Ben gülmeyi çoktan unuttum
Bahçeden seslenmeye başlıyoruz. Ses yok. Kapının önüne gelince aralanmış kapıdan içeri bir kez daha sesleniyoruz. Biraz heyecanlanıyoruz, acaba bir şey mi oldu diye. Sonunda yaşlı tonton bir nine çıkıp geliyor. Kapının eşiğine bir sandalye çekiliyor ve oturuyor. Yüzünde bir hüzün var ama bizi görünce biraz olsun mutlu oluyor. Biz soruyoruz, Zilha Nine Srebrenitsa'da yaşananları anlatmaya başlıyor.
Srebrenitsa'da kimsesi kalmamış birçok anne tek başına yaşamak zorunda. Bu onlar için kimi zaman oldukça tehlikeli olabiliyormuş.
Yol boyunca sarının bütün tonlarını izleyerek Srebrenitsa'ya doğru ilerliyoruz. Sonbahar, Bosna Hersek'e ne çok yakışıyormuş. Yolculuk kimi zaman çalışmayan tüneller ve tek şerit yollar yüzünden yorucu hâle gelse de insan bu güzelliği izlemekten kendini alamıyor. Nehirdeki yansımalar eşsiz görüntüyü daha da muhteşem bir hâle geliyor. Srebrenitsa'ya ulaşıp yıllar önce yaşanan katliamın ardından kimsesiz kalmış anneleri ziyaret edeceğiz. Köylere doğru tırmanmaya başlıyoruz. Sanki Karadeniz'de bir köyde yolculuk yapıyorum. Doğası ve coğrafi yapısıyla neredeyse birebir aynı. Buraya gelme sebebimiz Zilha Nine'nin hikâyesini dinlemek. Srebrenitsa'da kimsesi kalmamış birçok anne tek başına yaşamak zorunda. Bu onlar için kimi zaman oldukça tehlikeli olabiliyormuş. Anlattıklarına göre Zilha Nine kısa bir süre önce evde kaymış ve kolunu incitmiş. Bütün gece sesini duyan olmamış. Ancak ertesi gün onu ziyarete gelenler yardımına yetişebilmiş.
Yol boyunca Zilha Nine ve Srebrenitsa anneleri hakkında bilgi ediniyoruz. Artık yolculuğumuz tamamlanmak üzere. Yeşillikler içinde bir köydeyiz. Zilha Nine'nin bahçesinde eski baraka gibi bir yapının önünden geçiyoruz. Zilha Nine eskiden burada yaşıyormuş. Daha sonra şimdi oturduğu evini bir hayırsever yaptırınca yeni evine taşınmış. Bahçeden seslenmeye başlıyoruz. Ses yok. Kapının önüne gelince aralanmış kapıdan içeri bir kez daha sesleniyoruz. Biraz heyecanlanıyoruz, acaba bir şey mi oldu diye. Sonunda yaşlı tonton bir nine çıkıp geliyor. Kapının eşiğine bir sandalye çekiliyor ve oturuyor. Yüzünde bir hüzün var ama bizi görünce biraz olsun mutlu oluyor. Biz soruyoruz, Zilha Nine Srebrenitsa'da yaşananları anlatmaya başlıyor.
"Köyümüzü askerler bastığında kocamı ve iki oğlumu başka bir yere götürdüler. Beni de zorla bir kamyonete bindirdiler. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Bazı insanlar BM korumasındaki eski akü fabrikasına giderek kurtulacağını sanıyordu. Onları oraya götürecek kamyonetlere binmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Ancak bunun sonları olacağını bilemezlerdi. Beni de akü fabrikasına götürdüler. Uzun süre orada kaldım. Eşimi ve oğullarımı bir daha hiç görmedim. Çok zor günler geçirdim. Sırplar şehri ele geçirdiklerinde erkekleri farklı bir yere götürmeye başladılar. Sonra anladık ki onları öldürmeye götürüyorlarmış. Her şey bittiğinde önce yakınlarımızı aramaya başladık. Ben kocamı ve oğullarımı bulamadım. 8 bin 372 kişi kayıptı. Daha sonra toplu mezarlar bulunmaya başladı. Aradan geçen yılların ardından 2016 yılında bir oğlumun cenazesini buldum. Kolu bir dağda bacağı başka bir dağdaydı. Sadece bir kolunu ve bacağını gömdük. Teşhis edilmesi zorlaşsın diye parçalayıp farklı bölgelere bırakmışlar.
- Eşimi ve diğer oğlumu hâlâ bulamadım. Artık 82 yaşındayım. Bugünlere şükür ediyorum. Yaşananlarını unutmak ve tek başına kalmak çok zor. Ömrümün son günlerini eşimin ve oğullarımın hatıraları ile geçiriyorum."
Anlatılanlar zihnimde derin izler bırakıyor. "Neden" sorusuna bir cevap bulamıyorum. Tercümanımız araya girerek "Biz Srebrenitsa annelerini düzenli olarak ziyaret ediyoruz. Anılarını sizin gibi misafirlerimiz geldikçe dinliyoruz. Aslında bizim amacımız onların yanında olmak. Kimi zaman yemeklerini pişiriyoruz kimi zaman odunlarını kırıyoruz. Günlük şeylerden konuşup yalnızlıklarına ortak oluyoruz. Bütün yaşananlar geride kaldı ve bugün onların buna ihtiyacı var" diyor. Biz de artık farklı konulardan sohbet etmeye başlıyoruz. Zilha Nine'nin hemen yan tarafta oturan bir eltisi varmış. Onun da yanında kimsesi yok. Katliamda eşi ve çocuklarını kaybetmiş. Aralarının nasıl olduğunu soruyorum. "İyi, iki elti arası nasıl olursa öyle." diyor. Arada beraber kahve içip, birbirlerine dostluk ediyorlarmış. Ayrılık vakti geliyor. Zilha Nine'nin yüzünü gülerken hiç göremedik. Yine de yanında olduğumuzu göstermemiz onu sevindirmiştir, diyerek kendimizi avutuyoruz. Beraber hatıra fotoğrafı çekilip yolumuza devam etmek istiyoruz.
Gülümsemesini istediklerinde "Ben her şeyimi kaybettim. Artık gülmeyi unuttum" diyor.
Gülümsemesini istediklerinde "Ben her şeyimi kaybettim. Artık gülmeyi unuttum" diyor. Söyleyecek başka bir söz kalmıyor. Sıra bende yanına yanaşıp, selfie çekmek istiyorum. İzin veriyor. Aman Allah'ım o da ne. Zilha Nine telefonun ekranında kendini görünce gülmeye başlıyor. Hem de ne gülmek. Dünyanın en tatlı ninesi gülmeyi unutmamış. Bu gülümseme bütün yolculuğun çilesini alıp götürüyor. Yolculuğumuzun bir sonraki durağı olan eski akü fabrikasına gitmek için tekrar hareket ediyoruz. Fabrika artık soykırım müzesi hâline gelmiş. Bütün yaşananlara sırasıyla tanıklık edebiliyorsunuz. Akü fabrikasında kocaman ve oldukça soğuk bir bölümde oturuyorum. Burası soykırımla ilgili belgeselin yayınladığı yer. Uzun yıllardır kullanılmayan bu fabrika tarihin en acı günlerine şahitlik etmiş. Belgesel başlıyor. Bosna Hersek'te yaşanan katliama aşama aşama şahit oluyoruz. Görüntüler akıp gidiyor. Sırp komutan Ratko Mladiç ilk önce Srebrenitsa'yı kuşatıyor. Daha sonra başka bir görüntüde ise BM komutanlarını azarlıyor.
Şehir ele geçirilince kadınlar ve erkekler farklı yerlerde tutulmaya başlanıyor. Yaşamak için fabrikaya sığınanlar ise aslında ölüme gittiklerini kısa bir süre sonra anlıyorlar. Ormanda kaçmaya çalışanlar ise yaşam mücadelesi veriyor. Ardından en vurucu sahne geliyor. Bir kamyonetin içine altı genç erkek elleri arkadan bağlanmış ve üst üste dizilmiş hâlde bir yere götürülüyor. Ormanda araçtan indirilen gençler bir süre yerde bekletiliyor. Kameranın şarjının azaldığını anlayan askerler yedek batarya almak için geri dönüyorlar. Kayıt tekrar başlıyor. Peş peşe dizilmiş gençler sırayla üç adım öne çıkıyor ve kurşuna diziliyorlar. En zor görev ise son kalana düşüyor. Önce tek tek öldürülen arkadaşlarını taşımak zorunda kalıyor. Ardından onu da öldürüyorlar.
- Görüntülere ve anlatılanlara inanmıyorum. Bir insan bunları nasıl yapar. Tüm bunlar Avrupa'nın orta yerinde ve herkesin gözü önünde yaşandı. BM korumasında olan bir bölgede onlara sığınan binlerce sivil katledildi.
Okuduğunuz ve izlediğiniz hiçbir şey sizde bu etkiyi bırakmıyor. Fabrikayı bölüm bölüm gezince yaşananları derinden hissediyorsunuz. Dışarı çıktığımızda bir süre kimse konuşmuyor. Fabrikanın önüne dikilmiş kara heykele bir süre bakıyorum. Çaresiz iki anne ve uzaklara bakan bir çocuk. Rehberimiz sessizliği bozuyor. Karşı taraftaki soykırım anıtını işaret ederek. "Yürümek mi isterseniz, arabayla mı gidelim?" Oldukça kısa bir mesafe, yürümeye başlıyoruz.
Burada katliamda hayatını kaybeden onlarca kişinin mezarı yer alıyor. Yürürken şahit olduklarımızın etkisinden kurtulmaya çalışıyoruz. Yaşananları ifade edecek kelimeler ararken şehitliğe ulaşıyoruz. Dua ediyoruz ve tekrar yola çıkıyoruz. Zihnimizde katliamın izleri ve yarım kalmış hayaller.