Bir diriliş muştudur: Gazze
Bir yerde dirilmeden söz ediliyorsa orada kâmil bir ölüm gerçekleşmiş demektir. Çiçeklerin açması ağaçların yeşermesi için, yani ilk bahar için kemale ermiş bir kış gerekir. Kemal, tamamlanmak demektir, her şeyin zirvesini ifade eder. Bir şey tamamlanınca kemal bulur. Ölüm, buradaki hayatın tamamlanmasını ifade eder. Hayat ölümden doğar; tam ölüm gerçekleşmeden tam diriliş gerçekleşmez. Canlılık cemadatın kemalinden doğar. Kemale ermemiş gecede seher beklemek beyhudedir.
Birkaç asırlık mağlubiyetin kemale erdiği günlerden geçiyoruz. Viranesi baykuşları barındıran İslam alemi üzerinde, umudun güvercinleri kanat çırpıyor. Karanlığın en kasvetli olduğu zamanlarda İslam dünyası üzerine fecir sızmaya başladı, kışın ortasında baharın cilvedâr neşvesi hissediliyor.
Her gün birkaç yüz çocuk öldürülen günlerde bu umut beyhudesi de nerden çıktı? Şuradan; tarih Allah’ın sünnettullah sahnesidir:
- “Sen sünetullahda bir değişiklik göremezsin.” (Fetih/23)
Sünetullah ilahi gelenektir. İnsanlık, daha önce hiç benzeri olmayacak şekilde bugün hayatı ve dünyayı değiştirdi fakat sünnetullah hiç değişmedi. Toplulukların millet oluşu, milletlerin yıkılışı, ez cümle tarihin akışı hep aynı hal ve havadisle gerçekleşmiştir. Mesela, kâinatın Rabbi bir sünnetullah kaidesini şöyle beyan eder:
- “Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde oranın şımarmış yöneticilerine (iyiye yönlendirici) emirler veririz; onlar ise orada günah işlemeye devam ederler, sonuçta o ülke helake müstahak olur, biz de oranını altını üstüne getiririz.” (İsra/16)
Zulüm zirvede zeval bulur, bu tarihin değişmez kanunudur. Fakat biz zulmün kemal bulduğunu nereden anlayacağız. Bunu anlamanın yolu da tarihin hiçbir döneminde değişmemiştir. Umut bir başak gibi baş gösterince zulmün zevali başlar. Hz. Musa doğmadan, Firavun’un ana rahmine kadar uzanan soykırımının sonu geldiğini bilemezsin. Ortada önü alınamamış bir doğum varsa ölüm kaçınılmazdır. Çünkü umut bir diriliş beşareti gizler bağrında. Umut yarına ait bir şey değildir. Yunan tragedyasındaki Kassandra gibi gelecekten haber vermez, ‘şimdinin burada’nın destanıdır. Gelecek, üful üful bir meltemle esintilerini umutla taşır bu doğru fakat umudun taşıdığı gelecek vakanın ta kendisidir. “Kervan (Mısırdan) ayrıldığında (Kenan diyarında olan) babası (Yakup) etrafındakilere, “eğer beni bunamakla suçlamayacaksanız ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” dedi.”
Tahammül son haddine ulaştığında kayadan çıkan bir kıvılcımda Kisra’nın, Bizans’ın, Kayser’in fethini görmektir umut. Fakat bu hükmün tamamlandığının müjdesidir. Gelecekten haber değil vakanın tefsiridir. İstikbalin idbarı, idbarın ikbali, makus talihin dönüşüdür.
Umut zulmün kemalinde doğmaz, umut varsa zulüm kemal bulmuş ve artık zeval başlamış demektir. Hz Nuh’un “Ya Rab ben yenildim bana yardım et” (Kamer/10) dediği yerde artık Allah’ın yardımı tecelli bulur. Bir peygamberin bu yakarışı diriliş muştusudur. Çünkü peygamber memurdur, mesleki tecrübe, artık zamanın geldiğini ona ilham eder, geri dönüşün nerede başladığını bilir, ona göre münacat eder.
Son birkaç asırdır umudu kırılmış, öz güvenini kaybetmiş darmadağınık bir millet ilk defa “günü” yaşıyor, bugünden bahsediyor. Çaresizliği anne sütü gibi yudumlayarak büyümüş bir millet ilk defa bir plan bir projeyle yani bir umutla geri dönüyor. Bünyesine birikmiş ümitsizliği tefi hacet eder gibi atıyor. Yeni bir basübadelmevt yaşıyor. Sinsi bir sirkat ile yüreğinden çalınmış bütünün gücünü geri alıyor.
Gazze, ayın bile aydınlatmaktan ümidini kestiği bir gecede, korkunun kuyusunda, hayretin dalgınlığıyla karanlığı izleyen bir milletin üzerine açılan bir fecirdir. Acı ve kederin elle tutulur hale geldiği bir demde çarenin gözle görülür hale geldiği yerdir Gazze. Füzelerin karşısında sapan taşı değil namluya dönmüş gözler füze gibi yürekler var artık. Evet acımız hala var fakat artık umut acıdan daha büyük. Çünkü İsrafil’in suru üflenmişçesine cesetlerden fırlayan yürekler var. Bir milletin bir insan gibi öldüğü yerde bir adamın dirilişi var: Ebu Ubeyde. Ve istikamet veren şahadet parmağı var. Yani umut var.