Bir Kudüs Nuri Pakdil'i
Aksa’nın avlusunda görmeliydiniz onu. Usul usul yürüyüşünü ve Aksa’nın havasını ciğerlerine hızlı hızlı çekişini görmeliydiniz. Mescidin halısını, sütununu, penceresini okşayıp sevişini görmeliydiniz. Kendisine selam verip elini öpmeye davranan her mümine nasıl sarıldığını, her biriyle nasıl güzel sohbetler ettiğini görmeliydiniz.
Güzel, çok güzel bir ziyaretti Nuri Pakdil’le Kudüs ziyaretimiz. İki bakımdan çok önemsemiştim bu ziyareti. İlki, aşığın maşuğuna kavuşması idi şüphesiz. Nuri Pakdil Kudüs’e âşıktı ve hayatlarında ilk kez iki sevgili, iki dağ, iki güzel birbirine kavuşuyorlardı. İkincisi ise… Bunu itiraf etmek benim açımdan çok zor ama Nuri Pakdil’in ancak birkaç yıl daha bu dünyada kalabileceğini düşünmüştüm ve onunla bunca yakın olabileceğim son zamanların Kudüs’te geçirdiğim zamanlar olduğunu hissetmiştim. Onu görmeliydiniz. Onu benim gözlerimle görmeliydiniz. Nasıl mutlu, nasıl çocuklar gibi, nasıl aşık, nasıl heyecanlı… Kudüs’ün her taşını, her sokağını, her köşesini nasıl güzel ve tertemiz bir aşkla sevdiğini görmeliydiniz. Bileğindeki zinciri gösterip, “bu zinciri ancak Kudüs özgür olduğunda çıkaracağım bileğimden” derken yaşadığı o vecd hâlini, o inanmışlığı, o adanmışlığı görmeliydiniz. Aksa’nın avlusunda görmeliydiniz onu. Usul usul yürüyüşünü ve Aksa’nın havasını ciğerlerine hızlı hızlı çekişini görmeliydiniz.
Mescidin halısını, sütununu, penceresini okşayıp sevişini görmeliydiniz. Kendisine selam verip elini öpmeye davranan her mümine nasıl sarıldığını, her biriyle nasıl güzel sohbetler ettiğini görmeliydiniz. Ve tabii, kendisine avuç uzatan her dilenciye cebinden asla saymadan ve asla parayla göz teması kurmadan nasıl infak ettiğini görmeliydiniz. “İsrail askerlerine sert bakın, ben öyle yapıyorum” deyişini görmeliydiniz. Nablus’ta kendi adının verildiği okulun açılış töreninde yaptığı konuşmada “Kalbimde Mekke ve Medine vardır, üzerinde de bir tül gibi Kudüs” deyişini dinlemeliydiniz. Herkesin ilk kez orada gördüğü bu Kudüs aşığına nasıl büyük bir saygı beslediğini görmeliydiniz. Elini öpmek, onunla fotoğraf çektirmek için alanda bulunan herkesin nasıl sıraya geçtiğini görmeliydiniz.
- Ve tabii, dedemiz Hazreti İbrahim’in kabri başında Sezai Karakoç’un “Hayber’in kapısı ağlar mı, erkek ağlar mı / ben yel gibi erkekler ağlar diyorum” dizelerini haklı çıkaracak şekilde nasıl da iki damla gözyaşı döktüğünü görmeliydiniz.
Ve sonrası da var. O ziyarette seksen yaşını çoktan devirmiş bir pirifani olan Pakdil’in nasıl bir dikkat abidesi olduğunu, kendi değişmez gündeminin ne kadar sadık bir takipçisi olduğunu görmeliydiniz asıl. Gittiği her yerde meşhur not kağıtlarına o güzel yazısıyla nasıl da detaylı notlar aldığını görmeliydiniz. Bana kalırsa Nuri Pakdil’i Nuri Pakdil yapan en önemli şey o dikkatti işte. Yaşadığı her anı sanki yaşayacağı son an olacakmış gibi keskin bir dikkatle yaşıyordu Usta. Onun için her şey bir ölüm kalım meselesi, her şey hayati idi.
Beytüllahim’de gittiğimiz bir kilisenin freskleri de, Lut gölünün o tuhaf rengi de, Osmanlı’dan kalma tren istasyonu binasının kapılarındaki süslemeler de onun için “hayati” idi.
Orada anladım ben Nuri Pakdil’in “75. yazılış. Dizgi, düzelti hatası yoktur” notunun “artistik” değil “ontolojik” bir alışkanlık olduğunu. Yaşadığı hiçbir anı kaçırmak istemeyen ve böylelikle yaşadığı her anı “yaşanabilir ve anlamlı” kılan biriydi Usta. Kudüs onun için aşktı.
Aşk onun için Kudüs’tü. Bir insan bir şehre ne kadar âşık olabilirse Nuri Pakdil Kudüs’e o kadar âşıktı işte. Ansiklopedi maddelerinde “aşk” kelimesinin tanımına “Nuri Pakdil’in Kudüs’e hissettiğidir” yazılsa tanımda hiçbir eksik kalmaz. Görmeliydiniz onu. 20. yüzyıla verilmiş en şık cevaplardan biriydi o. Görmeliydiniz.