Bankamatik temelli okuma
Her şeyin “sayılır” olduğu ve “sayılamayanın” varsayılmadığı bir dünyada, size bir “fayda”, bir puan,bir kazanım, bir sayı kazandırmayan okumanın, neden gerekli olduğunu anlatmak da bir hayli zor olacaktır.
Sezai Karakoç’un “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız” dizesini anlamam uzun zamanımı aldı. Koşu bittikten sonra da koşmak ne demekti? Koşu bittikten sonra neden koşuyorduk? Koşu bittiğinde koşmaktan vazgeçen atlar kimlerdi? Doğru olan hangisiydi? Şairin “Biz” dediği kimdi? Bu soruların cevabını, eline bir kitap tutuşturduğu öğrencisine, “Bu kitabı oku, sınavda paragraf sorularını kolay çözersin,” diyen öğretmen arkadaşımı izlerken buldum. Bu cümleyi ben de defalarca kurmuştum. Sınava kadar kitaplara önem veren öğrencimin sınavdan çıktığında meseleye nasıl bakacağını hiç düşünmeden, kitap okumanın sınavda çok işe yarayacağını söyleyip durmuştum. Zamanla şunu düşünmeye başladım ki, Sezai Karakoç’un “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız.” derken kendilerinden ima ile bahsettiği “koşu bitince koşmayı bırakan atlar” dünya ile ilişkisini birtakım kazanımlar üzerine kuran insanlardı.
“İnsanlığa faydalı olursun… “ demek varken…
“İki dünyada bahtiyar olursun…” demek varken…
“İnsanlığa bir hayrın dokunur…” demek varken…
“Onlar Allah’tan razıdırlar, Allah da onlardan razıdır…”ın yükselebileceğimiz en yüksek kariyer basamağı olduğunu anlatmak varken…
Öğrencisine veya çocuğuna sınavın başlayacağı anı hedef gösteren öğretmen veya ebeveyn, önce kitabı ama daha önemlisi insanı, hayır hayır, karşısındaki çocuğu veya öğrenciyi değil, adına “insan” denen o kutsal varlığı, ruhuna Tanrı’nın ruhundan üflediği insanı, birkaç ay sonra bitecek bir yarışın nesnesi yapıyor, insanı küçültüyor, insanı indirgiyor, insanı ait olduğu yüksek mertebelerden indirip dünyevileştiriyordu. Modernite her zaman indirgemişti. İnsanı cinselliğe indirgemişti. İnsanı ekonomiye indirgemişti. İnsanı biyolojiye indirgemişti. Şimdi de aynı şeyi yapıyor, insanı bir yarışmacıya indirgiyordu. Sınırları bu dünyanın sınırlarına bile ulaşamayan bir çembere sıkıştırıyordu. Mesele bir sınava hazırlanma meselesi değildi. Modern dünya bize bunu hep yapıyordu. İnsanı daima ona verilenden daha küçüğüne yöneltiyordu. İnsanı daima ufuklar ötesinden alıp getirip 140 metre kareye sıkıştırıyordu.
Sezai Karakoç’u anladığımı sanıyordum. En azından anladığımı düşünüyordum. Yıllar sonra, bir Kur’an cümlesinin, insan edimlerini “haz, fayda ve hayr” diye üçe ayırdığını ve “hayr”ı amaçlayanın ilk ikisine de ulaşacağını öğrendiğimde şaşkınlığımı gizleyememiştim. Karakoç’un yarış bittikten sonra da koşan atları, “hazz”ı değil, “fayda”yı da değil, ama “hayr”ı amaçlayan insanlardı. Bunu anlamıştım. Ama nasıl anlatacaktım? Kime anlatacaktım? Modern bilimin kavramları arasında hayır yoktu. Haz vardı, fayda vardı ama “hayır” yoktu! Hayr rasyonel bir kavram değildi. Hayr, ölçülemez, biçilemez, niceliksiz bir şeydi. Ele avuca sığmazdı. Modern dünya, ölçemediği, biçemediği, değemediği, sayamadığı, anlamlandıramadığını… görmüyor, saymıyor, konuşmaya değer bulmuyordu.
İnsan haz için okuyabilir, fayda için okuyabilir, hayır için okuyamaz. “Hayr”, evlerimizde geçerli, üniversitelerimizde geçersiz bir eylemdi. Okumaktan mana ne / Kişi, Hakk’ı bilmektir / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru emektir. Yunus’un asırlar öncesinden işaret ettiği bu okuma biçimi, günümüz ülke ve dünya insanına tebelleş olmuş büyük bir belaydı. Ve bence okuma problemlerimiz üzerinde durduğumuz zaman, konuşmamız gereken ilk mesele buydu. Her şeyin “sayılır” olduğu ve “sayılamayanın” var sayılmadığı bir dünyada, size bir “fayda”, bir puan, bir kazanım, bir sayı kazandırmayan okumanın, neden gerekli olduğunu anlatmak da bir hayli zor olacaktır.
Buraya kadar söylediklerimizi bir cümlede toplayabiliriz: Her şey sekülerleşmiş, dolayısıyla okumak da sekülerleşmiştir. Çocuklarımızı kendisine karşı korumamız gereken asıl büyük tehlike, bize her gün daha “çok”, daha “yüksek”, daha “şiddetli”, daha “haz”lı, daha hızlı, daha hırslı olmamızı buyuran modernitenin bütün araç ve gereçleridir. “Başarı”nın; erdemlerin, değerlerin önüne geçtiği, önünü aldığı bir çağda, okumak da işte bu “başarı” hedefinin bir parçası, bir aracı olmuştur. Asıl dehşetengiz olan budur. Ve yapılması gereken elbette okumayı bırakmak değil, kıblesi olan bir okuma biçimi geliştirmektir. Burada anlatmaya çalıştığım okumaya ilişkin ve aslında bütün bir hayatımıza ilişkin bu temel meselenin dışında ve sonunda elbette başka sorunlarla da karşı karşıyayız.