Bir Atatürk taciri olarak eski bir tiyatrocunun yeni oyunları
Yılmaz Özdil ve Müjdat Gezen, bir kadını hedefleyen rezil ve cinsiyetçi bayağıbir laf ettiklerinde buralar ‘kadın hakları’ dernekleriyle dolmuyor tabi.Müjdat Gezen, eleştiri yapacağım diye cıvıtarak pornografik çağrışımlışiddet içerikli cümle kurduğunda ‘feministler’ ortalığa doluşmuyor. Çünkükarşılıklı oynanan bir tiyatro bu. Tiyatrocu kartı almış animist tacirle, yazarkartı almış faşist hazımsızın orta oyunu bu. Bunların gelişmiş cesur versiyonu Mine Kırıkkanat’tı. Hatırlayın: “Göbeğini kaşıyan adam” demişti.
Fırıncıların korkulu rüyası gerizekâlı eski haber sunucusu da olaya dâhil oldu haliyle. Onun dâhil olmasıyla aslında tam başka şey yazacakken kalemin ucunu buraya çevirdim. Ben de bunun üzerine üç beş şey söyleyeyim dedim. Yoksa yazmazdım bu konuyu. Yıl olmuş kaç? Müjdat Gezen mi kaldı, Atatürk animizmi mi allasen…
Konuyu takip etmeyenler için hikâyeyi baştan alalım. Nihal Osmanoğlu diye bir kadın var. Osmanlı hanedanından biriymiş bu. “Şuralar dedelerimizin malıdır, şu adayı bize verin” tadında saçma sapan laflar etmiş bir ablamız. Olay bu. Sonra bu Müjdat Gezen denen herif, giderek Yılmaz Özdilleşen ahlaki tutumuyla televizyon ekranında, bu ada isteyen ablayla ilgili birinci sınıf bir bayağılığın tam ortasından, rezilce cinsiyetçi şaka yapıyor. ‘Vermek’ fiili üzerinden… Ahlaksızca, edepsizce, rezilce, leş bir şaka… Tam Müjdat Gezenlik yani… Şaşırıyor muyuz? Elbette hayır.
Müjdat Gezen’in, aslı ‘nasıl oluyor da benim çağdaş ilerici düşüncem iktidar olamıyor’ temalı hazımsızlığının bir başka dışavurumu. Ben kendini bu kadar ‘siyasi pozisyona’ kilitleyen başka bir canlı türü görmedim aslında. “Rahat ol biraz Müjgan. Hayatta başka şeyler de var, onlarla ilgilen biraz”, diyesi geliyor insanın bu politik atmosferi görünce. Ya da ne bileyim git siyasete atıl Vatan Parti’mizden. Sen de rahatla biz de…
Müjdat Gezen denen herif, giderek Yılmaz Özdilleşen ahlaki tutumuyla televizyon ekranında, bu ada isteyen ablayla ilgili birinci sınıf bir bayağılığın tam ortasından, rezilce cinsiyetçi şaka yapıyor. ‘Vermek’ fiili üzerinden…
Saçmalıktan ancak saçmalık doğar, ilkesini dümdüz gösteriyor hadise bize. Biri saçma bir laf ediyor, diğeri de o saçma lafla hiç ilgisi olmayan bir yere kadar konuyu sürükleyip ondan daha saçma, rezil başka bir laf ediyor. Olay bu. ‘Rezil’ dememin sebebi, Gezen’in ‘küfür’lü konuşması.
Ne kadar saçma da olsa aslında Müjdat Gezen’in küfür ettiği kişi Nihal Osmanoğlu değildi orada. Bütün kadınlardı. “Kadın, absürd, anlamsız, boş bir fikir geliştirirse biz onunla bunu tartışmayız ya da onu eleştirmeyiz bile, kadın bizim için sadece cinsellik objesidir. Onlarla ilişkimizi oradan kurarız” diyor, hastalıklı bilinçaltında. Kendi annesine, varsa kendi eşine de söylüyor bunu aslında. Oldukça trajik. İşin daha trajik yanı, sırf ‘hayır’ parantezinde buluştukları için pek çok ‘kadın’ın da Gezen’in bu söylemine ideolojik saikle sahip çıkması. Bu artık komik bile değil. Acınası bir şey.
Fakat Gezen ‘tiyatrocu’ olduğu için her durumda ‘haklı.’ Sonuçta ‘sanat’ yapıyor. Cem Karaca rahmetlinin ‘yarım porsiyon aydınlık’taki feryadı bu tipolojiye işte: “Karılarınızı döverken ne kadar bilimselsiniz.”
Neyse konu burada bitmiyor. Müjdat Gezen, bütünüyle saçmalık da olsa birinin düşüncelerinden ötürü ona küfür ettikten sonra gerizekâlı bir başka meczup, gece vakti gizlice gidip bu Müjdat Gezen’in açtığı tiyatro okulunun kapısına benzin döküp ateşe veriyor. Bir kundaklama girişimi yani.
Müjdat bu tabi durur mu, hemen kameralar önüne çıkıyor ve: “Yangınlar, alevler bizim içimizdeki alevleri söndüremez. İçimizde ateş farlı bir ateş. Atatürk ateşi, Cumhuriyet ateşi. Ona bir şey olmuyor. Yalnız birazdan izleyeceğiniz görüntüde bu okulun neden yanmadığını, koruyucusunun kim olduğunu çok güzel göreceksiniz. Çok hoşunuza gidecek o görüntü. Alevlerin arasında bronzdan Atatürk silüetini çok net göreceksiniz” diyor.
- Biliyorum siz de merak ediyorsunuz, konu ne ara Atatürk’e, Cumhuriyet’e geldi diye… Bir kavram olarak ‘politik puştluk’ ne demek? Konu ne olursa olsun meseleyi siyasete bağlayabilmek demek.
Müjdat Gezen yaptığı ilk açıklamada, “çember sakallı” birinden söz ediyor. “Çember sakallı” ifadesine dikkat edelim yalnız. Sadece “sakallı” değil. “Çember sakallı.” Çember önemli. Neden? Çünkü o olmadan, yani yaklaşık 50 yıl Cumhuriyet gazetesinin Müslüman imajını aşağılamak için kullandığı o harikulade zekice dil olmadan çember tamamlanamaz. Bir de ‘takunya’ var malum. Ama burada takunya yok. ‘Çember sakallı’ biri var. Öyle diyor Gezen.
Ama bitmiyor mesele. Basın açıklamasında; “Okulum yanmadı, çünkü bronzdan Atatürk heykeli korudu” dedikten sonra yanındaki yancısı da “Şu anda Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin kundaklanmasından söz ediyoruz, eğer 16 Nisan’ı geçemezsek Türkiye’nin kundaklanmasından söz edeceğiz” diyor. Hobaaa!
Tamam, da anlayamadığımız şey şu; konunun referandumla ne ilgisi var? Ne ara söz buraya geldi. İnsanın aklına ister istemez geliyor, bir kampanya başlatmak için ‘siz mi yaktırdınız ulan’ diye… Referandumla ne alakası var konunun? Var efendim var. Konunun en temeline ineyim mi? Konunun, “siz neden varsınız” çaresiz sorusuyla bile ilgisi var. Ama biz devam edelim hikâyeye.
Orada durmadılar elbette. Olayı haberleştiren bir yayın organının, Müjdat Gezen’den öğrendiği bir üslupla Müjdat Gezen’e ‘pezevenk’ demesi üzerinden ateşin altına daha çok odun atmaya giriştiler.
Anlamadıkları gibi, bizim de anlamadığımızı sanıyorlar, olan biteni. Birinin hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan salakça bir laf etmesi sizi mazur göstermeyeceği gibi, bir yayın organının size ‘hakaret’ etmesi de sizi makul göstermez. Birilerinin kötülüğü seni iyi yapmıyor yani Müjdat Gezen. Kabul, Atatürk’ü ‘kullanışlı bir imaja’ dönüştüren sizler, bunu iyi yapıyorsunuz. Konunun Atatürk’le bir ilgisi var mı? Yok! Ama biri sana olumsuz bir şey söylüyorsa Atatürk’e saldırmış oluyordur doğal olarak… Daha ne olsun. Güzel oyun valla. Menderes, bu oyunu bozmak için Atatürk’ü koruma kanunu çıkarmıştı da o bile başaramamıştı. Ama gerçekten birinci sınıf bir kitleniz olduğu için bu küçük, bu bayağı numaralar kullanışlı oluyor ‘yandaş’ çevrenizde. Tencere, kapak ve yuvarlanmak… Güzel hikâye.
Hatırlar mısınız bilmem. Yıllar evvel Erdoğan; “Alevilik, Hz. Ali’yi sevmekse, ben dört dörtlük aleviyim” demişti de bu Müjdat Gezen, klavyeye sarılıp “Ben sana Alevi olamazsın demedim, adam olamazsın dedim” yazmıştı.
Aynı herif daha sonra utanmadan kutuplaşmadan, gergin atmosferden falan söz edip, kutuplaşmayı Erdoğan’ın körüklediğini söylemişti. Hakikaten “utanmadıktan sonra dilediğini yapmak” mümkün. Ahan da örneği burada.
II.
Yılmaz Özdil ve Müjdat Gezen, bir kadını hedefleyen rezil ve cinsiyetçi bayağı bir laf ettiklerinde buralar ‘kadın hakları’ dernekleriyle dolmuyor tabi. Müjdat Gezen, eleştiri yapacağım diye cıvıtarak pornografik çağrışımlı şiddet içerikli cümle kurduğunda ‘feministler’ ortalığa doluşmuyor. Çünkü karşılıklı oynanan bir tiyatro bu.
- Tiyatrocu kartı almış animist tacirle, yazar kartı almış faşist hazımsızın orta oyunu bu. Bunların gelişmiş cesur versiyonu Mine Kırıkkanat’tı. Hatırlayın: “Göbeğini kaşıyan adam” demişti.
İşin acınılası tarafı şu; bunu hala yediğimizi sanıyorlar. Fakat mobese diye bir şey var ve sanırım bundan haberleri yok. Kundakçı yakalandı. Çember sakallı değildi. Konunun referandumla ya da Atatürk’le bir ilgisi yoktu. Ama ‘kahrolsun Tayyip’ti. Müjdat Gezen, ilk günkü provakasyonunu sürdüremedi haliyle. (Erdoğan’ı eleştirmeyin demiyorum, eleştirin ama doğru düzgün eleştirin lan)
“Kemalist kişilik bozukluğu” olarak kavramsallaştırayım ben bunu. Psikolog arkadaşlar da bu tanıdan hareketle artık bir tedavi uygulaması geliştirsinler bence. Hazım sorunu bu. Az kaldılar ama varlar hala.
Ortada olan şeyi fark ettiniz mi? “Türkçe olimpiyatlarına Hz. Peygamber de katıldı” diyen tiyatrocu tacirin sözüyle “Okulu Atatürk büstü kurtardı” diyen tiyatrocu tacirin, ticaret alanlarının benzerliğine dikkat ettiniz değil mi? Animizm dedikleri kabaca bu aslına. Bu iki tür kafanın çekilip gittiği gün, Türkiye daha güzel bir yer olacak emin olun. Farklı düşüncelerimizi de insanca oturup konuşabileceğiz.
III.
Neye niyet, neye kısmet… La ben aslında “İskender Pala mı nakit para mı” başlıklı bir yazı yazacaktım, İskender Hoca’nın son Hürriyet röportajı üzerinden. “200 yıldır dünya sanatına hiçbir katkı sunmadık” demişti ya İskender Pala. Oradan yürüyüp, ‘nasıl sunmadık hocam? Sizin eserleriniz var ya’ diyeceğidim. Niyet oydu.
Sonra bu kundaklama işi çıkınca Müjdat Gezen’e nasip oldu yazı. Müjdat Gezen’e de kısmen haksızlık etmiş olabilirim aslında. Yazı bitmeden onu da deyivereyim. Aslında o da mazur. Alıştıkları düzen kısmen kırıldı. İşler eskisi gibi değil. Haklı olarak feryat ediyor.