Beşinci günün şafağında kendinize bakın
Moğolların Anadolu'yu işgali ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasıyla her yerinden alev tüten bu topraklar, büyük dervişler ve ilim adamları doğurmuş ardından Osmanlı'nın kurulmasına önayak olmuştur. Her gecenin bir şafağı vardır. Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş Veli'nin aynı yüzyılda aynı coğrafyada doğması asla tesadüf değildir.
Tarihe ve tarih boyunca bize anlatılan hikâyelere dönüp bakarsanız çöküşler her daim yükselişleri doğurmuştur. Hiçbir felaket, "son" olmamış; masal her zaman Zümrüdüanka kuşunun küllerinden yeniden doğması, bizlerin kerevete çıkması ile son bulmuştur. İnsanlar sıkıntıya düştüklerinde ellerindekilere daha çok sarılmış ve karanlıklar aydınlıklara gebe kalmıştır. Göktürklerin "Kurttan Türeyiş" efsanelerinin birinde düşman Lin memleketinin ordusu Türklere savaş açar. Harp meydanında kadın- çocuk kimse bırakılmaz. Otaklar yakılmış, hayvanlar telef edilmiştir. Bu yıkımın ortasında sadece, elleri ayakları kesilmiş bir çocuk bırakılmıştır. Dişi, küçük bir kurt önce çocuğu besler ardından çocuk, birlikte büyüdüğü kurtla beraber olur ve bugünkü anlamda bildiğimiz Türklerin soyu ortaya çıkar. Felaket, Lin memleketinin soykırımına uğrayacak kadar güçsüz olan kavmi kurt soylu ve yenilmez yapmıştır.
Moğolların istilaları sonucu Anadolu büyük bir göçe kapılarını açar. Çok çeşitli konumda, farklı mesleklerden insanlar akın akın hicret etmektedir. Bu durum Anadolu'yu daha da Türkleştirdiği gibi önemli âlimlerin de bu topraklara yerleşmesini sağlamıştır. Moğolların Anadolu'yu işgali ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasıyla her yerinden alev tüten bu topraklar, büyük dervişler ve ilim adamları doğurmuş ardından Osmanlının kurulmasına önayak olmuştur. Her gecenin bir şafağı vardır. Mevlana'nın, Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş Veli'nin aynı yüzyılda aynı coğrafyada doğması asla tesadüf değildir. Farklı dervişlerin yaşadığı ortak cefa, her birinde farklı zuhur etmiş başka başka tarikler doğmuştur. Bütün yıkımlar insanoğlunu bir şekilde yeniden doğuşa, yeniden varoluşa götürmüştür. İnsanlık, mağlubiyetlerin zamanla zaferlere, zaferlerinse hezimete dönüşebildiğini tecrübe etmiştir. İçinde bulunulan zamanın tüm olumsuzlukları ve yıkımları insanlara her zaman bir çıkış yolu aramaya itmiş ve yeni yollar, yeni dünyalar kurulmasına sebep olmuştur.
Moğolların yapmış olduğu kıyım ve yıkımların ardından başta Orta Asya olmak üzere o mazlum coğrafyalarda insanlar yaşadıkları trajedileri manevi dünyalarını zenginleştirerek ve mana âleminde kalmayı başararak atlatmaya çalışmışlardır. Bu sebeptendir ki pek çok kişi tasavvufa yönelmiş ve anlamı bu dünyada değil "diğer" dünyada aramaya çabalamıştır. O manevi deryanın bir damlası olarak Anadolu topraklarında Yunus Emre, dünyasını şiir zikriyle ifade etmiş, Mevlana anlayışını Mesnevi ile tahkiye etmiş, farklı âlimler Allah'a ulaşmanın yolunu kendilerince bulmuş bu yola gönül vermişti. Tıpkı Bab'Aziz filminde temsil edildiği gibi manaya ulaşmak için binler adet yollar kurulmuştu. "Allah'a ulaşmak için yaratılmışlar adedince yollar vardır." Sözünü aktarır Tunuslu yönetmen Nacer Khemir, Bab' Aziz filminde, seyirciye birçok hikâye sunulur filmde. Başkahramanlar olan dede ve çocuk çöl denizinde çıktıkları yolda pek çok karakterle karşılaşır. Bazen bir sarayda, bazen bir çarşıda karşılaştıkları kişilerin hepsinin hedefi aynı olsa da yolculuğa birlikte devam etmez, ayrı yollar izlerler. Sonunda farklı yollar ve farklı serüvenler onları aynı yere, film boyu bahsedilen dervişler toplantısına, götürür.
Farklı yollardan gideriz, kimimiz cefa çeker kimimiz rahat varır gideceği yere. Kimimizin cefası pandemidir, kimimizin şafağı çektiği dertlerdir. Aşk ağlatır, dert söyletir. Başımıza gelen felaketleri, üzerimize gelen sıkışmışlık hissini iyi kucaklayabilmek gerekiyor. Hepimiz bu malum küresel salgının etkilerinden uzak o yeni ve huzurlu dünyaya gitmek istiyoruz. Hepimizin yolu farklı yollarla olsa da kendi şafağımızı aramalıyız ama yazarak ama çizerek ama konuşarak...