Beyaz bir sinema çağrısı: Yücel Çakmaklı
Yeşilçam sinemasının kodlarını kullanarak, o sinemanın dışına taşabilme gayretiydi Yücel Çakmaklı. “Milli Sinema” çıkışı bir feryat ve belki bundan daha çok bir çağrıydı. Bir başlama tarihi olmadığı gibi, bitecek bir serüveni de yok aslında onun.
Aslında Ordu Film Merkezi’nin kurulmasıyla başlayan bir hikâyeden söz ediyoruz burada.
1915’te Enver Paşa’nın verdiği talimatla başlayan ve sinema mucizesinin sağladığı imkânları kendi dünyasına ve kültürel kodlarına uygun olarak değerlendirmeyi amaçlayan o büyük çabayla. Devamı başladığı kadar gür gelmemiş olsa da kendi dünyasının kodlarını gözeterek film yapma tutkusu, bu topraklarda hiç unutulmadı yine de. İşte Yücel Çakmaklı, o tutkunun 70’li yıllara açılan bir sayfası sadece.
Yeşilçam sinemasının kodlarını kullanarak, o sinemanın dışına taşabilme gayretiydi Yücel Çakmaklı. “Milli Sinema” çıkışı bir feryat ve belki bundan daha çok bir çağrıydı. Bir başlama tarihi olmadığı gibi, bitecek bir serüveni de yok aslında onun. Hollywood’dan ezber kalıplar, yargılar ve hikâyelerin başarılı ya da başarısız çevirmeni olmaktansa, Türkiye’nin kendi dili ve hafızası üzerinden ayakları yere basan yerli bir sinema çağrısıydı. Çabasını sözü uzatmadan tek cümleyle ifade edebiliriz aslında: Evde çocuklarıyla birlikte izleyemeyeceği bir sinema yapmak istemedi Yücel Çakmaklı. Hepsi bu.
Çektiği her sahne mükemmel, anlattığı her hikâye olağanüstü, yaptığı her dizi bir başyapıttı, demiyoruz elbette.
2008 yılında TBMM tarafından üstün hizmet madalyası ile taltif edilen Çakmaklı, 2009 yılının 23 Ağustos’unda İstanbul’da vefat etti.
Öncüsü ve ustası olmayan ama Türk coğrafyası kadar büyük bir derdi olan yönetmenin devasa bir endüstriye karşı tek başına el yordamıyla savaşmasıydı bütün hikâye. Denedi ve yanıldı, yeniden denedi. Onlarca film, onlarca dizi yaptı. Aralarında gerçekten çok iyi filmler ve diziler de vardı. Tersi asla mümkün olmaz diye inanılan devasa ezberlere tek başına çelme takmayı başardı ama.
Hikâyesi, 1937 yılında Afyon’da başlıyor. 50’li yılların ortasında liseyi bitirip üniversite okumak için İstanbul’a gelmesiyle, Türk sinema tarihinin asla onsuz yazılamayacağı yeni bir sayfası açılmış olacaktı. O tarihlerde bundan onun bile haberi yoktu elbette. İstanbul’da gazetecilik okurken bir yandan da harçlığını çıkarmak için Taksim’de sinemalarda teşrifatçılık yapmaya başlamasıyla başladı “beyaz sinema” çağrısı... Sinemaya en alt basamağından başlar ünlü yönetmenimiz.
Sinemada izleyicilere yer göstericiliği yaparken işi gereği pek çok filmi defalarca izleme imkânı bulacaktır. Daha doğrusu izlemek mecburiyetinde kalacaktır. Bu tekrar izlemelerden bir sürü notlar alır.
Aldığı notlardan kurduğu eleştiri yazılarını bazı dergilere göndererek adını duyurma imkânı bulur öncelikle. Sonrasında bir cesaretle Erman Film’e giderek açılan asistan yönetmen kadrosuna aday olacaktır.
Osman F. Seden’den, Orhan Aksoy’a, Aram Gülyüz’e kadar pek çok ünlü yönetmenin yardımcısı olarak setlerde bulunur.
İlk belgesel filmi Kâbe Yollarında’yı çekeceği 1969 yılına kadar ellinin üzerinde filmde görev alır bu süre zarfında. Ancak adını asıl duyacağımız yıl 1970 yılı olacaktır. Başrollerini Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın oynadığı, Şule Yüksel Şenler’in çok satan eseri Huzur Sokağı’ndan sinemaya uyarladığı Birleşen Yollar filmi, büyük kitleleri sinemaya çekmekle kalmaz, Türk sineması için de yepyeni bir ilk adım olur. Türkiye’nin 70’li yıllarda yaşadığı büyük tartışmaların arasında, Türk sinemasının en büyük aktristini başını örtmüş hâlde varoluş sancısı çekerken bulur izleyici. Bu yeni ve şaşırtıcıdır.
Yücel Çakmaklı, ses getiren Birleşen Yollar filminden sonra kurduğu Elif Film’den birbiri ardına yeni sinema filmleriyle izleyiciyi selamlar. 1972’de Zehra ve Çile filmlerini gösterime sokan usta yönetmen, ertesi yıl ise Kızım Ayşe, Diriliş ve Memleketim filmleriyle etrafındaki ilgiyi devam ettirir. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Ediz Hun ve Filiz Akın gibi Yeşilçam’ın büyük oyuncularına rol verdiği bu filmlerinde radikal Batılılaşmanın eleştirisini net bir şekilde yapar.
1975’te Genel müdür danışmanı olarak TRT’ye atanınca bu tarihten sonra da TRT için çoğunlukla Türk edebiyatından genel izleyici için uyarlamalar yapar. Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sını, Rasim Özdenören’in Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme’sini, Şevket Bulut’un Oynaş’ını, Tarık Dursun K.’nın Denizin Kanı’nı ve Turan Oflazoğlu’nun IV. Murad’ını televizyona uyarlar. TRT için yaptığı son büyük dizi ise, Osmanlı’nın kuruluş günlerini anlattığı Kuruluş Osmancık dizisi olacaktır.
- Her şey bir yana, 1988 yılında TRT için çektiği Kuruluş Osmancık dizisi bir yanadır. Bir dizi içerisinde hikmetler barındırır mı? Tarık Buğra’nın Osmancık romanından uyarlanan bu dizi barındırıyor işte.
Ali Şen’den Erol Taş’a, Eşref Koçak’tan Ahmet Mekin’e, Aliye Rona’dan Baykal Saran’a, Nubar Terziyan’dan Süleyman Turan’a, Haluk Kurtoğlu’ndan Kâzım Kartal’a, Cihan Ünal’dan Kenan Pars’a, Kadir Savun’dan Atilla Ergün’e ve daha pek çok büyük oyuncunun içinde olduğu bir dizi kadrosu düşünün. Müziklerini de büyük üstat Yalçın Tura yapmış olsun. Bir daha bir araya gelmesi imkânsız olağanüstü bir kadronun yönetmenidir Yücel Çakmaklı.
1990 yılında TRT’den ayrılan usta yönetmen, aynı yıl, Türk sineması için o güne kadar görülmemiş büyük bir başarıya imza atacağı Minyeli Abdullah filmini çeker. Büyük ses getiren film, sinemaya küskün pek çok izleyiciyi sinema salonlarına çeker.
Ve çok az sayıda salonda gösterime girmesine rağmen bir milyona yakın seyirciyi toplamayı başarır. Gördüğü yoğun ilgi üzerine devam filmi de çekilen Minyeli Abdullah, uzun süre sinema çevreleri ve Türkiye gündeminin tartışma konusu olur.
Yönetmenliği bırakacağı 2005 yılına kadar özel televizyonlar için filmler yapan Yücel Çakmaklı, sonrasında da genç sinemacılar için elinden gelen her türlü desteği verip, sinemaya olan katkısını ölümüne kadar sürdürdü.
2008 yılında TBMM tarafından üstün hizmet madalyası ile taltif edilen Çakmaklı, 2009 yılının 23 Ağustos’unda İstanbul’da vefat etti. Hep çekmek istediği Necip Fazıl filmini ise kendisinden sonraki sinemacılara vasiyet olarak bıraktı.