Çerezleri silmek imandan mıdır?

Çerezleri silmek imandan mıdır.
Çerezleri silmek imandan mıdır.

Romalılar kanunlar ortadan kaldırıldığı zaman değil, onları eğlendiren sokak soytarısı kentten kovulduğu zaman üstlerindeki baskıyı bütün şiddetiyle hissetmişlerdi. Senin soytarın sen onu kovsan da gitmez. Her yerde soytarın var. Nereye gitsen onlar da geliyor peşinden.

İlham dolu bir sanatçı üretemez

Giorgio Agamben

Ne erişemeyeceğin mesafelerden sana ulaştırılan haberlerle dolu bir gazeteyi okumak ne trafik tıkandığında direksiyon başında geçirdiğin vakitler ne gişe önünde kuyrukta beklemek ne süpermarketlerin o masalsı bolluk ülkesine yaptığın ziyaretler ne asansörde tanımadığın insanlarla yaşadığın dilsiz yakınlığın geçmek bilmez dakikaları… Hiçbiri “benim hayatım” diyebileceğin şeyler değil. Bunu biliyorsun. Hayatının giderek bir haciz memurunun rüyalarına benzediğini bile fark etmiyorsun ama. Bir öğle arası arayan kişi, katıldığın çekilişi kazandığını söylese deprem korkusu saracak belki de tenini. Zira muhtemel tüm mutlulukların ajandanda yazılı. Neden böylesin? Neden başarısını ressamının hiçleşmesine borçlu bir tablo gibi yaşadın bunca yıl? İş arkadaşlarının samimiliği müsadere edilmiş sohbetleri ülser etkisi bırakıyor sende. Varlıklarının tek ispatı para şıkırtıları olan herkesten tiksiniyorsun.

Romalılar kanunlar ortadan kaldırıldığı zaman değil, onları eğlendiren sokak soytarısı kentten kovulduğu zaman üstlerindeki baskıyı bütün şiddetiyle hissetmişlerdi. Senin soytarın sen onu kovsan da gitmez. Her yerde soytarın var. Nereye gitsen onlar da geliyor peşinden. Onlar mutluluğun temsili olan hazların gerilim hattında yaşatıyorlar seni. Ve çok gürültü yapıyorlar. Gürültüleri rahatsızlık değil endişe veriyor. “Muhakkak” diyorsun içinden “ bu da bir şiddettir.” Sessizliğin yokluğu barbarlıktır diye bağırmak istiyorsun bu fikrini ispat edercesine. Sınıfa giriyorsun. Öğrenciler şamata içinde tozu dumana katıyorlar. Hiçbir şey yapmıyorsun. Susup bekliyorsun sadece. Birer birer durumun farkına varıp kendilerine çeki düzen veriyorlar. Sessizliğinin hisse senedi var hepsinin yüzünde. Hep bu kestirme yolu kullandın senelerce. Kaç yıl oldu hâlâ işe yarıyor. Bir antik Yunan filozofu olsaydın eğer yürüyerek yaptığın derslerin birinde kendini tutamayıp en sessiz iktidar en güçlü iktidardır demek gelecekti içinden.

Polisiye romanları çok seviyorsun. Polisiyede seni cezbeden bir desen var. Ne olursa olsun finalde cinayet çözülüyor çünkü. Sen aslında polisiye sevmiyorsun belirsizlikten kaçıyorsun. Belirsizliğe tahammül edemiyorsun. Müphem hem polisiyenin hem senin ortak düşmanınız. Unutuyorsun. Hep unuttun; emin olmak isteyen bir kalp ölüdür. Hayatın ne kadar dağınıksa hayallerin o kadar derli toplu olsun istiyorsun. Daima finalde tüm düğümler çözülsün, belirsizlik sisi dağılsın istiyorsun. Mutlu son mitine sarılmadan uyuyamıyorsun. Ama yine de her sabah pencerenden sızıp odana dolan o şey, gözyaşlarına özgürlük bahşeden, sesinin sakin arazisine kaygı müteahhidini musallat eden o şey yakana yapışıp senden bir kadastrocu imal etmeye çalışıyor. Halbuki sen bir Kafka karakteri değilsin. Annenle, amirinle, öğrencilerinle, komşularınla arana çizdiğin çizgiyi kimsecikler aşamasın diye uydurduğun o tuhaf bürokrasi sana hep yardım ediyor. Belki de insanları sevmiyorsun. Evinde televizyon yok. Senin için televizyon izlemek insanları neden sevmediğin konusunda bir kaynak kitap okumak gibi.

Bir duvar saati bir köy evi için neyse sevdiğin kadının gözleri senin için o. Duvar saati köylülerin en çok sevdiği eşyadır; çünkü zamanı bir mobilya içine hapsederek insanın güvende hissetmesini sağlar. O kahverengi gözlere bilebildiğin tüm zamanları sığdırıyorsun. Bu seni teskin ediyor. Bu yüzden ölümden çok korkuyorsun. Bu yüzden kaygı senin anayasan. Evliliklerinin on ikinci yılında kocasına âşık olan kadının ihtiyatıyla yaklaşıyorsun kedilere; Ama olsun. Ülkeyi ve insanlarını trenin penceresinden tanıyan bir turist değilsin sen. Beklemeyi istemiyorsun. İstemeyi beklemiyorsun. İstemek beklemekten arındırılmış bir halde endamını gösterebilir sende. Çocuklarla ya da ihtiyarlarla konuşurken gülümsemen çok dar bir gerçeklik marjına sahip. Elbette hoşgörülüsün. İnsanları oldukları gibi seviyorsun, onların olabileceklerinden nefret ediyorsun çünkü.

Geceleri hep erken yatıyor Proust’un kahramanı. Sense cumartesileri hep erken kalkıyorsun. Kahvaltıdan sonra mutat ev temizliğine başlıyorsun. En sona kütüphanen kalıyor hep. Çok tuhaf… Kütüphaneye girmek mezarlığa girme hissi uyandırıyor sende. Ölülerin sözleriyle dolu bir odanın ambiyansı mezarlıktan rol çalıyor o anlarda. “Yazmak” diyorsun “hep ölüm hakkında yazmaktır.” Sonra Buhari külliyatının olduğu rafı özenle siliyorsun. Çerezleri silerken gösterdiğin özene ne kadar benziyor. İkisinde de acziyetin etrafa kırıntılar bırakıyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım