Bir popüler kültür anarşisti olarak; Yıldız Tilbe'nin 'delilik' hakkı

Yıldız Tilbe'nin hakkı olan, Michel Foucault konusu oldu.
Yıldız Tilbe'nin hakkı olan, Michel Foucault konusu oldu.

Dünyayı kalıplaşmış kurallarıyla birlikte tümden reddetmek ve kendi zihin evreninden -içinde yaşadığımız sert gerçekliğe karşı- meydan okumak tek kişilik bir gösteridir, hala anlamlıdır, rasyonel olmasa bile makbuldür ve tam deli işidir.

Yıldız Tilbe

  • Dünyayı kalıplaşmış kurallarıyla birlikte tümden reddetmek ve kendi zihin evreninden -içinde yaşadığımız sert gerçekliğe karşı- meydan okumak tek kişilik bir gösteridir, hala anlamlıdır, rasyonel olmasa bile makbuldür ve tam deli işidir.

Tilbe'nin şarkıları değil, hali Foucault’un dikkatini çekseydi...

Dayatılan doğruları pek önemsemeyen, kendini sakınmadan sözünü söyleyen ve ticari-dünyevi- mesleki kaygılarla ilgilenmeyen bu kişisel protesto akımının son yıllardaki en popüler temsilcisi -arızalı halleriyle meşhur- pop şarkıcısı Yıldız Tilbe’dir.

Yaşadığı çalkantılı hayatı ve unutulmaz besteleriyle 90’lar Türkiye’si için önemli bir figür olan Tilbe’nin, pop müzik icracısı olmasına rağmen çok daha geniş bir kitleyi etkilemiş / yakalamış olmasının gerekçeleri, kişilik ve müziğini eşit oranda kapsar. Hafif arabesk tınılara değen ses rengi, melankolik-umutsuz kadın imajı ve dinleyicilerini ruhunun uçurumlarına davet etmesi, Tilbe açısından samimiyetiyle ördüğü müzikal kozasının şifrelerini de içerir. Şarkılarının içinde yaşayan/nefes alan bestekar-yorumcu kimliğiyle bir başınalığını kutsayan Tilbe, konuşmaları, açıklamaları, röportajları ve tweetleriyle ‘steril’ olmaktan çok uzakta bir profil çizer ve bu durumunu asla dert edinmez. Varlığına peşinen ‘kara’ ilanı vermiş ve şöhretine çizilen sınırlar içinde yaşamayı reddederek ‘kendi’ gibi olmayı tercih etmiştir çünkü. Popüler kültürün sinir uçlarına dokunmasını böyle de anlayabiliriz. Yani bu noktada bir imaja değil tümden imajsızlığa tutunarak müzikal kozasını çelikleştirme meselesinin Tilbe’nin ruhuna özel bir savunma sanatı olduğunu söylemek de pekâlâ mümkün.

Yıldız Tilbe, Edith Piaf ve Kibariye üçgeninde kim nerede oluyor?
Yıldız Tilbe, Edith Piaf ve Kibariye üçgeninde kim nerede oluyor?

Bakunin’le arkadaş, demini çoktan almış, dünyayı reddetmeye meyyal. -Sanılanın aksine- yalnızca kendini protesto ediyor olma ihtimali bile mevcut. Kahramanı olduğu bir hayatı yok, mağduru olduğu bir gerçekliği var. Üzerinde bir savaş üniforması gibi duran deliliği bu sebeple anlaşılır. Cephe gerisinde sıkıcı gerçekliği kırılmaya uğratmaya çalışıyor. ‘Aşırılığı’ bir öfke nöbeti değil, klişeyi bilinçli bozuma uğratma eylemi. Söyledikleri toplumsal olana göz kırpmıyor, sözü hesapsız-kitapsız. İçinde bir ‘Alev Alatlı’ yaşamıyor elbette. İçtenliği Kibariye’nin içtenliği gibi değil, ona pek benzemiyor. Daha sade ve daha derin. Melankolisi ticari değil, sahici, ruhu uçurumlarla kaplı, sesi yakıcı. Olduğu kadar güzel. Tüm deliliğinin ve kırgınlığının önsözü, eğer Aşkperest albümünün girişine yazdığı ‘Kendime Mektup’’ isimli şiirinde saklı değilse, kesinlikle şu sözünde saklıdır; ‘’aradığım samimiyeti kendimde buldum.’’