Çuval ve Avni Aker...
Solak olmama rağmen kaşığı sağ elle tutmayı nasıl öğrendiğimi bir başka sefere anlatırım ki futbolcu olmak isteyenlere her iki ayağı kullanmanın olası olduğunu ispat etmenin en somut halidir o mesele.
Üniversite 1. Sınıfın yaz tatili… Tatilde burslar kesildiği için önce çay ocağında çıraklık sonra patates tarlasında yevmiyecilik yaptıktan sonra ver elini Trabzon. Bir ihtimal dededen destek gelir ama bu saçlarla zor. 6 sene yatılı okuldaki 3 numara zulmünden sonra kimse beni saçlarımı kestirmeye zorlayamaz arkadaş, dedem bile…
Bir de sigara meselesi var ki izahı mümkün değil. Dolayısıyla “hayırlı evlat” görüntüsü vermenin imkânı yok. Dedeyi kandırmak zordur çünkü. Kendi kendine okuma yazma öğrenip şehre gelip muhasebeci olmuş Hacı Mehmet bu. Tırpanla çayır kesmeyi öğretirken bir keresinde “Oyle değil, 180 dereceluk açi çizecesun” demişti de “yok artık dede” demiştim. Ama en ibretlik olanı sorduğu soruya “hı hı” dememden sonra yerinden kalkıp gitmesi idi. Birazdan elinde koca bir sözlük kafama atar gibi “Haburda bana ya bul hi –hi, hi hi nedur? Evet, veya hayir deyecesun!” Solak olmama rağmen kaşığı sağ elle tutmayı nasıl öğrendiğimi bir başka sefere anlatırım ki futbolcu olmak isteyenlere her iki ayağı kullanmanın olası olduğunu ispat etmenin en somut halidir o mesele.
Anagacım, bak şimdi sen bu çuvalı bana veriyorsun ya. Şimdi ben yanıma aldığım dergiler, kitaplar ve uzun saçlarımla elde ettiğim bütün karizmamı yerle bir ediyorsun.
Dönem tasvirini dedeme rahmetle geçelim. Memlekete gittik, gezdik, döneceğiz. Bileti önceden almışım. Çünkü memleket otobüsçülerinin ön koltuğu mutlaka güzel kızlara vermek gibi muhtemelen kırmızı kitaplarında yazılı gizli bir kuralları var ve ben o kuralı deleceğim; inat ettim. Çaykara’dan aldım bileti ama “Trabzon’dan bineceğim” dedim. “Fark etmez” dediler. Kalktık küçük valizimi hazırladım kahvaltı için oturma odasına geçerken koridordaki -oraya “hayat” denirdi- ağzına kadar dolu çuvalı gördüm. Başıma geleceği anladığım için direk itirazla başladım. “Anaga” bak bunların hepsi var Adapazarı’nda ben bunu götüremem etme eyleme. Küfür değilse de ona yakın cevapla konunun tartışmaya açık olmadığını bütün kararlılığı ile ifade etti büyükannem. Oysa beni dinleyecek olsaydı ona diyecektim ki. Anagacım, bak şimdi sen bu çuvalı bana veriyorsun ya. Şimdi ben yanıma aldığım dergiler, kitaplar ve uzun saçlarımla elde ettiğim bütün karizmamı yerle bir ediyorsun. Bu muavin şimdi o çuvala adımı yazacak. Hayır, çuvala yazmayacak alnıma yazacak aslında. Bakmayın böyle afralı tafralı entelektüel ayaklarına köylünün teki bu diyecek. Bütün yol boyunca ya o turşu suyu sızar, o tereyağı erir diye endişe ile gideceğim. Biliyorum ki o muavin keyfini çıkara çıkara herkesin içinde bu çuval leş gibi kokuyor diyecek. Hatta belki çuvalı kendisi patlatacak çünkü daha otobüse binmeden uyuz olacak bana.
Etme anaga, gözünü seveyim yükleme bu çuvalı sırtıma. Hadi hepsine eyvallah dedim. Vurdum saklamaya çalıştığım köylülüğümü sırtıma ama sen biliyor musun neden Trabzon’dan binecektim?
- Trabzon’dan binecektim çünkü gitmeden son bir kez Avni Aker’i görecektim. Etrafında gezecek, küçüklüğümden beri iki haftada bir orada olmak için yanıp tutuştuğum yerle bir kere daha hasret giderecektim.
Yani tamam oradaki turşular buranınkinin yerini tutmuyor. Oranın peyniri ile yapılan ne muhlamanın ne tiroklositinin tadı aynı. Fındık eyvallah, zagoda yok falan ama… Hepsi bir yana Avni Aker’i görmek bir yana be anaga…
Diyemedim. Ne büyükannem beni anlayabilirdi ne ben onu. Çocukken otobüs Avni Aker’in hizasından geçerken babam mutlaka “Oğlum stadın ordan geçiyoruz” derdi. Ben de içimden “bir bozulsa şimdi şu otobüs…” Dönerken tam Avni Aker’in hizasına gelince ayağa kalkıp bakmaya çalıştım ama çocukluk zamanlarındaki gibi, göremedim... Bu kez otobüs bozulsun dilemeye de utandım. Açtım kitabı, okumaya başladım. Her an yolcu indirip bindirirken muavinin “ Hau senun çuvali atacağum ha” diyebileceği korkusuyla. “Kalecinin Penaltı Atışındaki Endişesi” gibi...