Bir varoluş biçimi olarak kurban
Sahip olmak, insana insan olmanın külfeti üzerine verilmiş bir lütuftur. Yeryüzü sürgününü katlanılır kılacak, dünya gurbetinin acılarını hafifletecek bir tesellidir. İnsan dış dünyanın nesnelerine sahip oldukça bu dünyada yer edinebileceği duygusuyla sahiplenir bu garip âlemi. Var olma durumu adeta ne kadar çok şeye sahip olduğuna bağlıdır.
Sahip olunabilecek pek çok şey vardır. Her sahiplenişte unutur geldiği yeri. Misal; çocuk dünyaya bırakılmış tohumdur. İnsan çocuk sahibi olarak bu âlemden gideceği gerçeğini bir nebze unutur. Giderken tohumu bırakarak bu diyar-ı gurbet elde var olmayı sürdürdüğünü düşünür. Mala sahip olarak varlığa tutunur. Kendisini tanıtmada veya tanımlamada bir araç olarak kullanır. Saygınlığa sahip olarak var olma neşvesini hisseder.
Sahip olma bir var olma telaşıdır ve var olmanın en aldatıcı yoludur. Aldatıcıdır; çünkü öleceğini idrak eden tek canlı odur. Bütün dinler bu dünyanın geçici olduğunu ve gerçek hayatın ahiret olduğunu öğütler. İslam ilk müntesiplerini bu hakikat ile yetiştirmiştir.
İslam varlığı ahiret düşüncesiyle yorumlar. Ahiret daima zaman çizelgesinin sonu olarak telakki edilir. Dünya hayatı bitecek, ahiret başlayacak. Doğrudur da. Fakat ahiret ölüm sonrasını ifade etse de aslında Kur’an’ın çizdiği ahiret ufku bir yaşam formunu tasvir eder. Kur’an da ahiret varlığın metafizik boyutudur. Gerçek hakikat ancak ahiretle tecelli eder. Her şeyin hakikatinin inkişaf olduğu yerdir. Hakkın batıldan ayrıldığı, gerçeğin yalandan seçildiği, doğrunun yanlıştan temyiz olma halidir. Hayatı öylesine ahiret merkezli inşa eder ki eşya ve hadiselerin bize görünen yüzü ahiret yüzüne göre daha sinik kalır.
Varlığın merkezine ahiret yerleştiğinde bütün mevcudat bambaşka bir veçhe bürünür. Kazanma- kaybetme, iyi- kötü, kâr- zarar gibi karşıtlıklar tamamıyla ters yüz olur. Mesela bu anlayışa sahip biri için vermek almaya, almak ise vermeye kalb olur. İnsanlığın Efendisi’ne “Kesilen hayvandan geriye sadece bir kaburga kemiği kaldı” denilince; “Desene bir kaburga kemiği hariç hepsi duruyor!” diye cevap verir. Verdiklerimiz bizim, kalanlar ise bize ait değildir.
Amir b. Füheyre’nin savaşın ortasında böğrüne mızrak saplandığında son sözleri; “Vallahi ben kazandım, kurtuldum” olur. Mızrağı saplayan kâfir Cebbâr b. Sülmâ şaşkındır. “İyi ama nasıl olur! O neyi kazandı? Ben kurtuldum, sen ölüyorsun.” demekten kendini alamaz. Akıllara durgunluk veren bu olay karşısında adeta küfür ile imanın ayrıldığı en ince noktada Müslüman olur. Ahirete iman hayata bakışı alt üst etmiştir. Varlık şahsın gözü önünde gerçek yüzüyle ifşa olmuştur. İbn Ömer, namazda aklına takılan bahçesini selam verir vermez elinden çıkarır. Çünkü cennet nümün bahçe bütün aldatıcı güzelliğiyle hakikati perdelemiştir.
Bu örnekler birkaç münferit hadiseden ibaret değildir. Yeryüzüne dağılan sahabe-i güzin adeta âleme ahiret dersi vermiş ve yirmi yıl gibi kısa bir zamanda bütün insanlığa ahiret şuuruyla yaşamayı öğretmişlerdir.
Sahip olma duygusu bir var olma çabasıdır. Varlığı, var olduğu şekliyle kabullenme iradesidir. Sahip olduğun şeylerden feragat ise varlığın gerçek boyutuna yöneliştir. İnsan sahip oldukça var olduğunu düşünür. İnsan aldanışının en trajik halidir bu. Ne kadar çok şeye sahip olursa o kadar var olacağını düşünür. Hâlbuki İslam bu anlayışı alt üst ederek yanılgıyı yok eder. Ne kadar çok şeye sahip olursan varlık payın o kadar düşer. “Sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe gerçek manada iyiliğe erişemezsiniz” derken gerçekliğe vurgu yapar. Çünkü insan sevdiği şeylerin esaretindedir. Varlığını sahip olduğu şeylere bağladığı için var olma telaşıyla sahip olduğu şeylere tutunur. Çoğu zaman sahip olduğu şeyler ona sahip olur. Malının malı, makamının esiri, evlatlarının emir eri olur.
Bir gönül erinin beyanıyla: “Neyi feda edersen o sana ihsan edilir. Neye kıyamazsan onunla sınanırsın.” Hakiki anlamda var olabilmek, feda edebilmekle doğru orantılıdır. Gözden çıkarmayı göze alanlara feda ettiği şey ihsan edilir. Hayatını feda eden şehittir. Şehit yani şahitliği en yüksek olan; varlığı en gerçek haliyle müşahede eden; gerçek manada var olmayı hak eden... Kudüs işgal altındayken ev edinmeyen ve tam yirmi yıl çadırda yaşayan Selahattin Eyyubi’ye yeryüzünün en mukaddes evi verilir. Mekke’den vazgeçen Kutlu Nebi’ye sekiz yıl sonra putlardan arınmış bir halde Kâbe teslim edilir. Hz. Âdem’ in iki oğlu Habil ve Kabil; ilk kavga ve ilk imtihan. Kazanan taraf yine feda edebilendir.
Ve Hz. İbrahim… İbranicedeki kök anlamıyla (Avraham) çokların, ulusların babası…
Oğlunu feda ederek milletlerin atası olmuştur. Modern çağın serkeş insanı bunu idrak etmekte çok zorlanır. Nasıl olur da bir insanoğlunu yatırıp kesmeye teşebbüs eder? Hz. İbrahim’e kadar insan kurban etme geleneği insanlık tarihi boyunca hep bir sapma olarak var olagelmiştir. Fakat kurban edilenler her zaman köleler, zayıflar olmuştur. İbrahim insanlığı bu derekeden çıkarabilmek için oğlunu kurban etmeyi göze alır. Ve bu fedakârlık yeryüzünün bütün milletlerinin babası olmakla ödüllendirilir. Kur’an “Evladınız fitnedir” buyurur. Peki, fitne nedir? Araplar som altını sahtesinden ayırmak için yaktıkları ateşe ‘fitne’ der. Bu açıdan kuyumcu ‘fettan’dır.
Evlat fedakârlığın, gerçek anlamda var olabilme cesaretinin en derin sınandığı yerdir. Yeryüzündeki muvakkat varlığına ve meçhul sonuna teselli olabilecek yegâne şey evlattır. Evlattan vazgeçemeyen ebediyete talip olamaz. En Büyük İnsan torunlarını severken, “Siz değil misiniz insanı dünyaya bağlayan? Siz değil misiniz ahireti unutturan?” diyerek severdi. Severdi, sevdiğimiz şeylerin en büyük zaaflarımız olduğunu da söylerdi. Fakat her daim bunun farkında olduğunu belli eder, bu zaafın esaretinde olmadığını gösterirdi.
Şimdi ey insan! Kurban, bıçağı seni bu âleme bağlayan her şeyin boğazına çalmaktır. Sana var olma yanılgısı yaşatan ne varsa yatırıp gözlerini bağlamak, sonra bismillahi allâhu ekber! diyerek başı vücuttan ayırırken gözünü kırpmadan bağlarını koparmaktır.
Kurban bize Hz. İbrahim olmayı öğretir. Yılda bir defa, sene boyunca benliğine birikmiş ne varsa önüne yatırıp yok etmektir. Çünkü ancak yok ederek var olabilir, yok olmayı göze alanlara var olma payesi bahşedilir. Bir sosyalistin dar ufkunda özgürlük olarak tarif edilen şey kelimenin tam anlamıyla bir varoluş halidir. Bir Müslüman için gerçek hayat ahiret hayatıdır. Yani varlığı metafizik boyutuyla kavramak ve dünyadayken ahirette var olabilmektir.
“Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki Uhud’un eteklerinden beri cennetin kokusunu alıyorum” diyen Enes b. Nadr’ıUhud’un yamaçlarında cennet vadisinde dolaşır gibi dolaştıran budur. Bir daha emsaline şahit olmayacağımız o sahabe cemaatine dünyada ahireti yaşatan şey, sahip oldukları her şeyi kurban etme iradesidir. Başlarındaki Nebi ne söylemiş, neye çağırmışsa hep aynı hakikati terennüm etmişti.
Sahip olduğunuz şeyleri kurban edin, gerçek varlığın sahibi olun. Peygamberlerin bir adı da nezirdir. Nezir yani adak. Efendimiz, sahabelerinden sahip olduklarını kurban etmelerini isterken kendisi kurban olarak var olmuştu.
Çünkü feda olmadığın bir dava için fedakârlık talep edemezsin.