum dedi. Aleyküm selam dedik mahcubiyetle.

Selam diyorum, dedi. Sağır ve dilsizlerin kaşlarıyla, görmeyenlerin başlarıyla, gurbete düşenlerin gözyaşlarıyla verdiği selam. Kitapta 37 yerde geçen selam. Müminlerin verdiği selamın daha güzeliyle selam. Size turnalarla, şiirlerle, kuşlarla, bad-ı saba ile selam. Akıp giden nehirler ve taşmak bilmez denizler ile.

Ev İs. Dünyanın kendi etrafında bir tur, insanın etrafında üç tur attıktan sonra durduğu yer. Çocukluğunda, gençliğinde ve yaşlılığında...

Gece göz kapağı gibi ormanın üzerine kapanınca ve şiddetli fırtına dalları birbirine ekleyip ve kırarak birbirinden ayırınca, yapraklar toprağa dokununca insan hariç her canlı bir kuytu buldu kendine, insan endişesi ile ortada kaldı. Baykuşlar için içi boş ağaçlar vardı, yarasalar çatıların eksik kiremitlerinden içeriye girdi, tavşanlar oyuklara sindi, tarla kuşları eğildi toprakla bir oldu. İnsan evini hatırladı, koştu fırtınadan önce evine vardı, fırtınadan önce kapıyı çaldı, kapıyı vuran da kapıyı açan da kendisiydi. Evin sıcaklığına, yemek kokularına alışmış olan kibirle baktı diğerine, ben dedi güvendeyim, evimi yıkacak bir fırtına olduğunu da sanmıyorum. Kendi kendini, kendi kendine ikna edemedi insan. Fırtına ilk dallara mızrap gibi dokununca yeniden koşmaya başladı. Benim evim dedi çöküş ve tahribattan kaçabildiğim her yerdir. Bir taşın üzerine çıkıp terk ettiği kendine ve onun güvendiği evine baktı, fırtına önce üfleyip sonra içine çekerek evi yok ediverdi. Kibir ile kendine güven arasında gizli bir bağ var sevgilimiz. Bunu hissedince tevazu ile umut arasında başka bir bağ kuruluyor. Tevazu bu yüzden kendinden uzaklaşmadan ortaya çıkmıyor.

Emanet is. İçine katılan renkli ve kokulu varlıklarla arada bir karşılaşan insanın renginin atması.

Vicdan, merhamet, masumiyet ve kalp ile bir sipere girdik sevgilimiz. Savaş vardı, yangın vardı, sorgu ve ceza, kötü ve iyi, genç ve yaşlı, siyah ve beyaz birbiriyle kavgalıydı. Her siper bir şehrin meydanına bakıyordu, her kuytu bir pazar yerine, her ağaç bir vadiye. Bu sıkışıklık, bu darlık, bu hareketsizlik bitsin istedik, meydanda yürümek, pazarda dolaşmak, vadiden çaylar gibi aşikâr akmak istedik. Siperden çıktık, büyük gözlerimiz küçüldü, yaralı bakışlarımız kapandı, kalbimiz buralı olsa da aklımız oralı olmak istedi. Yürüdük. Meydana vardık. Oklar bizden önce bedenimize saplanınca, pazar yerinde satışa bizden önce bedenlerimiz sunulunca ve vadiden aşikâr akan biz değil arzularımız olunca korktuk. Savaş meydanı büyüyüp hırs meydanı oldu, yangın yeri hem enine hem boyuna yollar aşan bir tamah yerine dönüştü, şehvet ırmağı şen vadileri yuttu. Ardımızı döndük ve siperimize doğru koşmaya başladık. Kolaylıkla indiğimiz patikayı dizlerimiz kütürdeyerek çıktık, seke seke indiğimiz taşları zoraki tırmandık. Okşayarak yanından geçtiğimiz çalıları, saçlarından tuta tuta varlığımıza şahit kıldık. Lakin bunca emeğe rağmen sipere vardığımızda siperi boş bulduk sevgilimiz. Onu pişmanlıkla doldurduk ve yanına usulca iliştik.

Mimar İs. Padişahın plan ve projesini kendi plan ve projesine uydurmaya çalışırken plansız programsız kalan.

Leş yemenin yasaklandığı zamanlarda bir grup insan şöyle söylemişti. Kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünü neden yemiyorsunuz. Emirleri, emri veren ile çiğnemek eski bir gelenektir biliyoruz. Bilmek insanı aciz kılar. Bu aciz kalışı bilmek, üstün kılar. Aciz kılınmadan üstün olmak tanrılık iddiasına yaklaştırır çünkü.

Mahcubiyet İs. Bir hançeri yedi kandilli Süreyya yıldızına salladığınızda dökülecek olan.

Sensizdik, ıssızdık sevgilimiz. İçimizdeki yangın alevlendi. Başımız öne eğildi. Sofralar eksik, dualar yarım, takatimiz az. Biz dedik bu gün ne ile iftar edelim. Eksiğimizi kusurumuza katık ederek mi? Hasretliğimizi garipliğimize banarak mı? Acizliğimizi beceriksizliğimize sararak mı? Yanımızdan geçen bir genç selam verdi. Çaresizce baktık yüzüne. Adımlarımız kayıp dedik. Tur dağındaki buluşmalara yetişemedik, İbrahimî çağrılara lebbeyk diyemedik. Bir nehir gibi aşkın basamaklarını koşarak inemedik, bulamadan kaybolduk, değiştiremeden değiştik, su vermeden çürüdük. Genç yeniden selam verdi. Buradayız bak ama kusurluyuz dedik. Duaya başlamadan yorulduk, duyarsızlığın cenderesinde ezildik, mutsuzluğun çengelinde takılı kaldık. Çiçek açmayı, meyveye durmayı, kelebekle yanmayı unuttuk. Zincirlerimizi dağıttık, yamalarımızı eskittik, cumaları kaçırdık, kandilleri devirdik. Genç yeniden selam verdi. Tam serzenişe devam edecektik ki eliyle yeter işareti yaptı ve selamı uzattı:

Selam diyorum, dedi. Sağır ve dilsizlerin kaşlarıyla, görmeyenlerin başlarıyla, gurbete düşenlerin gözyaşlarıyla verdiği selam. Kitapta 37 yerde geçen selam. Müminlerin verdiği selamın daha güzeliyle selam. Size turnalarla, şiirlerle, kuşlarla, bad-ı saba ile selam. Akıp giden nehirler ve taşmak bilmez denizler ile. Kabrinde uzun uzun yatan ağaçlarla. Aceleyle verilen ve bereketle alınan, "birbirinizi sevmedikçe" ikazıyla dökülen ve "iman etmiş olmazsınız" endişesi ile toplanan, zorlukla verilen kolaylıkla alınan selam! Selam diyorum dedi. Aleyküm selam dedik mahcubiyetle. İşte böylece bir selam ile iftarımızı yapıverdik sevgilimiz.