Bir varmış, bir yokmuş
Üzerime giydirdiğin beyaz gömleği çıkar. Beyaz gömleği gören şair nar almaya koşar, incitmenin pembe gülünü bu yüzden ezer öykücüler, nefretin çamuruna ayağını bu yüzden sallar düz liseliler ve kemiğe satırı bu yüzden indirirler 1995 sonbaharında. Beni çıkaramıyorsak beyaz gömleği çıkaralım ve sonra üzerime beyaz bir çarşaf çekelim. Ta yüzüme kadar.
1995 sonbaharı. Küçük eski bir lise. Beynim açık. Karnım aç. Hep aç. İkinci kattayım. Üzerimde beyaz bir gömlek. Pencere pervazına kafamı yaslamışım, elimle yeşil boyayı kaldırıyorum. Boya dökülüyor, ahşap kokusu yayılıyor, yokluğun varlığı midemi tekmeliyor. Arkadaşlarım aşağıda, bahçede. Cepleri delik olmadığı için paraları düşmüyor, dürümün içindekiler dökülmesin diye altından tutuyorlar, cips paketlerinin ağzını torba gibi büzmüşler, bir lokma simit düşmüyor yere, bir parça insaf...
Kaçıncı sınıfa gittiğimi hatırlamıyorum. Dışarıya bakıyorum. Ne gördüğümü de hatırlamıyorum. Herkes ikişerli üçerli gruplar şeklinde yürüyor olmalı. Yürüyen sıkı dürümler, ağzı sıkı paketler, sağlam pantolon cepleri. Belki top oynayanlar, koşturanlar, koşturanlara sinir olup çığlık atanlar ve banklarda kitap okuyanlar da vardır. Onları görmedim. Buğulu, okunmayan ve seçilmeyen bir görüntü. Birden. Bir şey oldu. Her şey netleşti. Karşımda bana bakan bir çift göz. Göz gözeydik. Sana bakmıyorken üstelik varlığının farkında değilken üstelik. Buğulu ve karmaşık görüntüler içinde kirpiklerimi yürütüyorken üstelik. Gülümsedin. Yo gülümsemedin. Gülümsedin gülümsedin!
Sen yazardın senin için hiçbir şey yeni başlamıyordu. Benim için ise her şey başladığı an bitiyordu. Bu yüzden bu öyküden çıkmak istedim. Kaçmak istedim. Beni kaçarken görmedin. Çünkü kaçtım. Arkamı döndüm yoktun. Çünkü kaçtım. Tanıdık bir sokak, evdir. Evimde, ellerim ceplerimde, arkamı kontrol ede ede yürüdüm. İnsan evinde arkasını kontrol eder mi? Tanıdık sokak ev değildir o hâlde. Kalabalık evdir. Kalabalığa yürüdüm. Burası küçük bir ilçe; kalabalığı caddede, meydanda, markette bulamam.
- Kahvehaneye girdim. Yine de sırtımı duvara vermeden oh evime geldim diyemedim. Masa örtüsünde sigara yanıkları vardı. Birini parmağımla oynayıp büyütmeye başladım. Diğer yanındaki delik küçük kalınca felçli bir yüze benzedi. Sana benzemedi. Temiz yüzün içimde bir nefreti büyüttü o an. Ön dişimdeki siyahlık, azı dişimdeki çürük, diş etimdeki tartar tiksindi senden. Tırnaklarıma baktım, öğürtü. Kırılıp yanlış yerden kaynayan serçe parmağıma baktım, sızı. Çirkin ellerime baktım, felç. Sadece senden değil kendimden de kaçmak istedim. Kaçmak istedim.
Herkes birbirinin ağzının payını veriyor bak kahvehanede, dobra dobra konuşuyor simitçiler, lafı gediğine koyuyor hamallar.
Akıllı olmasaydım, yerlerde yuvarlanır, deli gibi koşar ve duvardan duvara vururdum başımı. Kan revan içinde bir deli gömleği ile çıkardım bu öyküden. Yerlerde yuvarlanıp deli gibi koşup, duvardan duvara vurmasaydım başımı lakin böyle de akıllanamazdım. Herkes birbirinin ağzının payını veriyor bak kahvehanede, dobra dobra konuşuyor simitçiler, lafı gediğine koyuyor hamallar. Çenebazlar, hazırcevaplar, dillidüdükler peşimde. Öykünün kelime kısmında yığılma var. Beni bön bön bakıp bir lafa kaaadir olamayanların sınırlı kontenjanına al. Başka bir öykünün onca lafı yedikten sonra öylece kala kalmış kişisi yap beni. Ama beni kendinden kaçmalı, yalnız kalmalı bir öyküde geveze insanların arasında bırakma. Kahvehanedeydim, parmağım örtüdeki sigara deliğini büyütüyordu. Karnımdaki delik büyüyordu. Masalardan bir bardak çay düşmüyordu hisseme, bir parça ekmek, bir parça insaf. Bana baktın. Yo bakmadın. Baktın baktın! Sen yazardın senin için her şeye tekrar tekrar bakılıyordu. Benim için ise her şey tekrar bakıldığı an bitiyordu.
Bu yüzden bu kahvehaneden çıkmak istedim. Evden kaçmak istedim. Sana bir şey diyeyim mi? Kaçmak isteyen, zaten hiç burada olmamıştır. Bak yüzükoyun uzanıyorum, kaçmak isteyenler ile burada hiç olmamışlar arasına. Bak tüm ifadelerimi incinme diye tek bir ifadede topluyorum, "ölmüş bu" deyip daha çok inciniyorsun ama olsun. Üzerime giydirdiğin beyaz gömleği çıkar. Beyaz gömleği gören şair nar almaya koşar, incitmenin pembe gülünü bu yüzden ezer öykücüler, nefretin çamuruna ayağını bu yüzden sallar düz liseliler ve kemiğe satırı bu yüzden indirirler 1995 sonbaharında. Beni çıkaramıyorsak beyaz gömleği çıkaralım ve üzerime beyaz bir çarşaf çekelim. Ta yüzüme kadar. Hatta başımın burasına kadar. Beyaz çarşafı gören kaçıp gider nasılsa. Bir cenaze arabasına ihtiyaç duymadan geride kalarak kaçmış olurum böylece herkesten. Gerçi zaten kaçmıştım, pencerenin pervazına kafamı yaslamıştım, elimle yeşil boyayı kaldırıyordum. Boya dökülüyor, ahşap kokusu yayılıyor, yokluğun varlığı midemi tekmeliyordu. Sen yazardın birine baktığın an o kişi var oluyor sanıyordun. Bense kimsesizdim, her kimsesiz gibi baktığım kişiler yok oluyor sanıyordum. Oysa vardık. Yo yoktuk... Bir vardık, bir yoktuk diyelim.