Cezayir direnişinin Fatıma Nur Sümer'i

Fatıma Nur Sümer.
Fatıma Nur Sümer.

O, Cezayir’deki direnişin liderliğinin sadece erkeklerle sınırlı olmadığını, kadınların da direnişe katıldığını göstermesi bakımından İşgalciler nazarında çok tehlikeliydi.

Fransızlar, 1830 senesinde başlayan ve yüzyılı aşan sömürge döneminde, Cezayir’in tüm kaynaklarını yağmalamışlar ve yaklaşık 5 milyon insanı sistemli bir işkenceden geçirerek katletmişlerdi. O dönemden pek çok siyah beyaz fotoğraf kaldı bizlere. Atının üzerindeki heybetli duruşuyla, direnişin efsane komutanı Emir Abdülkadir’i hatırlar mısınız? Sömürü, maddeye ve manaya aynı anda saldırmaktadır, diyen büyük düşünür Malik bin Nebi’yi? Ya da Fransa’nın tam 64 sene boyunca intihar ettiğini iddia ettikten sonra işkenceyle öldürdüğünü itiraf ettiği avukat Ali Bumuncil’i?

Peki ya 1836 senesinde yani işgalin ilk dönemlerinde Cezayir’in kuzeyindeki Tizi Ouzou vilayetinin bir köyünde Kurân ehli mutasavvıf bir babanın kızı olarak dünyaya gelen ve Fransızlar tarafından 6 sene zindanda tutulduktan sonra 33 yaşında şehit olan Fatıma Nur Sümer’i hatırlıyor musunuz?

Küçük yaşlardan itibaren İslami ilimlere oldukça vakıf olan ve zamanının büyük çoğunluğunu Kurân okuyarak geçiren Fatıma, Rahmaniye tarikatının şeyhi olan babası Muhammed bin Issa’yı genç yaşta kaybetmişti. Babası sadece bulunduğu yerde değil geniş bir çevrede tanınan mübarek bir insandı. Fatıma’nın kendisinden büyük 4 abisi vardı. 16 yaşında evlendirilmiş ancak kocasını sevmediği için hasta numarası yapmaya başlamıştı. Şeyh Muhammed bin Issa, kızının mutsuzluğunu görünce dayanamayarak biricik kızını baba evine geri getirmişti. Fatıma, babasının ölümünün ardından yalnız kalınca tıpkı onun gibi İslami ilimler konusunda yüksek bir bilgiye ve saygınlığa sahip en büyük abisi Si Al-Taher’in yaşadığı köye yerleşmişti. Abisinin derslerine katılıyor, daha önce olduğu gibi zamanının çoğunu okuyarak geçiriyordu.

Hayatını değiştiren en önemli olay, Emir Abdülkadir’in direniş ordusuna bağlı bir teğmenin Fatıma’nın bulunduğu köye gelmesi olacaktı. Çocukluğundan beri sömürgecilerden nefret eden Fatıma, artık erkek kılığında direniş kuvvetlerine katılan ilk kadın olacak ve henüz 20 yaşında komutanlığa kadar yükselecekti. Zira 18 Temmuz 1854’te henüz 18 yaşındayken katıldığı bir savaşta büyük kahramanlık göstererek Fransızların 800’den fazla ölü bırakarak çekilmesini sağlayanlardan birisi olmuştu. Fransız General Rondon, 3 sene sonra 45 bin askerlik ordusuyla direnişçilerin üzerine geldiğinde bu genç kızı komutan olarak bulacaktı karşısında. Fatıma’nın gönüllülerden topladığı birliğinde 7 bin erkek ve birkaç kadın vardı ancak Fransızlara göre sayıca çok az olmalarına rağmen sömürgecileri yine geri püskürtmeyi başarmışlardı. Fatıma adeta insanüstü bir gayret göstererek askerleri uzun süre oyalamayı ve ilerlemelerini durdurmayı başarmış; hatta tek başına altı tane Fransız subayını öldürmüştü. İşgalci Fransızlar, herkesi hayretler içerisinde bırakan bu kadın komutanın bir an önce yakalanması için seferber olmuşlardı.

Fatıma, maalesef 1857 senesinde gerçekleşen bir baskın esnasında yakalanarak zindana atılacaktı. Yakalandığında 26 yaşına yeni girmişti. Ve Cezayir’deki direnişin liderliğinin sadece erkeklerle sınırlı olmadığını, kadınların da direnişe katıldığını göstermesi bakımından işgalciler nazarında çok tehlikeliydi. 6 sene hiç ışık görmeden zindanda tutulduktan sonra şehit olduğunda, büyük acılarla dolu bir tarihin tam da orta yerindeydi Cezayir. Ancak onlar için savaşan ve ölen Fatımalarını hiç çıkarmayacaklardı akıllarından.

Fatıma Nur Sümer üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki aslında. Fatıma’nın hayatı, pek çok farklı boyuttan ele alınarak anlatılabilir. Tarikatların Kuzey Afrika’daki sömürgecilik karşıtı direnişlerdeki muazzam rolü, Müslüman bir kadının böylesine küçük bir yaşta komutanlığa kadar yükselebilecek kadar büyük bir cesaret ve adanmışlığa sahip olması, Allah’a olan inancının adeta vazgeçilmez bir cüzü olarak kabul ettiği özgürlük aşkı ve Fransız Devrimi safsatası…

Bugün Cezayir’e yolumuz düşecek olursa, güzeller güzeli Fatıma’yı da aklımıza getirelim, olur mu?