Başkalarını kandırma bölgeciği

Başkalarını kandırma bölgeciği
Başkalarını kandırma bölgeciği

Adam kendini o kadar seviyordu ki geceleri hediye paketi şeklinde bir yatakta uyuyordu. Sabah uyandığında söylediği ilk şey; “Ohh uyandım ve harikayım, ben dünyaya sunulmuş bir lütuf olmalıyım.” oluyordu. Adamın adı da kendisi kadar harikaydı ve annesi tarafından koyulmuştu: Hayati Hayatıyaşayanoğlu.

Anaokuluna gitmemiş, ilk girdiği sosyal ortam olan ilkokulu ise hiç sevmemişti. Çünkü epeyce dalga geçilmişti adıyla ve adı bağlamında kendisiyle ilkokulda. Sonra yine ilkokulda, hatta okuldaki ilk haftalardan birinde dalga geçilen adı nedeniyle; hep fark edildiğini, diğerlerinden ayrı bir yerde konumlandığını fark etti. O andan sonra yavaş yavaş değişti. Hem Hayati değişti, hem de Hayati’nin hayatı değişti. Zira kusur sandığı şeylerin güzellik olabileceğini anladı. Öte yandan dışardaki insanların güzelliği görme konusunda kusurlu olabileceklerini de anladı. Öte yandan da insanlardaki güzelliği görme konusundaki kusurun, kusur zannedilen güzelliklerden olmayacağını, olmadığını da anladı. Tüm bu anlamalar neticesinde kendisini epeyce iyi hissetti. Tüm bunları anlamakla yetinseydi, gerçekten de harika olabilirdi, hem Hayati hem Hayati’nin hayatı ama tüm bunları anlamakla yetinmedi. Bunları anlamanın sonrasında güzelliğin, kendi güzelliğinin üzerine gitti ve o güzelliği kendisine sık sık hatırlatma yolunu seçti. Aynanın karşısına geçince, “Merhaba harika genç, ışıl ışıl parlıyorsun bugün, hadi dışarıya çıkalım ve güneşi parıltımızla kıskandıralım.” gibi cümleler kurmaya başladı. Böyle düşünmeye ve yaşamaya başladıktan yirmi iki yıl sekiz ay on üç gün sonra akıl hastanesine yatırıldı zira artık çevresi için dayanılmaz bir hale gelmişti.

Şöyleydi sahne: “Üşüyor musun? Yanıma sokul ısınırsın.” Şöyleydi mesela: “Sıcakladın mı? Yaklaş biraz serinlersin.” Şöyleydi de öte yandan: “Moralin mi bozuk? Lütfen uzaklaş benden, ben mutsuz insan sevmiyorum.” Şöyleydi de elbette: “Susadın mı? Elimi alnına koyayım, susuzluğun geçecektir.” Hâsılı kelam şöyleydi aslında: “Her derdin devası benim, ben her derdin devasıyım. Ne güzel bir güzelliğim, değil mi?” Ama şöyle bir şeye sebep oluyordu öte yandan: “Ben sadece mutluluğu hak ediyorum modumu düşüreceksen (yapamazsın da, işte varsayalım) git, uzaklaş benden.”

Akıl hastanesindeki ilk gününde, oraya neden götürüldüğünü bilmediği için çok öfkeli ve şaşkındı. Sonsuz derecede mutlu bir insandı. İnsanlar, zavallı insanlar nasıl böyle bir şeyden rahatsız olabilirlerdi ki. Ama tabii, insanlar böyle bir şeyden rahatsız olurlardı elbette. Bundan doğal ne olabilirdi ki, çünkü insanlar çirkindiler ve mutsuzdular. Kendilerini böyle göre göre kıskançlıktan delirtmiş olmalıydılar.

Ama kendini sevmeye devam etti, başka yapabileceği bir şey yoktu. Elbette kendisinde bir sorun olmadığını bulacaklardı doktorlar ve doktorlarla çalışan bilim adamları. Evet, sadece doktorlar olamazdı, kendisi buraya getirildiğine göre muhakkak ülkenin en iyi bilim adamları da buraya kendisini araştırmak için gönderilecekti doğal olarak. Bu kadar güzel ve her şeyin en iyisini hak eden birisine kayıtsız kalmaları mümkün değildi.

Dört ay sürdü, hem tetkikler, testler, hem de akıl hastanesindeki hapis hayatı. Bu arada bilim adamı filan gelmedi. Bu kadar güzel ve her şeyin en iyisini hak eden birisine kayıtsız kaldılar düpedüz. Doktorlar yaptılar bütün testleri ve araştırmaları. Hayati bu yüzden biraz dudak büktü tüm çalışmalara. Ama nihayetinde kendisi hakkında teknik rapor hazırlandı. Üst birimlere sunuldu. Hayati’ye de arz edildi elbet. Raporda bir sürü anlaşılmaz ifadenin arasında şöyle bir şey çekti dikkatini: “Kendini Kandırma Bölgeciği” Her insanda olan, beynin serebnal korteksiyle amigdalası arasında, minnacık bir bölgede beynin “kafallokofusu”na yapışık halde duran ve son derece önemli bir minik bölgecikti bu. Bu bölgeciği bulan bir Türk bilim adamı olduğu için bölgeceğin adı Tifillusa Kortema değil de “Kendini Kandırma Bölgeciği” olmuştu. Bu bölgecik, Hayati’de aşırı gelişmişti. Oraya sebebi belirsiz bir sinir sistemi baskısı oluşmuş ve zaman içinde o bölgecik şişmiş, bezelye kadar olması bile fazlayken ceviz büyüklüğüne erişmişti. Dışı kaplumbağa kabuğuna içi insan beynine benzeyen bu yemiş; Hayati’nin bir nevi gerçeklik algısını yıkmış, onun yerine kendilik algısını üstelik alkışlarla ikame etmişti.

Hayati Hayatıyaşayanoğlu bu rapora ve doğaldır ki bu teşhise önce direndi fevkalade şiddetli bir şekilde. “Hayır, ne alakası var? Yanlış.” dedi. “Yani yanlış olmalı.” dedi, zira kendisi kendini kandırıyor olamazdı çünkü güzeldi, iyiydi, harikaydı. “Mesela” dedi, “güzel olmasaydım, muhteşem olmasaydım, harika olmasaydım eğer, kendimi kandırıyor olabilirdim, ama bu kadar harikayken ve akıllıyken ve yetenekliyken neden kendimi kandırmaya gerek duyayım ki.” Doktorlar, alanlarında iyiydiler ama hiç roman okumadıkları için, “Yahu, Hayati Bey bu zan zaten bu bölgenin sebep olduğu şey.” demeyi akıl edemediler. “Hayır, testler raporlar doğru, bakın bu bölgede magnezyum ölçütü olması gerekenin yirmi yedi katı.” dediler, bu bir anlam ifade etmeliymiş gibi.

Akabinde eklediler: “Ama merak etmeyin iyileştireceğiz sizi. Kendini kandırma bölgeciğini ameliyatla alacağız. Sonra normale döneceksiniz.” İşte bunu bari demeseler iyiydi. Hayati bu sözleri duyunca sustu, bir şey söylemedi daha.

Fark etmişlerdi işte, sonunda normale döndürecek ve kurtulacaklardı ondan. Normale dönecek ve diğerleri gibi olacaktı. Normale dönecek, bütün harikalıkları zımpara ile kazınacaktı bir anda kendinden. Korktu, kederlendi, sonra öfkelendi, delirecek gibi oldu. Bir şeyler yapmalıydı. Buradan kaçmalıydı. Hayır, kaçmak değil, bir şeyler yapmalıydı. Her şeyi değiştirmeliydi.

Harika ve muhteşem birisi olduğu için biraz düşündü ve buldu. Bulduktan sonra bir plan yaptı. Sonrasında ise planını uygulamaya geçti.

Planını uygulamaya geçmesi ile sonuca ulaşması toplam sekiz gününü aldı. Planın ilk adımı ile son adımı arası, yani hastaneden çiçeklerle salınması sadece sekiz gün sürdü. Odasından aldılar, çiçeklerle kapıya kadar eşlik ettiler Hayati Hayatıyaşayanoğlu’nu ve onu uğurladılar. “Lütfen yine gelin ama bu sefer ziyarete gelin. Ne iyi vakit geçirdik sizinle, bizi kendinizden mahrum etmeyin.” dedi; doktorlar, hastabakıcılar ve hastanenin ofis elemanları, temizlikçileri ve diğer bütün görevlileri.

Hayati Hayatıyaşayanoğlu dışarıya adım attığında “Bu kadar harika olduğum için ne şanslıyım.” diye geçirdi içinden. Hatta bu kadar harikalıktan bile daha harikaydı artık, sekiz günlük hastane tecrübesinden muhteşem bir deneyimle ayrılıyordu zira.

İnsanlar, kendini kandırma bölgeciği gelişmiş insanı akıl hastanesine yatırıyordu. Evet, ama “Başkalarını Kandırma Bölgeciği” diye bir keşif yapılmamıştı henüz.

Hayati Hayatıyaşayanoğlu hastaneden çıktıktan sonra biraz yürüdü, şehrin en işlek caddesine çıktı ve orada duraksadı bir an ve caddeye baktı. Caddeye bakarak hayata ve insanlara baktı. Gülümsedi. Hayat sonsuz imkânlarıyla önünde uzanıyordu.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım