- I. Jardel değildi. İleride gol yolu gözleyip adını billboardlara yazdırmak için hamle yapmadı. Geride durdu, skora değil oyuna baktı. 1883’te Girit’in Kandiye’sinde Osmanlı kimliğiyle doğdu. Osmanlı değildi ama. Yolculuklar yaptı, büyük kırılmalar... Hikayesini asıl belirleyen de yolculukları oldu. Hukuk eğitimi aldıktan sonra Felsefe için gittiği Paris’te Bergson’un talebesi olmayı başardı. Bergson’un yanında Nietzsche’yi çalıştı; gerçek hocasını. İlk büyük karşılaşması buydu. Yerel gazetelerde muhabirlik. 1910’larda Fransızca, Almanca ve Eski Yunan’dan çevirilerle ekmek peşinde geçen ilk gençlik.
- II. Pirlo’ydu. Net paslar, çok ter, gecikmiş tebrik ve iyi kurgu. Ülkesinin en çok çevrilen, en çok sevilen ismi oldu, kendi yüzyılının Homeros’u olmaya soyundu. Başardı da. Balkan Savaşları başlayınca orduya istediler, o da gitti. Savaş bitince şair arkadaşı Sikelianos ile iki yıllık uzun bir yolculuğa çıktı. Sadece ‘savaş’tan değil ‘insan’dan da kaçtı. Manastırlara yolculuk... İlk eşi Alexiou ile birlikte çocuk kitapları yayınladı. Daha sonra başlayıp 14 yılda yedi kez yazdığı 33 bin mısralık “Odyssseia: Devam Kitabı”, Zorba’yı bir kenara bırakırsak en önemli eseri olarak tanındı. Kendi dünyasında.
- III. Beckham değildi. Parlak ışıklar, sunulmuş hayat, yakışıklı bir çehre… Tabelaya bakarak yaşamadı. Pek çoğu hayatını devam ettirmek için olan onlarca iş yaptı: çeviriler, kitaplar, yayınlar...1915’te Günlük’üne başladı. Üç büyük öğretmenim dediği Homer, Dante ve Bergson’un izinde sürecek hayatı netleşmeye başladı böylece. Ekim’de Selanik cephesinde savaşa katıldı. Ruhundaki yaralar derinleşti. Hemen sonrasında Tolstoy okudu ve ‘senin bıraktığın yerden’ diyerek din üzerine yoğunlaştı. Elbette hakim doğruların dışında, başka türlü. Daha sonra kilisenin kendisini aforoz etmesine gidecek süreci bugünlerde başlattı. Dünyanın hakim doğrularını değil, yeterince düşünülmüş gerçek doğruların peşinden iyi bildiği Mevlevilik’in de katkısıyla muhakkak, ‘derviş’i yazdı. Ekmeğinin peşinde büyük yapıtlara değil saçma sapan yayıncılık işlerine bulaşmak zorunda kaldı.
- IV. Zidane’dı. Tertemiz aşk, pırıl pırıl futbol… Onur’u kuralların üzerinde gördü. Asıl ününü bile öldükten çok sonra ve doğrudan edebiyat sayesinde de değil, filme aktarılan Zorba’sıyla kazandı. 1964’te bizim Hz. Hamza’mız henüz Zorba’ydı.1922’den ölümüne kadar dünyanın pek çok yerini gezerek, notlar aldı. Almanya’da kaptığı soğuk algınlığından, soğuğun gerçek yüzünü gördüğü Sovyetler’de ancak iyileşebildi. Lenin’le başladığı yolculuğu kısa bir süre sonra Stalin’le sona erdi. 1957’de Nobel için Albert Camus’yle karşı karşıyaydı. Nobel’i alamadı. Camus hakkını verdi ama: ‘Benden çok daha layıktı.’ Neyse ki Nobel endüstrisi bugüne kadar onlarca büyük yazarı ıskaladı da çok bir şey değil yani.
- V. Çok hata, çok pişmanlık, çok tutku. Ömrünün her saniyesinde yaşamış bir adam Kazancakis. Ona tutkuyla katılmış, onu yeterince ciddiye almış bir adam. Nurettin Topçu’yla pek çok yerde ruh akrabalığı olan bir adamdan söz ediyoruz. Tek ilişkileri Henri Bergson değil elbette. Abdülaziz Bekkine’nin “Ne yaparsan yap sıdk-ı gönülle yap, hırsızlık bile yapacaksan aşkla yap” dediği gibi o da hayata tüm kalbiyle katılmaktan yanaydı: “Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan!”
- VI. Dervişti, romancıydı, filozoftu, yayıncıydı, gazeteci ve siyasetçiydi. Günaha Son Çağrı’sı, kilisenin aforozuyla sonuçlandı. Ama tanrı değil kiliseydi reddettiği. Birkaç savaşın bizzat içinde olmuş, milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan trajedilere doğrudan şahit olmuş bir yaralı ruhtan söz ediyoruz burada. İkinci Dünya Savaşı’nı gören bütün çağdaşları gibi o da sorular sordu cevap veremeyen kiliseye. Sonra etiketlendi; varoluşçu ve/ya ateist. 1957’de Almanya’da öldüğünde geride Zorba gibi bir başyapıtın yanı sıra Kardeş Kavgası, Günaha Son Çağrı, İsa Yeniden Çarmıha Geriliyor, Allah’ın Fukarası ve El Greko’ya Mektuplar gibi yapıtlar bıraktı. Şimdilik eserlerinden üçü filme uyarlandı. Özellikle Aleksi Zorba tavsiye sebebi. Özellikle Zorba kitabı tavsiye sebebi, şiddet dahil. Gerisi zaten internette.
- VII.
- İniesta’ydı. Sadece görmenin yetmediği, ince görmenin de gerektiği bir dünyada, bunun da üzerine çıkarak gördüğünü gerçekleştirmeye niyet etti. ‘O pası’ oraya atmak gerektiğini biliyor, bunu teklif ediyordu. Mesele, kralın çıplak olduğunu görmek değil ona göre. ‘Kral çıplak diyebilmek’ falan bile değil. Onun için asıl mesele krala giyinmesini teklif edebilmek... Bunu yapıyor Zorba’sı. Bizzat kendi at sineği. Ezber bozuyor. Başkalarına da bunu teklif ediyor. Zorba, katıldıkça yaşayabileceğini söylüyor insana.