Böceklere zehir sıkılır, peki insanlara?
Bugün, dünyanın bin bir zulüm ve anarşiye sahne olması, hiç şüphesiz insanların, azgınlaşan nefsani ihtiraslarına tâbî olarak, ilâhî aşk ve muhabbet gibi insanı yükselten hasletlerden uzaklaşmalarındandır.
Tecrübenin mahiyetiyle ilgili farklı yorumlar olmakla birlikte, insani tecrübenin mahiyetiyle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz: Hiçbir tecrübe vasıtasız değildir ve yorumdan bağımsız bir insani tecrübe yoktur. Tecrübe yaşayanlar kendilerine özgü bir tecrübe yaşarlar ve bunu diğer insanlara kendilerine özgü bir dil ile anlatırlar. Her tecrübe, yapılabilirlik arz eder. Düzeltmeye açıktır ve dolayısıyla nihai veya mutlak değildir. Hiçbir tecrübe, bizatihi bilgi değildir. Her tecrübede, bir bilinçlilik söz konusudur. Hiçbir tecrübe, mutlak olarak anlatılamaz değildir. Tüm bu açıklamalardan hareketle tecrübe, bireyin yaşam dilimi içerisinde dış ve iç dünyası ile kurduğu özel iletişim vasıtasıdır. Tecrübe yaşayan kişi bu durum gerçekleştiğinde duyu bilgisi kadar gerçek veya gerçeğe yakın hâller yaşamaktadır.
Bu sebeple tecrübe, bir birlik durumudur. Tecrübe ile üç ögeyi ayırt edebiliriz: tecrübeyi yaşayan kişi, tecrübe edilen varlık veya olay ve tecrübenin tecrübe edinendeki yansıması. İnsan doğasına aykırı olan vahşete şahitlik etmek nasıl bir tecrübedir peki? Vahşeti uygulayan ya da alınan kararın karar vericileri gerçekten vahşi midirler, oysa insan görünümündedirler!
Vahşi kişi ya da alınan kararın karar vericileri bizim gibi maddesel cevhere sahip sıradan bir insan gibi görünebilir. Lakin dünyada tasarruf kudret ve kabiliyetine sahip insanlar olarak görülmekle birlikte bu tasarruf kudret ve kabiliyetlerini yok etmek üzerine kullanmaktadırlar. Peki, hangi duygularını yitirmişlerdir ki bu denli acımasız olabilmektedirler? Buna göre varlığı madde ve form ilişkisi içerisinde insan, lakin mazluma, özellikle Müslüman mazluma karşı canavar formu kazanabilen bir insan türü ile karşı karşıyayız.
Yaşatılan zulmün kökleri Batı'nın geçmişinde gizli. Eski çağlarda, sıçanları bir tarafı kapalı kafeslerin içine yerleştirdikten sonra açık olan tarafı işkence edilecek kişinin karın bölgesine bağlıyorlar ve kafesi bir meşale ile ısıtmaya başlıyorlardı.
Gerçi bu yeni tecrübe ettiğimiz bir durum da değil. Tarih sahnesinde bunun örneklerini çok gördük. Buna göre bilginin temelinde duyular vardır. İnsan nesli duyguları yoluyla bilgi edinebilmektedir. Sonuçta doğru ya da yanlış bir bilgiye ulaşılabilir. Vahşi kimlik sezgisel bilgiye duyu organları olmaksızın bir anda tam ve kesin olarak ulaşabilmekte ve yok etmek üzerine harekete geçmektedir. Varlığı madde ve form ilişkisi içerisinde insan görünümlü bu varlıklar ruhsuz oldukları için insan ruhunun ihtiyacı olan ahlâkî bir eğitime asla gereksinim duymazlar. Yoksa bir insan mecbur olduğu için kendine sığınmak isteyen insanlara neden tarım zehri ile saldırabilir ve onları zehirleyerek öldürmek isteyebilir ve bu bir devlet politikası olarak meşru görülür? Suriyeli sığınmacılara Yunanlıların yaptığı budur. Lastik botlarını teknelerle gelip batırarak sığınmacıların çoluk çocuk boğulmalarını istemektedirler.
Silahla ateş edip ölmelerine sebep olmaktadırlar. Şiddet uygulayarak özel eşyalarını gasp edip onları soğukta çırılçıplak bırakabilmektedirler. Zehirli gazlarla zehirlemektedirler. Onlar, sebep oldukları vahşetin neticesi mazlum durumuna düşmüş insanları kendilerinden uzak tutarak izole edilmiş bir kıtada dertsiz tasasız, sebep oldukları kan ve gözyaşını asla görmek istemeyerek yaşamak derdindedirler. Zaten ulaşmaları gereken cevherlere ulaşmışlardır. İnsanların ise hiçbir önemi yoktur. Adâletin zıddı olan zulüm; bir şeyi olması gerektiği şekilde değil, olmaması gerektiği şekilde yapmak, hakkı yerli yerine koymamaktır. Yine zulüm, haksızlık yapmak, başkasının hakkı üzerinde haksız bir tasarrufta bulunmak ve herhangi bir konuda haddi aşmaktır. İşte bu vahşilerin yaptığı şey de tam olarak budur. Lakin dünyada zulmedenlerin kısa bir müddet rahatça dolaştıklarına aldanmamak gerekir.
Zira Allah onlara tövbe ederek haksızlıktan vazgeçmeleri için mühlet vermektedir. Bu mühletin sonunda akıllanmadıkları takdirde onları şiddetle yakalayacaktır. Bu durumda artık onların bir yere kaçmaları mümkün değildir. İnandıkları kitaptan İncil'den onlara hatırlatmakta fayda var: Ölüm yok olma veya sona eriş değil, sonsuz yaşamın bir başlangıcıdır. Kabir âleminde yargı gününe kadar kalan ruhlar, diriliş ile bedenlerine kavuşurlar. Bundan sonra bütün insanlar yargılanır. Rabb'ini unutarak kötü eylemler yapanlar cehenneme, Tanrı'nın hoşnutluğunu kazananlar da cennete gönderilir. 2.Selanikliler 1/9: Böyleleri (cehennemlikler) Rabb'in varlığından ve yüce gücünden uzak kalarak sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacaktır. Bugün, dünyanın bin bir zulüm ve anarşiye sahne olması, hiç şüphesiz insanların, azgınlaşan nefsani ihtiraslarına tâbî olarak, ilâhî aşk ve muhabbet gibi insanı yükselten hasletlerden uzaklaşmalarındandır.
- Batı'nın sessizliğini koruyarak Yunanistan'ın uygulamalarına göz yumarak sığınmacılara yaşattığı vahşetin boyutu, bizim hayal gücümüzün sınırlarını fazlasıyla aşıyor. Yaşatılan zulmün kökleri Batı'nın geçmişinde gizli.
Eski çağlarda, sıçanları bir tarafı kapalı kafeslerin içine yerleştirdikten sonra açık olan tarafı işkence edilecek kişinin karın bölgesine bağlıyorlar ve kafesi bir meşale ile ısıtmaya başlıyorlardı. Böylece sıcaktan kaçmak isteyen sıçan, önündeki etten duvarı kemirerek kendine yol açmaya çalışıyordu. Pirinç Boğa, Sicilya Boğası veya Bronz Boğa olarak bilinen alet; Antik Yunan ‘da icat edilmiş bir tür işkence aletiydi. Pirinç dökümcüsü Atinalı Perillos tarafından Agrigentum Tiranı Phalaris için yapılan boğa şeklindeki bu aletin içi boştu ve yan tarafında bir kapısı vardı. Kurbanlar, boğanın içine kapatılıyor ve boğanın altına yerleştirilen ateşle kızararak can veriyorlardı.
Tarihin kendisi kadar eski olan işkence yöntemlerinden biri de kurbanların canlı canlı derilerini yüzmekti. Özellikle Mezopotamya'da sıklıkla başvurulan bu yöntemde, bir bütün hâlinde derisi yüzülen kurban hemen ölmez ve birkaç gün acı içinde kıvranırdı.
Yine bir iç acıtıcı yöntem, kurbanların büyükçe bir ahşap tekerleğe bağlanmaları ve bütün kemikleri kırılana kadar döndürülmeleriydi. Diğer insanlara ibret olması için çarmıha germek ile birlikte tercih edilen yöntemlerden biri de kazığa oturtmaktı. En vahşi ve en acımasız yöntemlerden biri de kurbanların ölene kadar vahşi hayvanlar tarafından tecavüze uğramasıydı... Kurbanlar, bacaklarından tavana asılarak testere ile ortadan ikiye bölünürdü. Katolik Kilisesi'nin koyduğu kurallara karşı gelen ya da "kara büyü" ile uğraştığı düşünülen kişiler genellikle yakılarak öldürülürdü. Şimdilerde buna benzer örnekleri Batı'ya sığınmak isteyen sığınmacılara Batı'nın uyguladığı tedbirlerde görüyoruz. Ne acı, ne büyük kayıp. Ne kötü bir tecrübe.
Batı şu an kendi sebep olduğu sömürü ve savaşın sonucu mahvettiği topraklardaki insanlara karşı insanlık suçu işlemektedir.
Batı uygarlığı Batılı olmayan uygarlıkların dinî ve ahlâkî temel unsurları, yok olmaya yüz tutmuş Batı maneviyatını yeniden canlandırabilecek güce sahiptir. Bu unsurlar, belki de Batı Hıristiyanlığının henüz yok olmayan bazı kalıntılarıyla birlikte, bütün insanlığın müşterek uygarlığı olan Batı uygarlığına kazandırılmalıdır. İslâm, Batı dünyası için büyük bir proletarya oluştursa da bu insanların ahlâkî ve manevî değerleri Batı'ya kaybettiği değerleri tekrar hatırlatabilir.
Bu bağlamda manevî duygulara dönmek ve dinîn gerektirdiği bir ahlaki yaşamı benimsemek Batı için bir kurtuluş gibi görünmektedir. İnsanlığın kurtuluşu ise ancak Batı'nın uygarlaştırılması ile mümkündür. Bu sayede yeryüzünde farklı din ve kültürlerden insanlar huzur içinde yaşayacaktır.