Bu vodvili, anlamın sizden çekildiği güneithaf ediyorum ya da sanat sevgisi veTürk düşmanlığı arasında Birikim Dergisi

ççöp
ççöp

Barış Özkul kim? İslam’ı Hegel’den öğrenmiş bir arkadaşımız. Hz. Hegel’in okumaları daha‘tarih üstü’ ve daha kapsayıcı olduğu için kaynak elbette orası olmalıydı. Olmuş. Ama buyaklaşım olmuş mu? Olmamış. Neden? Çünkü Necip Fazıl şiirlerinin edebi eleştirisineçalışınca ‘Türkiye ve içindekiler uzmanı’ olunmuyor, İslam’a ve Türkiye’nin toplam tarihibirikimine vakıf, hiç olunmuyor.

I.

Ağırlığı var, yok değil. Yüzümde entelektüel bir merak, içerimde ahlak yasası, tam ciddiyetle elime alıyorum, birkaç cümleden sonra bir gülme tutuyor beni. Bilerek değil. Vallahi değil. Konu tiyatora falan ya, hani bizim çok da bilmediğimiz mesele, okuyalım anlayalım diyorum, yok, gelmiyor gerisi. Muhammed Bakır Es-Sadr, İslam Ekonomisi’nin ilk cildinde dünyayı kavrama teorilerinden söz ederken, tek etken teorisinin yanlışlığı diye bir şeyden bahis açıyordu. Şöyle açıklamaya çalışayım; mesela miladi olarak 21. yüzyıldayız, tarihten az çok haberimiz var ve dünyanın bugününü anlamaya çalışıyoruz. Neler, neden, nasıl oldu gibi sorular yedeğimizde. Tek bir çerçeveden, bütün olan biteni bütünüyle anlamanın imkansızlığından söz ediyor amcamız. Böyle okuyunca “he ne var bunda, çok mantıklı” diyebilirsiniz. Sözünü edeceğim yazıyı okuyunca aklıma bu geldi. Sol/sosyalist/Marksist artık kendilerine ne diyorlarsa, (malum Türkiye’de acayip karışık bu işler, CHP’nin sol’da olduğunu düşünürseniz hak verirsiniz bana) tek bir konunun uzmanı, tek bir gözlüğün görücüsü bunlar. Ortalama bir Müslümanın temel inançlarına olan sadakatten daha bağlı ve tartışmasız inançları var kendi kurgusal düşüncelerine. Yine de muhafazakâr biziz, yobaz biziz ağzını kırayım. Ne güzel Türkiye.

Neyse daha girişi yapamadık konu nerelere geldi... Bu yazının sahibini ve Cins Dergisi’ni de İrancı olmakla suçlayabilecekleri malzemeyi kendilerine verdiğimize göre müsaadenizle konuya devam edeyim. Konu ne? Konu tiyatora. Hani şu Osmanlı padişahlarının bile büyük ilgi ve takdirle hayran oldukları kurgusal sahne ve oyunu. (Demek ki Osmanlı padişahlarının bazıları iyi.) Türkiye özelinde söylüyorum; sanatların en yücesi, en güzeli, en asili... Onu bilmediniz mi bütün bilmeler anlamını yitirir. Şiirden bir ülke olan Türkiye’de bile böyle, gerisini siz düşünün... Konu tiyatro dediğime bakmayın. Aslında konu doğrudan tiyatro değil, soru şu ama; ‘sosyalistlerin okuma yazması var mı?’ Çünkü okuduğunu anlamayla ilgili bir sorunun karşısındayız. Şaka yapmıyorum, okuduğunu anlamayan, duyduğunu işitmeyen ve bunu, günün sonunda Birikim’de ‘AKP karşıtı’ makaleye dönüştüren bir birikimin karşısındayız. Kelime şakası da yapmıyorum, ortada bir birikim olduğu doğru ama daha çok kendi kendine olmuş gibi; birikinti. Üzücü lan.

II.

Ağırlığı var dedik ya, gerçekten var. Birikim dergisinden bahsediyorum. İyi yazılar yayınladı uzun ömrü boyunca. Yıllar evvel epey entelektüel tartışmanın külüne üfürdü. İyi işler, sıkı makalelere yer verdi. Bugününe bakıp da hala yaşıyor sanmayın, ölmüş olmasına rağmen ısrarla yaşıyor muamelesi yapıyorlar. Bir yerde serde mertlik var, bir yerde ekmek parası. O kadar olacak. Ama babasının ceketini giyerek büyüyeceğini düşünen ergen bir çehresi var bugün sadece. Güzel projeydi, üzgünüm ki olmadı. 90’lardaki şık ve yakışıklı beden, aklı var fikri yok huysuz bir ihtiyara dönüştü. Üstelik gençlik hevesleri peşinde, hiç de durup bileğine bakmıyor. Öyle biçimsiz. Hala kızlara bakıyor. Birikim Dergisi kaç yıldır çıkıyor? Kaç yıldır Türkiye üzerine öngörülerde bulunuyor? Hangi öngörüleri isabet etti? Kaç yıldır, kaç yazıyla Türkiye’nin bugününe ve yarınına ilişkin okumalar yaptı? O okumaların sonuçları ne oldu? İsabet oranı nedir? Türkiye’yi ve dünyayı ne kadar doğru okudular? Yoksa dergi, sadece birer temenniler postasından mı ibaret? Entelektüel tecessüs mü, tarafgir militanlık mı? Hangisi Birikim’in mesleği? Birikim ne? Ben söyleyeyim; Birikim, entelektüel ambalajla militanlık yapmanın Türkiye düşmanlığını Türkçesindeki karşılığı. ‘Birikim Magazine’ falan demek lazım aslında. O daha çok karşılıyor.

Hakkını yemeyelim. Hep ‘günün birinde ben de yazmak istiyorum’ dediğim afili başlıkları olan yazılara ev sahipliği yapması da ayrıca sempatik, açık konuşalım. “Post-yapısalcı süreçte AKP iktidarının ekonomi-politiğine Marksist eleştiri.” Çok şekilli değil mi? Başlığı okuyunca kafadan “vay be neler olmuş” deme hissiyatı uyandırmıyor mu insanda? Mesela şöyle başlıklı yazılara ev sahipliği yapıyor; “Kürt meselesine araçsalcı yaklaşım”, “Post- Türkiye ve Yeni Jeopolitik Güç Kürdistan”, “Kültürel Kürtlük,

Politik Kürtlük” ya da “Kürt Coğrafyasının Siyasi Haritası” yahut “Ermenilere Had Bildirmek” ya da “Ezidilerin Trajedisi.” Ben hiç atamadım böyle başlıklar. Neyse ki bu yazıyla meramımı biraz olsun giderdim. “Post-yapısalcı” bilmem ne... Güzel oldu be.

III.

Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Nejat Birecik, bu yıl sezon açılışında sadece ‘yerli ve milli’ oyunların sahneleneceğini açıkladı geçtiğimiz günlerde. Birecik’in açıklaması, Birgün’den tutun da ne kadar sol, eski sol, Marksist, eski Marksist, yeni reklamcı, sosyalist, eski sosyalist, yeni Almancı, eski Rusçu kim ve neresi varsa hepsinin AKP’ye çakma malzemesi oldu. AKP’ye çaksınlar bize ne. Ama orada kalmadılar, oradan yürüdüler ve asıl dertlerini izhar ettiler. Kılıf ne? Oo Brecht oynanmayacak... Asıl dertleri ne? Türkiye.

Barış Özkul da Birecik’in açıklamasından yola çıkıp Birikim’de bir yazı yazdı, ‘Yerli ve Milli Sanat’ deyu. Hakkını verelim Özkul’un numaralı afili başlıkları yok, sade ve derdini toplayacak başlıklar konduruyor yazılarının başına. Güzel bu. Birikim’i epeydir mutat takip etmiyorum itiraf etmem gerekirse. Yazıyı görünce Barış Özkul’un bir iki yazısına daha göz atayım dedim o vesileyle. Attım. İkinci ilk okuduğum yazıda karşıma çıkan bir paragraf yüzünden, yazının başında bahsettiğim o gülme tutulmalarından birine daha maruz kaldım. Küçümseme falan değil mesele, gerçekten. Hatta hiç gitmediği yolun kırk yıllık şoförü olanların cesaretine her zaman hayretle bakmışımdır. Bilenler bilir, zor açılan, genelde içe kapanık bir adamımdır. Ondan herhalde. Paragraf şuydu: “Necip Fazıl Kısakürek’in Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından çok sevildiği belli. Yeni Türkiye “mefkûresi”nin başköşesine oturtulacak kadar hem de. Ortadoğu’da Müslüman Kardeşlerin önderliğine soyunma ülküsünün etrafında kenetlenirken Necip Fazıl’dan yardım istemek, isabetsiz bir strateji de değil.”

  • Çoklukla yanılmıyoruz doğru, din düşmanı değiller; sadece İslam’dan rahatsızlar. Yoksa yerli ve milli sanat olur mu sorusuna verdikleri cevap ancak “yerli” ve “milli” kelimelerinden kastedilen şeyin ıskalanması ile mümkün. Bu da en hafif tabiriyle Türkçesizlik, en ağır tabiriyle gavurluktur. Michelangelo’nun Venüs heykelinin yerliliğini konuşmaya ne dersiniz?
‘Yorumlamam bu kadar, teşekkür ederim’ diyerek konuyu kapatabilirdim. Ama diyeyim bir şeyler ki Barış Özkul da girdiği topların encamını bilsin. “Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler’in önderliğine soyunuyorsanız Necip Fazıl’dan yardım almanız isabetsiz bir strateji değildir.” Cümle bu. Her sakallıyı hacı sanmak hastalığı, sosyalistlerde her sakallıyı Marks sanma hastalığı şeklinde tezahür etmiyormuş demek ki, bakınız bir şey öğrendik. Necip Fazıl isabetli bir strateji. Niye? Çünkü o da dinci. (Buraya gülme işareti gelecek) Bu kadar basit işte. Buna düşünce diyorlar. Entelektüel üretim oldu yani bu. Bu bilgi düzeyinde ve bu düşünme yöntemiyle siyaset okuması yapıyorlar. Barış Özkul Ortadoğu’yla, Türkiye’yle ve bazı şiirleri dışında Necip Fazıl’la gerçekten irtibat kursaydı böyle bir cümlenin kurulamayacağını bilirdi. Yerimiz olsaydı diğer yazılara da bakardık bu meseleyi de açardık. Ama abartmayalım. Geçelim asıl yazıya. (Barış Özkul meseleyi etraflıca öğrenmek isterse Cins’ten ulaşsın bana.)

Bu arada elbette Nejat Birecik’in ‘hümanist vatan milliyetçisi’ kastından beriyim. Ne dediğini de anlamadım. Anlaşılır gibi de değil. Fakat Birecik’in ‘yerli ve milli’den kastının, tıpkı kendisi gibi Barış Özkul tarafından da anlaşılmadığını söylemek için fazladan bir çabaya ihtiyaç yok. Ne de olsa tiyatrocu... Şaka lan şaka. Kötü tiyatrocu Nejat. Niye? Çünkü AKP’ci.

IV.

Geldik, tüm bunları konuşmamıza vesile olan yazının müellifi kahramanımız Barış Özkul’la. Barış Özkul kim? İslam’ı Hegel’den öğrenmiş bir arkadaşımız. Hz. Hegel’in okumaları daha ‘tarih üstü’ ve daha kapsayıcı olduğu için kaynak elbette orası olmalıydı. Olmuş. Ama bu yaklaşım olmuş mu? Olmamış. Neden? Çünkü Necip Fazıl şiirlerinin edebi eleştirisine çalışınca ‘Türkiye ve içindekiler uzmanı’ olunmuyor, İslam’a ve Türkiye’nin toplam tarihi birikimine vakıf, hiç olunmuyor.

Başka şeyler de gerekiyor ama tabii ki dar kafalı ve art niyetli olan bizler için sadece. Ona gerekmiyor. Beni sağcı olarak görüyor. Bu yazıyı okuyan seni de. İtiraz edersek, çok çok İslamcılığımıza izin verecek. “İslamcıyım ama senin anladığın gibi değil” desem de çaresi yok... Öyle bir aydınlık işte; ışıl ışıl.

Barış Özkul’dan bağımsız olarak söylüyorum. Kader olarak yani. İsmet Bey (Özel) yıllar evvel şöyle yazmıştı: “Bana ateistim diyenlere, hangi dinin ateistisin, diye soruyorum.” Berrak bir zihin açıklığı. Ek yapılması gereken tek yer şurası: maruz kaldığı her şeye rağmen yaşayan tek din İslam olduğu için, soru tek merkezde toplanıyor ve nihayetinde soru olmaktan çıkıyor; demek İslam’ın ateistisin. Bunu şunun için söylüyorum; çoklukla yanılmıyoruz doğru, din düşmanı değiller; sadece İslam’dan rahatsızlar. Yoksa yerli ve milli sanat olur mu sorusuna verdikleri cevap ancak “yerli” ve “milli” kelimelerinden kastedilen şeyin ıskalanması ile mümkün. Bu da en hafif tabiriyle Türkçesizlik, en ağır tabiriyle gavurluktur. Michelangelo’nun Venüs heykelinin yerliliğini konuşmaya ne dersiniz? Yok! O, evrensel sanatın ta kendisi. Adam kilisenin duvarlarına tanrıyı nakşedince sorun yok, Allah derse kabahat çünkü. Evrensel ne la?

Tayyip Erdoğan’ı küçümsüyor, entelektüel bulmuyor, cahil olduğuna inanıyor. Lar. Ama Erdoğan, “yerli” olmaktan söz edince, kavrama CHP mebusu edasıyla girişiyor. Lar. Ne la yerli? Ne anlama geliyor? “Yerli nedir” sorusunun cevabını verdin mi ki “yerli sanat” meselesine hiçbir zaman bacak bacak üstüne atmayı becerememiş ama heves etmiş bir şişmanlıkla istihza ediyorsun. Yerli ve milli sanat olmaz. Niye? Niye’sinin “buradan” örneği yok. Niye diye sorduğunuzda mesele birden nitelik tartışmasına dönüyor. Sonra geliyor Nihal Atsız’lar. Böyle Orhan Pamuk’lar çıkmazmış. Çıkmasın zaten ulan.

Kutsalı olmayanın kutsalsızlık çağrısı, bir süre sonra kutsalsızlığı kutsal bellemesine yol açıyor. Ne büyük dram. Barış Özkul’un ve neredeyse cümle Birikim’in hikayesi bu. Charlie Hebdo’yu savunmak için yola çıkıp tek argümanını “Ne yani Dante’nin İlahi Komedya’sını da mı yasaklayalım” müthiş zeka sorusuyla taçlandıran birinden söz ediyoruz nihayetinde. Nejat Birecik’in farkında olmaksızın bahsettiği Hümanizmin son yeri. Ee Türkiye’yi Wikipedia’dan öğrenince ortaya bu model çıkıyor. Ne diyordu Wikipedia? St. de yok Hz. de... İkisi de olsun diyemiyorsun. Sonuç ne? Tanrı yok! Toplamda Tanrı yok değil mi Barış? Ama bir güç var...

Not: Müzikli dram yazmak için yola çıktım ama yerim yetmedi. Belki sonra devam ederiz. O zaman şarkı gelsin: Cem Karaca, Yarım Porsiyon Aydınlık.