Bir teklif olarak ekolojik ütopya
Bugün insanlar komplocu zihniyete girebilmek için gerçeklikten uzaklaşıyorsa, Matrix'in gerçekliği uydurma bir illüzyon olarak görmeyi havalı kılarak zamanın ruhunu değiştirebilmesinin de bir payı olduğunu hatırlamalıyız.
Toplumsal değişimler her daim sanatı etkilemiş, yeni türler ve akımlar doğurmuştur. Her an çağının fısıldadıklarına kulak kabartması gereken sanatçı için sosyolojik, siyasi, felsefi tüm unsurlar ve gelişmeler son derece önemlidir. Ekoeleştiri, ekolojik ütopya, ekolojik kriz, ekolojist akımlar, ekofeminizm gibi kavramlar yıllardır akademide tartışılıyor. Üzerine tezler ve makaleler yazılan bu terimler, bugünlerde çekilen çeşitli yapımlar ve yazılan kitaplarla günlük hayatımızın içinde daha çok yer almak konusunda kararlı. İklim değişiyor, ormanlar yanıyor, buzullar eriyor, hava kirleniyor, Dünya acı çekiyor... Bunlar artık klişe gerçekler. Yaklaşmakta olan bu tehlike yıllardır dile getirilmesine rağmen hiçbir "takım elbiseli" insan tarafından gerekli ciddi adımlar atılamamıştı. Bulunduğumuz yıllar ise büyük bir değişimin ve dönüşümün çağı olmak üzere. Ülkeler yeni ekonomik küçülme planlarını açıklıyor, alternatif enerji kaynaklarına yöneliyor ve yaklaşan felâkete şükür ki kimse durup da "Don't Look Up" diyemiyor. Elbette tüm bu gelişmelerden önce insan, sonra da sanat etkileniyor.
Sanatçı, aydın/önder kişidir. Hâliyle sanatında felaketlerden haber verir ve yol gösterir. Sanatçıların ya da düşünürlerin ideal gelecek tasavvuru olan ütopyalar da güne yön verme ve insanlığa rehber olma konusunda son derece işlevsel. Hayatımıza giren yeni ekolojik gündemler de bir alt türü doğuruyor: ekolojik ütopyalar. Ekolojik ütopyalar sağlıklı bir toplum düzeninin yanında tüketim alışkanlıklarının değişmesi, doğayla daha iyi bir alışverişte bulunulan ve iç içe yaşanan alternatif gelecekler sunuyor. Son yıllarda içinde bulunduğumuz bu hız çağının adına da uygun bir biçimde hızla gündemimize giren ekolojik felaketler ve gezegenin sonunun geldiğine dair tezleri konu edinen her türlü sanat eserleri bize mutsuz ve umutsuz bir gelecek gösteriyor. İklim krizi ve ekolojik çöküşe dair henüz umut vaat eden güçlü ve kabul gören bir ütopya üretemedi dünyamız. Modern insanın uzunca bir zamandır savrula savrula ilerlemesi, mutsuz ve karamsar bir hayat sürmesi belki de bırakın güzel bir şey için harekete geçmemizi, umut etmemizi bile elimizden aldı. Zira sanatın ve edebiyatın sadece ahlar vahlar etmesini ve en iyi ihtimalle post apokaliptik romanlarda olduğu gibi oturup bir kurtarıcı beklemesinin daha makûl bir açıklamasını bulamıyorum.
Ah vah etmeyen iki örnek vermek istiyorum bu konu için. Biri Damızlık Kızın Öyküsü distopyasıyla tanıdığımız Margaret Atwood'un Tufan Zamanı romanı. Kanadalı yazar tıpkı Ursula K. Le Guin gibi günceli okumaya ve içinde yer aldığı türlere yön vermeye devam ediyor. İnsanlar geleceğe sanatla, edebiyatla, anlatıyla hazırlanıyor. Diğer örnek ise yerli sinemamızın en yapımlarından biri olan Buğday filmi. Semih Kaplanoğlu'nun genetik oynamalar yüzünden yitirilmiş tohumları, tükenen hayatı karanlık bir sinematografi ile sunması dönüp insanoğlunun sebep olabileceklerine bakmamızı sağlıyor. Böylesi kritik bir süreçte sanatın oynaması gereken işlevsel rol tam olarak da bu farkındalık. Bu farkındalığın sesinin daha güçlü çıkması gerekiyor. Bu sorunlara söyleyecek bir sözümüz, gösterecek bir dünyamız olmalı. Ekolojik uydurmaların ekolojik ütopyaları olmaz. Net bir şekilde görebiliyoruz ki takım elbiseli o insanlar tam tersi anlamda yarattıkları mitlere insanları inandırabiliyor ve korku iktidarı oluşturabiliyorlar. Bu handikapa düşmeden edebiyatımızda yükselmeye başlayan korku, polisiye, fantastik ve bilimkurgu gibi türlerin yanında dünyada hız kazanan ekolojik ütopyalarla Türk okuyucusunu buluşturmalı, yeni şeyler anlatmaktan çekinmemeliyiz.