Başka hikaye: Suzuki
Suzuki dedimse öyle herhangi bir modeli değil. Ruhsatta “carry van” olarak geçen, bildiğin “kervan” diye okunan, sözlükte “yükü ve menzili olan” diye tarif edilebilen, 90’lı yılların efsanesi Suzuki’den bahsediyorum.
Bir anahtarlık ne anlatabilir insana. Beyaz bir Suzuki minivan, kalın çerçeve kahverengi gözlük, hatta oduncu gömlekleri... 90’larda adı henüz konulmamış olsa bile günümüzdeki ‘romantik İslamcı’ tasviriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir grup romantik İslamcıyı özetleyebilir pekâlâ.
İnanmış dört adam dediklerinde akla gelen adamlar bunlar. Ceplerinde paket lastiği, hurma çekirdeği, buruşuk kâğıtlara yazılmış isimsiz numaralar gibi anlamsız şeyler taşırlardı. Kıssalardaki hikmetli sonlar gibi vakti gelince o anlamsız şeylerden ilgili olanı seçip masanın üstüne koyar “Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş” gibisinden bir alıntı patlatır çekip giderlerdi. Başlı başına yardım kuruluşuydu her biri.
Helal kazancın yollarını konuşmaktan önce helali bölüşmeyi, namzetlikten arlanıp diplomasız hizmet vermeyi şiar edinen adamlar bunlar.
Uçup kaçan garip tipler falan değiller, adı sanı belli, oturup kalktığı yerler bellidir. Uzun yıllar kurslarda, derneklerde, vakıflarda ayaklarının üstünü nasır bağlamış, pantolonlarının dizlerinde renk atmıştır. “Bizim çocuk” olarak başladığı sülûk seyrini yaşı kemâle erince yine “bizim ağabey” mertebesinde devam ettirirlerdi. “Abi” ile “ağabey”in farkını anlamamıza sebeptiler.
Helal kazancın yollarını konuşmaktan önce helali bölüşmeyi, namzetlikten arlanıp diplomasız hizmet vermeyi şiar edinen adamlar bunlar. Meslekleri gereği serbest çalışan, konfeksiyonsa imalat, ticaretse perakende deyip büyük resme bakan, kendi hafif yükünü taşıyacakları dönemin en munzur aracı Suzuki’ye doluşan adamlar...
Suzuki dedimse öyle herhangi bir modeli değil. Ruhsatta “carry van” olarak geçen, bildiğin “kervan” diye okunan, sözlükte “yükü ve menzili olan” diye tarif edilebilen, 90’lı yılların efsanesi Suzuki’den bahsediyorum. Ufak tefek, kutu değil de koli gibi bir araçtır bu. Kapasitesinin bir hayli üstünde yük taşımasıyla memur bu araçla bir bizim ağabeyler gezilmedik köy, toplanmadık deri, istenmedik oy, taşınmadık sandık bırakmazlardı.
Oy verdikleri partileri kapatanlara, parti kurarak cevap veren; otobüsleri ve siyasi oyunları aynı el hareketiyle durdurabilen adamlardı.
Bu ağabeylerden alıyoruz tüm gücümüzü. Hayat vurduğu dalgalarla nefes almamıza engel olurken, “elbet vardır bir kolayı” deyip kolları sıvayan adamlardı. Kapıları açan besmele, bu ağabeylerin sancağında kimi zaman anahtar yahut başak, şehadet parmağı veya yıldız oluyordu. Yolumuzdan dönmeyiz diyoruz ya, işte bu adamlardan sebep tüm eylemlerimiz.
Hizmet deyince daha stabildi zihnimiz o dönemler. Otogardan yolcu mu alınacak, komşunun elektrik faturası mı yatırılacak, esnafın topladığı yardım yüklenip dağıtıma mı çıkacak, miting yapılacak da megafonla anons mu edilecek, hatta ülke mi kurtarılacak? İşte bu ağabeyler son sürat Suzukilerle dizilirdi vazifelere. Önem sıralamaları yoktu. Her şey bizatihi önem arz ederdi. Karşılıksız severlerdi toprağı, kefenin iç cebi vardı onlar için. Sevapları orda biriktirirlerdi. Öğrendik ve tekrar ettik. Gömüleceğimiz toprağı canımız pahasına korurken, içimizden geçen kamyonların şoförüydü bu ağabeyler. Oradan biliyorduk sevmeyi. Gündüze ve geceye hazırlamıştılar bizi. İlahiler dinletir, marşları bir bir ezberletirdiler bize.
- Bu ağabeylerden öğrenmiştik duaları. İmam olmasalar da tek nefeste kamet getiren aşka ve kavgaya çağıran sesleri vardı. Bir tekbire bakıyordu her şey: “Allah ekber kebira, vehamdülillahi kesira, sübhanallahi bükreten ve esila.”
Kavuşamayanları buluşturdukları bile vakidir. O küçük araca dünyayı sığdırır da sevdaya mı yer bulamayacaklardı. En çok sevenleri kavuştururdu bu Ağabeyler. Arabesk bir şarkının kanun taksimiydiler. Delikanlılar yâre düşüp yara alır da darda kaldılar mı; iş ağıt yakamaya kalmadan, beyaz Suzukileriyle meseleye el koyalardı. Kız kaçırır, düğün yapar, büyüklerin de gönüllerini bir bir alırlardı.
Vazifeleri bitince “Bizden şimdilik bu kadar.” diyerek Suzuki’sine atlayıp giden, gelecek seçimlere kadar sakal uzatan adamlar işte. İş, kravat ve takım elbiseye gelince nedense ortalıktan kaybolurlardı. Sıra geceleri, Cemal Kamacı maçları, mitingler, hatta Çeçenistan arasında bir yerlerde gizlenirlerdi.
Şimdi neredeler, ne yapıyorlar bilmiyorum ama Balıkesir’in bir köyünde terkedilmiş, tertemiz bir evde izleri duruyor hala. O eski evde duvardaki çivide asılı duran anahtarlık ne anlatabiliyorsa o kadarlar. Küçük bir ayrıntıyla zihinlerde şimşek çaktıracak kadar etkililer. Olmadık bir yerde, olmadık bir anda karşınıza çıkıp kendilerini hatırlatabilirler. Bizim ağabeylerin doğası bu.
Anahtar kapıya değince besmele, Suzuki viraja girince besmele, gerisi için Allahuekber!