Bir lahza: İsmail Aras

Bir lahza: İsmail Aras.
Bir lahza: İsmail Aras.

Yaşlı kadın şefkatle yoğrulmuş bir hamura dönüşmüş yüzünü kırıştırıp: “Oğlumun aklı çocug gibi…” diyor sadece ve yineliyor: “Gusura galmayın.”

Haydarpaşa Numune Hastanesi İç Hastalıkları Polikinliği. Koridorlar muayene sırasını bekleyen insanlarla dolu. Çeşitli renkler ve şekillerdeki gözlerden bıkkınlık, alerji ve kaygı okunuyor. Oyalanmak için kısa ya da uzun adım atarak dolaşanlar var ekseriyetle erkekler.

Oyalanmak için ayakkabıları izleyenler var daha çok kadın…

Bankodaki memure, acemi hastaların sorularıyla baş etmeye çalışıyor.

“Kan tahlili sonuçlarını nerden alacağım.”

“Ekg için aç mı olmak lazım?”

“Kontrol için yeniden randevu almalı mıyım?”

Aşağı katta kavga eden iki kişinin bağrışları duyuluyor…

“Ya ben de aynını diyorum kardeş. Oradan oraya sevk edip duruyorsunuz adamı!”

“Beyfendi bizim yapabileceğimiz bir şey yoook!”

“Seni CİMER’e yazacağım!”

“Yaz yaz!”

Burnuma ecza kokusu doluyor. Bakışlarım, tekmil hengâmeden sıyrılıp dahiliye polikliniğinin önündeki koltuklarda oturan iki kişiye sabitleniyor. Yaşlı bir kadın ve orta yaşlı bir adam.

Kadın zayıf, küçücük omuzlu, yetmişlerinde gibi. Adam kırk beş-elli yaşlarında görünüyor. Kırlaşmış saçlarının ön kısmı dökülmüş, kilolu ve elleri titrek, yorgun gözüküyor. Onların tam karşısında ise zaman geçirmek için telefonuyla oynayan bir delikanlı oturuyor. Mavi şişme mont, dar bir kot ve incecik bedeniyle karikatürleri andırıyor.

Karşılıklı koltuklar arasında gözle görülmeyen kötü bir enerji var. Bunu hissediyorum. Benimle birlikte birkaç kişi daha duyumsuyor. Zira bakışlar, o delikanlı ile şişman adamın üstünde toplanıp dağılıyor.

Telefonuyla oynayan delikanlı ara sıra başını kaldırıp karşısındaki kilolu adama ters bakışlar fırlatıyor. O adam da delikanlıya bakıyor bu anlarda. Kaşlar çatık. Nefes alış verişleri düzensiz.

Gerginlik, koridor boyunca yanıp sönen lambalara bile sirayet ediyor sanki. Olası bir kavgada hangi tarafın daha güçlü olduğu yönünde tahminler yürütmeye başlıyorum.

Delikanlı daha genç ama çelimsiz. Temiz yüzlü, heyecanlı. Şişman adam karşısında şansı zayıf gibi.

Şişman adamın yüzüne odaklandığımda ise o deri coğrafyasında tuhaf, müphem izler görüyorum. Derin yarıklar mesela alnında, koca yassı benler şakaklarında, katmanlı karartılar göz altlarında. Ama en mühimi, kalın ve dağınık kaşlarının arasında yükselen öfke çizgisi.

Düşünüyorum. İşe yaramayacağını bildiğim halde çıkarsamalar yapıyorum. Bu adam öfkeli bir kasap olabilir mi? Ya da sabıkalı bir taksici… Belki de şekeri yükseldiği zamanlar dışında şeker gibi ruhu olan bi aile babası ha…

Genzime tentürdiyot kokusu doluyor. Ne oluyorsa o esnada oluyor. Delikanlı derin bir nefes alıp telefonunu cebine tıkıştırarak bir hışımla ayağa kalkıyor. Şişman adama doğru bir adım atıyor ve sağ elinin işaret parmağını havada sallayarak. “Ne bakıyorsun ulan neee!” diye kükrüyor.

O an benle birlikte hemen herkes ve hatta yanıp sönen ışıklar bile donukluyor. Çünkü kavga, ihtimal olmaktan öteye geçiyor.

Sol taraftaki iki kadın yerlerinden kalkıp oradan uzaklaşıyorlar hızla. “Eyvah!” diyor genç bir kız. Emekli olduğu gözlüklerinden ve koltuğunun altındaki bulmaca yığınından belli olan amca, güvenlik görevlisini arıyor etrafta.

Evet… Delikanlı hamlesini yaptı işaret parmağı hâlâ havada. Zaman yavaşlamış. Uğultu azalmış. Hamle sırası şişman adamda.

Ama herhangi bir hareket yok. Delikanlı sanki ortaya çıkan tabanca patlamalı düsturuna uygun davranmak için Çehov kahramanı misali parmağını bir daha sallıyor. “Sana diyorum sana, yarım saattir ne bakıyorsun bana, sıkıntın ne!” diye daha yüksek bir sesle bağırıyor.

Zamanın donu çözülüyor. İşte o an şişman adamın yüz hatları yumuşuyor ve gözleri doluveriyor. Az sonra sol gözden bir damla yaş akıp uzuyor tıraşsız yanaklarından. Şişman adam yanındaki yaşlı kadına sarılıp; “Enne enne bişe yapmadım…” diyor.

Herkes şaşkın! Dram filmlerinin en vurucu sahnelerine, çaresizliği en yalın haliyle anlatan kallavi romanların meşhur paragraflarına dönüveriyor olup bitenler. Biten ya da bitmeyen.

Yaşlı kadın, şaşkın halde kendisine bakan delikanlıya doğru eğilip; “Oğlum hasta… Gusura galma. Sana bahmıyor o aslında. Huyu öyle.” deyip gülümsemeye çalışıyor.

Delikanlı bozguna uğrayan bir ordunun kumandanı gibi kollarını iki yana sarkıtıyor. Önce iki adım gerileyip koltuğuna oturmak istiyor ama içi el vermiyor belli ki. Bir şey söylemek istiyor ama ağzını açamıyor. En sonunda kalkıp uzaklaşıyor oradan. Muhtemelen bahçeye sigaraya.

Şişman adam hâlâ bir çocuk gibi sessizce ağlayarak; “Enne enne.” diye tekrarlarken annesi onun ensesindeki kır saçlarını okşayıp sırtını pışpışlıyor.

Emekli eşkâline sahip amca, güvenlik görevlisini çağırmaya hacet kalmadığını anlayınca gelip çekine çekine yaşlı kadına sokulup; “Neyi var?” diye soruyor.

Yaşlı kadın şefkatle yoğrulmuş bir hamura dönüşmüş yüzünü kırıştırıp: “Oğlumun aklı çocug gibi…” diyor sadece ve yineliyor: “Gusura galmayın.”

O sırada polikliniğin kapısı açılıyor ve içeriden genç bir ses, “İsmail Aras!” diyor.

Yaşlı kadın oğlunun koluna giriyor. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüyorlar birlikte. Yaşlı oğul güçlükle atıyor adımlarını. Tam kapıdan içeri süzülürken gerisine dönüp onu izleyenlere gülümsüyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım