Ceylanlar için uçsuz bir çayır: Abdülhakim El Hüseyni

Abdülhakim El Hüseyni
Abdülhakim El Hüseyni

Bu adamlar gerçekten yaşamış, gerçek insanlardı. Doğruyu, güzeli ve faydalıyı tarif ederken senin ve benim gibi televizyon ekranlarına ya da gazete sayfalarına bakmazlardı. Başka cetvelleri vardı yani.

“Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin.” Hürriyet Allah’tan başka hiç bir sebebe bağlanmamaktır. Bütün işlerde sebeplere değil, sebepleri yaratana dayanmak kulun ilk kurtuluş kapısıdır.

İffet ise, kendi nefsi ve başkasının hesabına değil, söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır.”

Abdülhakim El Hüseyni – 1902 - 1972

1

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına henüz 12 yıl varken, pek çok ilim adamı yetiştirmiş bir ailenin ferdi olarak Siirt’in Kermete köyünde doğdu. Takvim yoktu, bir el yazması Kur’an’ın arkasına işlendi doğum tarihi: 1902.

Babası devrin ve bölgenin önemli ulemalarından Seyyid Muhammed Efendi’ydi. Hem bir hat sanatçısı hem de pek çok kıymetli eseri bulunan bir âlimdi.


Adını Abdülhakim koydular. Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için de Hüseyni nisbesiyle andılar. Babası devrin ve bölgenin önemli ulemalarından Seyyid Muhammed Efendi’ydi. Hem bir hat sanatçısı hem de pek çok kıymetli eseri bulunan bir âlimdi. Doğduğu gün, bölgenin en büyük âlimlerinden Şeyh Diyauddin Efendi de evlerindeydi. Kucağına aldı ve gözlerine baktı yeni doğan bebeğin. Önce Şeyh Diyauddin Efendi’nin sonra da Şeyh Ahmet el Haznevi’nin elinden tuttu. Biliyorum önce bu isimleri konuşmamız gerek aslında. Ve yine biliyorum soracağın kimsecikler yok etrafında ama hiç olmazsa bir google’a sor sen yine de… Bu adamlar gerçekten yaşamış, gerçek insanlardı. Doğruyu, güzeli ve faydalıyı tarif ederken senin ve benim gibi televizyon ekranlarına ya da gazete sayfalarına bakmazlardı. Başka cetvelleri vardı yani.

2

Senden ve benden farklıydı. Sana ve bana bütün o ilkokul yıllarında çekirdek ailenin güzelliklerini anlatarak geçiren ve geleneği tevarüs ettirecek herkesi evden kovan bozuk eğitim tedrisatından geçmemişti yani. Pırıl pırıl bir aklı, berrak bir kalbi vardı. İlk hocası, babasının da hocası olan dedesiydi; Seyyid Maruf. Ahlakı ondan öğrenmişti. Babasından Kur’an-ı Kerim öğrendikten sonra, Şeyh Muhammed Diyauddin’in medresesine devam etmişti. Sonra eğitiminin devamı için birkaç başka köy ve birkaç ilçe dolaşıp durdu. Oğlunun eğitimi için şehir değiştiren bir baba düşünün işte, 1910’lu yıllarda. En son Suriye’de Hazne’ye geçerek tahsilini tamamladı. Toplam 26 yıl süren bir eğitim. Okuyarak geçilen değil, ezberlenerek tamamlanan yüzlerce kitap. Peki, neler vardı modern dünyanın bütün parlak görüntülerini bozan bu adamın sinesinde? Arapça, mantık, edebiyat, belagat, fıkıh, tefsir, akaid, hadis… Çoğunluğu Arapça ve Farsça el yazmalarından oluşan devasa bir kütüphane…

Toplam 26 yıl süren bir eğitim. Okuyarak geçilen değil, ezberlenerek tamamlanan yüzlerce kitap.
Toplam 26 yıl süren bir eğitim. Okuyarak geçilen değil, ezberlenerek tamamlanan yüzlerce kitap.

3

Bu hikâyenin bir bölümü. Ama sadece küçük bir bölümü. Daha sonra milyonlarca insanın yüreğini ısıtacak devasa bir ateş yakan bu büyük âlimin hikâyesinin ancak bir bölümü. Çünkü onu bugün konuşmamızı sağlayan asıl serüven tasavvufa intisap ettikten sonra başlayacak. Malum, ilmi isteyen herkes edinir, marifetse yalnızca istenilene verilir. Ahmet el Haznevi’yi görmek için arkadaşlarıyla beraber Türkiye sınırını gizlice geçip Suriye’ye gider, Hazne köyüne. Korka çekine huzura çıkar. Daha sonra uzun yıllar tasavvuf terbiyesini öğreneceği Haznevi’den tarikat alır. 1938’de de hilafet. Silsilenin 37. halkasına ismi nakşedilir.

  • Abdülhakim el Hüseyni, hilafet aldığı zaman Taruni köyünde ikamet ediyordur. Önce oradaki insanlara temas eder. Sonra sırasıyla Bilvanis’e ve bugün medfun olduğu Menzil köyüne gider. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce kalbi düşürür Allah, onun kalbine.

4

36 yaşında tahsilini tamamlayıp icazet aldıktan sonra köy köy dolaşıp, şehir şehir dava edindiği dertleri insanlara ulaştırmaya gayret etti. Ömründe durmak ve duraklamak yoktu. Tam vazifeye başlayacağı sıra tekkelerin kapatılmasına şahitlik etti. Durmadı. Adım adım yürüyerek halkı irşadın peşine düştü. Bugün yaktığı ateşle yolunu bulan milyonlarca insanın yetişmesine emek veren bu adamdan geriye ne kaldı dersiniz? Sürekli hatırlanan ve her yerde övülen etkili bir biyografi mi? Mal ya da mülk mü? Hiçbiri!

Her şeyini Allah’a ayarlamış bu büyük adamdan bugün geriye sadece sohbetleri kaldı.

Osmanlı’nın son, Cumhuriyetin ilk dönem âlim ve ariflerinden olan Abdülhakim el Hüseyni’nin hepi topu bir kaç defa yazılmış hayat hikâyesinde çektiği çilelere bile hiç yer verilmemiş olması hepimize bir şeyler söyler aslında. Hepimize! Ama önce onlara…

5

Her vesileyle devlete ve millete düşmanmış gibi sunulan, kılık kıyafetinden ve tercih edilmiş fakirliğinden dolayı ayıplanan, sadece elbiselerinden ötürü ‘kara cahil’ olarak yaftalanan bu aziz âlimin, tıpkı babasının hatla meşgul olması gibi, pek çok hususiyeti vardı. Edebiyatı severdi ki sade sevmek değil, bilirdi de. Kütüphanesinde yüzlerce Arapça ve Farsça el yazması divan bulunurdu. Köy köy irşad için dolaştığında yanında mutlaka güzel şiir okuyan birkaç kişi olur, onlara kasideler okuttururdu. Şiirin sanatlarını da iyi bilirdi. İyi şiirden anlar, şiirin okunmasında da bir sanat olduğuna inanırdı. Ve bugün biz şiir severlerden bile yavaş yavaş kalkan hassasiyetine bakın ki şiir okunurken sessizce ve dikkatle dinlenilmesini isterdi. Hem şaire, hem şiirde geçen isimlere saygısızlık olmasın diye…

Edebiyatı severdi ki sade sevmek değil, bilirdi de.
Edebiyatı severdi ki sade sevmek değil, bilirdi de.

6

Bütün ömrünü ne yaptığının idrakinden hiç ayrılmadan, aynı titizlikle sürdüren Abdülhakim el Hüseyni, bir sohbetinde “Allah’a dostluk edecek kimseleri yetiştirme mektepleri olan tarikatlar, artık iman kurtarma mektepleri haline geldi. Eskiden insanlar yıllarca gezer, kendilerine şeyh ararlardı. Şimdi ise şeyhler kapı kapı dolaşıp Müslümanları imanlarının kurtulması için çağırıyor ve topluyorlar. Şah-ı Hazne (Ahmed Haznevi) Ümmet-i Muhammed’in imanını kurtarmaya çalıştı. Yoksa bu zamanda tarikat meselesi diye bir şey olmuyor. Şimdi bir oyalamadır yapıyoruz. Maksat iman kurtarmaktır” demişti. Ömrünün son demlerinde hocası Ahmet Haznevi’nin son demlerinde yaşadığı hastalıklara yakalandı. Tedavi için önce Ankara’ya sonra İstanbul’a gitti. Ameliyat oldu ancak vade dolmuştu ki kısa bir zaman sonra da emr-i hak vuku buldu. 1972 yılının tam da bu zamanlarında, Haziran ayının ilk haftasında, dar-ı bekaya irtihal etti. Vefatından sonra yerine Halife’si, Muhammed Raşid Erol geçti.

7

Din nedir? “Din, her haliyle sünnettir” Abdülhakim El Hüseyni, her haliyle sünnete ittiba konusundaki titizliğiyle vefatından neredeyse yarım asır geçmiş olmasına ragmen hala kalbimize dokunmaktadır. Farzların sınırlarını zorlamaya çalışan biz modernlerden değildi yani. Namazın bırakın farz ve sünnetlerini, erkân ve edeplerini bile yüksek bir ciddiyet ve asil bir titizlikle muhafaza ederdi. Abdülhakim el Hüseyni, ömrünün son zamanlarında sohbetine gelen insanlara buyurmuştu ki;

  • “İnsan fakir olmalıdır. Rabb’ül Âlemin hep fakirlerledir. Fakirleri sever. Fakirlikten maksat nefis ve benlikten uzak olmaktır. Dünya malından dolayı fakirlik değildir. İnsanın nefis ve benliğini yenmesi lazımdır. Nefsini büyük gören kendinde büyüklük eden kimseyi Allah-u Teâla sevmez.”
Her ziyaretçisine ikramda bulunmuş, kazancının çok büyük bir kısmını her ay düzenli olarak tasadduk etmişti.
Her ziyaretçisine ikramda bulunmuş, kazancının çok büyük bir kısmını her ay düzenli olarak tasadduk etmişti.

8

Hediyeleşmeye büyük titizlik göstermişti. Kendisine getirilen hediyeleri paylaşmış, sevdiklerine mutlaka hediyeler vermişti. Davet edildiğinde mutlaka icabet ederdi. Kim nereye çağırırsa oraya giderdi. Zaten ömrü de köy köy dolaşmakla geçmişti. Torunlarıyla şakalaşırdı. Fakirlere ayrı bir muhabbeti vardı. İnsanlarla ilişkisinden, hayvanlara şefkatine kadar, bütün işlerinde Hz. Peygamberin sıkı bir taklitçisi olmaya gayret etmekle geçti ömrü. Her ziyaretçisine ikramda bulunmuş, kazancının çok büyük bir kısmını her ay düzenli olarak tasadduk etmişti. Kırkta birlik zekâtı, kılı kırk yararak “aman fazla gitmesin” endişesiyle hareket eden bizlerin anlamasına imkân yok. İmkân ve ihtimal bile yok sizin anlamanıza bay büyük Müslüman zenginlerimiz.

9

Ömrü, sohbet etmekle geçmiş bir adamdan söz ediyoruz aslında burada. Sohbet, dost olmak, eşlik etmek demekti ya, onun hikâyesi de tam olarak böyleydi. Zamanla çekilen, gittikçe bozulan, havası zamanla hevaya dönüşen tarikat ortamlarından biri değil, aslını koruyan bir yapının içinde doğdu ve yaşadı ve irşad etti. Kur’an’a ve Rasulullah’a tam ve net bir bağlılıkla ömür sürdü. Usul bilmeyen vusule eremez ilkesini dikkatle hayatta tuttu.

  • “Rızk, Allah’tandır. Allah’ın takdir ettiğinden fazlası insanın eline geçmez. İster helal yolla, ister haram yolla edinin. Allah’ın ölçüsünden fazlası olmaz. O halde neden harama tevessül eder insan?” derdi.

10

Dini emir ve yasaklar ve Hz. Peygamber’in sünnetine ittibat konusunda tartışılmaz, kat’i bir çizgisi varken, insanlara karşı günahlarından ötürü kırıcı olmaz, nezaketle ve sabırla uyarırdı. Yaşanmış gerçek hadisedir: içki müptelasına düşmüş biri, bir gün bir vesileyle yanına geldi. “Efendi Hazretleri” dedi. “Ben içki müptelasıyım. Her kötülük bende mevcut. Kurtulmak isterim. Evlatlığa beni de kabul etmenizi istirham ederim.” Bir süre sessiz kalan Abdülhakim el Hüseyni, tebessüm ettikten sonra samimiyetle talep eden zata, “Pekal! Gel sen de bizim sarhoş bir evladımız ol” der. Şöyle buyurdu bir sohbetinde: “Nefsin zatı ve maddesi değişmez, lakin sıfatı terbiye olup değişir.”

Mesela, Hz. Ömer radıyallahu anh, İslam’dan önce cehalet devrinde kızlarını diri diri toprağa gömerdi. İslam’ı kabul ettikten sonra aynı Ömer, halife olmasına rağmen sırtına çuval yükleyerek, fakirlerin evlerine kadar ihtiyaç maddelerini taşıdı. Her iki Ömer de aynıdır. Sıfatları değişmiştir. Ama zatı aynıdır.”

Abdülhakim el Hüseyni, dünyaya gönderilmesinin gerekçesini hiçbir zaman unutmadan gerçekten yaşamış bir insandı. Allah ondan ve onlardan razı olsun.