Biz Karun'u izlerken
Karun’u tarihte yaşamış azgın bir zengin olarak anlamak, onu hiç mi hiç anlamamaktır! Başarısını kendinden bilen, elde ettiklerini gözlerken bunun bir lütuf olduğunu unutan herkes “Karunlaşma” tehlikesiyle baş başadır. Kur’an’ın her cümlesi, yaşamakta olduğumuz hayata her an müdahale eder. Gaflet, bu müdahalenin yanı başında, onu bir “metin” gibi algılamak olsa gerektir.
Karun, başarıyı kendinden bildi.
Karun, kırk adamın zorlanarak taşıdığı hazinelerinin Allah’ın bir sınama aracı olduğunu unuttu. (Bir yoruma göre bu kırk kişi hazinelerini değil, hazinelerinin anahtarlarını taşımakta zorlanıyordu!) Kibirlendi.
Musa Aleyhisselam’ın yakını idi. Dini bilgileri ileri derecedeydi. Ancak onun bu derin bilgisi, servetinin kaynağını doğru tespit etmesini sağlayamadı. Yani hem bilgide hem de servette çağdaşlarının hayranlık duyduğu biriydi. Kendisine delici bir kıskançlıkla bakan gözlerin fesadından beslenmekteydi. Onların kıskançlıkları onu yaşatan, var eden bir kuvvetti.
O, Kasas suresinin 76 ile 82. ayetlerine sığan acıklı kıssasında hızla yıldızlara yükseldi ve aynı hızla ve sertlikle yerin dibine çakıldı. Onun servetini hayranlıkla izleyenler, neden kendilerinin de o noktada olmadıklarına üzülürlerken, gerçek anlamda ilim sahibi olanlar,
Musa Aleyhisselam zamanında, nasıl ki Firavun “erk”i ve Haman bürokrasiyi temsil ediyorduysa, Karun da para gücünü temsil ediyordu.
Karun’a imrenmek yerine, ahiret yurdunda elde edecekleri güzellikleri tercih ettiler. Musa Aleyhisselam zamanında, nasıl ki Firavun “erk”i ve Haman bürokrasiyi temsil ediyorduysa, Karun da para gücünü temsil ediyordu. Musa Aleyhisselam’a iman ettiği ama bir süre sonra imanını kaybettiği söylenir. İsrailoğulları’ndan olmasına rağmen Firavun’un yanında yer almıştır.
Bütün bu bilgiler, Kur’an meallerinde, tefsirlerde bazı değişikliklerle yer alır. İşin özü çok nettir: Servete sahip olmak yasaklanmamıştır. Ama Karun gibi, servetin seni ele geçirmesi yanlıştır. Serveti kalbinin içine almak yanlıştır. Serveti Allah’tan bilmemek yanlıştır. Dahası, Kasas suresinde, Karun’a hayranlık içinde bakan insanların nezdinde başka bir yanlış daha vurgulanır. Karun gibi olma özlemi duymak, Karun’a özenmek eleştirilir. Karun’a bakıp da ahireti görememek eleştirilir.
…
Seneler önceydi. “Allah’ın bize verdiği nimetlere ne kadar hamdetsek az!” gibi bir cümle kurmuştum. Cümlemi duyan bir hanımefendinin, “İyi de biz bunları emek emek kazandık!!” diye beni payladığını hatırlıyorum.
Hanımefendi, öğretmen oluşunu, rahata erişini, eve, arabaya, temizlikçi hanıma sahip oluşunu, yazları tatile, hafta sonları spora gidişini kendinden biliyordu. Bir yıl üniversite sınavına, dört yıl fakülte derslerine, üstüne üstlük iki yıl da KPSS’ye çalışmıştı. Ve kazanmıştı. Aklıyla. Bileğinin gücüyle. Zekâsıyla başarmıştı. Çalışan başarırdı. Cici babası ona öyle öğretmişti. Eşek gibi çalışmışsa, şimdi ona hiç kimse bu paranın hesabını soramazdı. Çalışmayanlar ise elbette zorlu bir hayat yaşayacaklardı. Elbette kendi hayat konforuna sahip olmayacaklardı. Elbette çalışanla çalışmayan ayırt edilmeliydi.
Kur’an meselelere uzak değil, biz Kur’an’a uzağız. Onun çözemeyeceği bir meselemiz yok.
Hanımefendiyi büyük bir iç sarsıntısı içerisinde dinledim. İçimdeki adam büyük bir taarruza hazırlanırken, ben muhatabıma:
- “Karun’un hazinelerini bilir misiniz? Karun’u bilir misiniz? Karun, başarıyı kendinden sanmıştı. Karun, servetini elleriyle, kollarıyla, zekâsıyla kazandığını düşünmüş ve kibirlenmişti. Karun, malını paylaşmak istememiş, kıskançlıkla kendisini izleyen gözlerin ışığıyla beslenmişti.
Karun, varlıkla sınanmış ve kaybetmişti. Karun’un bildikleri de ona yardım edememişti. Bize düşen sadece çalışmaktı. Sonucuna Allah karar verirdi. Eski kitapların ön sözlerinde, “Sa’y bizden, tevfik Allah’tan.” yazardı. Müslüman bilinci, her şeyi ama her şeyi Allah’tan bilirdi. Kazançlarımız, maddi ya da manevi, emeklerimizin ürünü değil, ancak ödülü olabilirdi. Var ettiğimiz her şeyi bize veren de Allah’tı. Pazularımızın gücünden, zekâmızın terine kadar her şey ama her şey gene onundu. Ondan aldığımızı ona vermekteydik. Bu neyin gururuydu? Bu neyin başarısıydı? Bu neyin kibriydi? demek istedim. Karun’un kıssasını okumanızı isterim, diyebildim. Kasas suresini okumanızı isterim. Süleyman Aleyhisselam, Davud Aleyhisselam varlıkla denendiler. Servetle ve saltanatla denendiler. Sınandı ve kazandılar. Karun ise kaybetti.”
Demek istedim, ancak “Kur’an’da bunun cevabı var.” diyebildim. Demek istemekle demek arasındaki büyük uçurumun ortasına yuvarlandım!
Kur’an’la “yakin”ini yitirmiş modern insanın temel sorunu, yaşamakta olduklarının bu çağda yaşanan çok ilginç ve görülmemiş şeyler olduğu zannına kapılması. Oysa Kur’an her türlü insanlık hâlinin arızalarını gözlerimizin önüne seriyor. Bizi “karanlıklardan aydınlığa”, “çoğuldan tekile” çıkartmak üzere hazır ve nazır bekliyor. Biz ise itiraf edemesek de, içten içe dünyanın ve bizim yaşamakta olduklarımızın çok özel ve biricik şeyler olduğunu düşünüyor ve Kur’an’ın bu meselelerin uzağında bir kitap olduğunu bilinçaltımızın derinliklerinde kabul ediyoruz. Bunu şuurlu olarak söyleyen kişi imanını yitirir. Bizimki şuurlu bir beyan değil, bilinçaltımızın puslu denizinde dolaşan bir his sadece. Henüz varlığını fark edemediğimiz…
Kur’an bu meselelere uzak değil, biz Kur’an’a uzağız. Onun çözemeyeceği bir meselemiz yok. Onunla deneyemeyeceğimiz bir meselemiz yok. Fakat uyandığımız zaman onun dünyasına uyanmıyor, bir derde düştüğümüzde ona sarılmıyor, bir acı çektiğimizde, onun uçsuz bucaksız şehirlerinde acılarımıza şifa bulabileceğimizi aklımızdan geçirmiyoruz.
Öylesine “gösteri/ş/li” bir çağda yaşıyoruz ki, nice Karunlar her gün evimizdeki televizyondan arz-ı endam ederek geçip gidiyor.
Reklamlar başlıyor! Gece şovu başlıyor! Haftanın beklenen dizisi başlıyor! Ülkenin en çok kazanan televizyon yıldızı en iddialı görünümüyle ekranda. Paraysa para. Ünse ün. Güzellikse güzellik. Saygınlıksa saygınlık. İnsanların büyük bir kısmı gözlerini kısıp ekrandaki görüntüyü flulaştırıyorlar. Oraya kendilerini yerleştiriyorlar. Kendilerini seyrediyorlar. Kendilerini bir konserden çıkıp ötekine koştururken görüyorlar.
- Modern hayat her an bize yepyeni, terütaze Karunlar sunuyor. Bazen Karun olmakla, bazense Karun’u seyredenler olmakla sınanıyoruz. İlgili ayette Karun’u seyredenler arasında iki tip insanın varlığından bahsediliyor.
Birinciler, Karun’a verilen dünyalıklara imrenip iç dünyalarında bir kıskançlık yangınının kopuşunu iliklerine kadar duyuyorlar. İkinciler ise bunun bir aldatmaca olduğunu, gerçek nimetin ahiret yurdunda olduğunu, bütün Karunların yerin dibine batırıldığını biliyor; çünkü onlar Kasas suresini biliyor.
Sözün özü: Karun’u tarihte yaşamış azgın bir zengin olarak anlamak, onu hiç mi hiç anlamamaktır! Başarısını kendinden bilen, elde ettiklerini gözlerken bunun bir lütuf olduğunu unutan herkes “Karunlaşma” tehlikesiyle baş başadır. Kur’an’ın her cümlesi, yaşamakta olduğumuz hayata her an müdahale eder. Gaflet, bu müdahalenin yanı başında, onu bir “metin” gibi algılamak olsa gerektir.