Bana bir hadis: Sizi siz yapan hadis neydi?

Bana bir hadis: Sizi siz yapan hadis neydi.
Bana bir hadis: Sizi siz yapan hadis neydi.

Bir romanın ilk cümlesi değil, kişisel gelişimcilerin aforizması hiç değil. Sadece gerçek, gerçekten de gerçek… Dolayısıyla “gerçekten” hayatımızı değiştirebilir, onunla gerçeğin yerini tutarız ve daha net anlarız “insan ve mümin olmanın” ne demek olduğunu… Peygamber sözüdür… Başka ne demeli? 40 şair ve yazara onları en etkileyen, “yanı başlarından hiç ayırmadıkları” hadisin ne olduğunu sorduk, profesörler de var bu listede, genç şairler de… Peygamber sözüdür; “titr” aramaz. Gelip girer insanın kalbine…

Gökçe Özel

“İslâm, güzel ahlâktır.”

(Kenzü’l-Ummâl, 3/17, Hadis No: 5225.)

Tüm bu gürültüye rağmen bu kadar kısa ve net olduğunu fark edivermek, gerçekten güzel.

Hande Yıldırım Önsöz

“Ebu Hureyre (ra) aktarıyor: “Resulullah’ın (sav) etrafında oturmuştuk. Allah Resulü (sav) bize Cennet’ten bahsediyordu. Bir ara dedi ki: ‘Bir adam Cennet’te ziraat yapmak için Rabbinden izin isteyecek. Rabbi ona diyecek ki: “Sen arzuladığın hâl üzerine değil misin?” O da şöyle diyecek: “Evet fakat ben ziraatı seviyorum.” Ona izin verilecek; hemen tohum ekecek, o tohum bir anda ekin verecek, büyüyecek; harmanı yapılıp dağlar gibi mahsul yığılacak. Rab Teâla ona, “Ey Âdemoğlu! Senin gözün doymaz ama al bakalım bunu.” buyuracak.’”

Ebu Hureyre (ra) diyor ki: “Biraz sessizlik oldu, herkes sevindi ama sonra Âdemoğlu’nun kanaatsizliği üzerinde tefekkür oluştu. Tam o esnada bir Bedevi dedi ki: ‘Yâ Resulallah! Cennet’te ziraat isteyen o kişi ya Kureyş’tendir ya da Ensar’dandır çünkü onlar çiftçidir. Biz değiliz, ben olsam Cennet’te yan gelip yatmayı isterim, ne işim var ziraatla uğraşmaya!’”

Ebu Hureyre (ra): “Bu sözler, Resulullah’ın öyle bir hoşuna gitti ki azı dişleri görünene kadar güldü; o güldü, biz de güldük!”

(Buhârî, “Tevhid”, 38.)

Zâhiren, tabiri caizse, “havai” bir düşünce çarkı gibi görünse de öte dünyayı dünyevileştirmemek üzere ne şahane bir teslimiyet! Elbette, her şey zannımıza ve muhayyilemize göre -hele günümüz dünyasının biz meşgalesiz duramayan işkoliklerine göre- fakat öyle ya, Cennet dünyanın en âlâ yaşamından evlâ değil midir, niçin “buraya” göre ölçüp biçsin bu Bedevi?

Hüseyin Atlansoy

“Eğer bir insan Allah’ı zikretmeyi unutursa şeytan onun kalbinden rızıklanır.”

(Birgivi, Kırk Hadis Şerhi)

Evet, unutmak ihanettir. En azından ihanete ortak olmaktır. Kalbini koruyamamaktır. Unutursak kalbimiz kurur.

Mustafa Çiftci

“Kim la ilahe illallah derse cennete girecektir.”

(Müslim, Kitabü’l-iman, 53.)

Efendimizin bu büyük müjdesini aldıktan sonra nasıl rahatlıyor insan. Ben de hemen çocuklarıma bellettim. Çünkü çocuklara dini kimin belleteceğine karar verememiş bir ülkeyiz. Ve onların zihinlerini iğdiş edilmesi tehlikesi var. Ama işte çağlar öncesinden bir ilke, bir haber ve kutlu bir haber. Bu hadisi elimden geldiğince tekrar ederim. Çocuklarım da mutlu olur. Zaten çocukları mutlu etmeyi çok seven bir peygamberin ümmeti değil miyiz?

Ömer Türker

“Herkes ne için yaratılmışsa ona ulaşması kolaylaştırılır.”

(Buhârî, Kader, 2)

Hz. Peygamber’in (sav) her bir hadisi pek çok hikmet içerir ve her birini farklı açılardan derinlemesine yorumlamak mümkündür. Bu hadis, ilginç bir şekilde var oluşun bizim açımızdan imkânı ile kendinde zorunluluğu arasındaki kapanmaz açığı ikna edici şekilde birleştiriyor. Her ne kadar insan davranışlarına dair bir yargıymış gibi duruyorsa da gerçekten her bir nesne, olay ve olgunun yaratılışı yönünden zorunlu fakat kendisi açısından mümkün olduğunu ifade ediyor. Bu sebeple hadis, sağduyuya dayalı bir kabiliyet takdiri değil, Allah’tan ve öte dünyadan haber veren bir peygamberin var oluşun asli halini müşahedesi olarak kavrandığında anlaşılabilir hale geliyor.

Saadettin Acar

“Bütün âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlısı ise çokça tevbe edenlerdir.”

(İbn Mâce, Zühd, 30)

Aciziz. Eksiğiz. Tamamlanmayı murad ederiz. O var diye umudumuz diridir. Niyazımız kulluk nişanımızdır. Mahcubiyetimiz kadar kıymetliyiz.

Yusuf Genç

Ebû Hureyre’den rivâyetle, Rasûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

“Yanında ismim anıldığı halde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün. Ramazan ayına girdiği halde günahlarını bağışlatmadan Ramazan’dan çıkan kimsenin de burnu yerde sürünsün. Yanında anne ve babası ihtiyarlamalarına rağmen onları razı etmediğinden dolayı Cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürtülsün.”

Türkçesi itibariyle bir sertlikle karşılaşıyoruz bu hadis-i şerifte. Hemen her sözünü olumlu bir bağlamda ifade eden Resul-i Ekrem’in, bu şekildeki az sayıdaki hadisinden biri bu. Korkutuyor şüphesiz. Ancak içinde aşikâr olan büyük müjde ve kolaylık da dikkat etmemiz gereken yer olmalı. Anne ve babanın rızası karşılığında cennetin kolaylığının müjdesi bu. Ramazan’ın kendiliğinden kuşatıcı ikliminin ne denli derin bir rahmet oluşunun müjdesi diğer yandan. Ve elbette, O’nu anmaksızın kalbin asla temizlenemeyeceği Efendimize salavat getirmenin önemi. Korkuttuğu kadar müjdeliyor bu sözler.

Ama bu hadis-i şerif’i seçmemdeki asıl sebep -ben unutuyorum diye- belki unutan birine de hatırlatır ve oradan kalbime bir şey kalır diyerek Efendimize salavat getirmenin önemini hatırlatmak. Önce kendime elbette: “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed’in ve ala ali seyyidina Muhammed.”

İsmail Kılıçarslan

Übey bin Kâ‘b’ın, Tirmîzî’de de geçen bir rivayette şöyle anlattığı aktarılmıştır:

Peygamber Efendimize: “Ya Rasulallah! Ben size çok salavât-ı şerife getiriyorum. Bunu ne kadar yapmam gerekir?” diye sordum.

“Dilediğin kadar”, buyurdular.

– “Dualarımın dörtte birini ayırsam uygun olur mu?” diye sordum.

“Dilediğin kadarını. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur.” buyurdular.

– Öyleyse duamın yarısını salavât-ı şerifeye ayırayım, dedim.

– “Dilediğin kadarını. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdular. Ben yine:

– Şu hâlde üçte ikisi yeter mi? diye sordum.

“İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdular.

– Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât-ı şerife getirsem nasıl olur?” deyince:

“O takdirde Allah Teâlâ, dünya ve ahirete âit bütün arzularını ihsan eyler ve günahlarını bağışlar.” buyurdular.

Yine Tirmîzî kaydında Ömer bin Hattab’tan rivayete göre şöyle buyurmuştur: “Dua, gök ile yer arasında durur, Peygambere salavat getirinceye kadar o duadan hiçbir şey Allah katına yükselmez.”

Başka bir şey söylemeye gerek var mı, bilmiyorum. Bence yok.

Savaş Ş. Barkçin

“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki onların kalpleri kuş kalbi gibidir.”

(Müslim, Ahmed İbni Hanbel.)

Müminin kalbi kuş kalbine benzetilmiş. Âlimler bu hadisi izah ederken kuşların sabahtan akşama kadar Allah’a tevekkül ederek rızıklarını aradıklarını söylerler. Ben haddim olmayarak şöyle düşünmek isterim: Kuş kalbi küçücüktür, çok hızla çarpar ve kuş her an heyecanlanıp ürkebilir. İşte müminlerin kalpleri de her an “acaba Rabbimizin rızasına uygun işler yapıyor muyum, yapmıyor muyum?” diye bir endişe içindedir. O ürkekliği son nefese kadar yaşarlar. Allah’tan, O’nun sonsuz bahşından ve mağfiretinden emindirler ama kendi nefislerinden ve nefislerinin kendilerini düşüreceği tuzaklardan çok korkarlar. Bir de onların kalpleri kuş kalbi gibi çok rakiktir, incedir, zariftir. Allah’ın yarattığı her varlığa karşı şefkat doludurlar. Bırakın insanı, bir zerreyi bile incitmekten korkarlar. Belki de bizde yanlış olarak “korku” diye tercüme edilen “takvâ” kavramı tam da budur. Yani Mevlâmıza gerçekten itikad, itimad ve istinad etmek. Allah bizi böyle olanlardan eylesin.

Samed Karataş

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”

(Müslim, Îmân 93-94.)

Sadaka vermek yahut namaz kılmakla ilgili ayet veya hadisleri okuduğumuzda (hepsi bir nasip meselesi olsa da) zahiri anlamda görünümü bağlamında insanın kendi kendine yapabildiği, nasip meselesini daha az düşündüğü ameller olarak görünüyor. Hâlbuki sevmek, insanın kontrolünün ortadan kalktığı, her şeyin daha doğrudan Allah’tan geldiğini anladığımız bir amel olarak parıldıyor. Orda biz yokuzdur. Allah’ın azameti, kulun kavrayışının ardından bir büyüklük değil, kulun kavrayışının da eridiği bir yücelik olarak meydana çıkar. Bir başkasına öfkelenebiliriz, ilgi duyabiliriz, mutluluk duyabiliriz. Bir başkasını ise dilediğimiz gibi sevemeyiz. Her şey Allah’tadır. Allah’tan değil. Sevmek, ise bunun en göze çarpan yalın hali. Sevenler, seçilmişlerdir.

Sertaç Timur Demir

“İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!”

(B6120 Buhârî, Edeb, 78.)

Her asırda dünyanın ayartılarına hedef olan insanın, hassaten modern insanın, yani bizim için en geçerli ve acil meselelerinden birine dikkat çekiyor “utanma” bahsi. Çünkü bu çağda insanlar utanmaktan utandırılıyor. Oysa Allah’ın bize verdiği bu utanma temayül ve kabiliyeti, aynı zamanda O’nun bize duyduğu güveni ifade ediyor ve tüm kaçış güzergâhlarını boşa çıkarıyor. Aramızda çok mahrem çok yakîn bir bağ kuruyor. Böylece insanı insana emanet ediyor, kendi şahitliğine teslim ediyor ve onu kendinden mesul tutuyor. Üstelik tüm kaideleri, vecibeleri, ödül ve ceza gereklerini bir bakıma askıya alarak ve bunların çok ötesine geçerek… Ne mutlu utanabilenlere, utanmayı hal eyleyebilenlere…

Taha Kılınç

“Her duyduğunu söylemesi, kişiye günah olarak yeter.”

(Müslim, Mukaddime 5.)

Hz. Peygamber’in (sav) sözleri içerisinde, özellikle bu beni çok etkiler. Çünkü adeta içinde bulunduğumuz çağı görmüş de söylemiş gibidir. Bilhassa sosyal medya kullanımlarımız için, bu uyarıyı temel bir prensip olarak kabul ederim.

Zeynep Arkan

“Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.”

(B7466 Buhârî, Tevhîd, 31.)

Başımıza gelen bela ve musibetlere karşı teslimiyet gösterip sakin kalabilmek, güçlü bir imanın göstergesi ise, bu konuda bilincimizi yükseltecek bakış açılarına ihtiyacımız var. Yeşil ekin, çok güzel bir tanımlama. Rüzgârla asla kırılıp yıkılmayan bir ekin. İnsanın ruhi olgunluğa erişmesi için çeşitli sınavlardan geçip ruhani bir esnekliğe sahip olması gerekiyor. Acı çekmeden insan olamıyoruz. Başımıza bir musibet geldiğinde eğer yıkılıp yerimizden -aidiyet gibi de okuyorum- ayrılırsak da mümin olamıyoruz. “Bu neden benim başıma geldi?” diye isyan etmek yerine rüzgâr ne kadar sert olursa olsun köklerine sadık kalmak, eğilmek, teslim olmak, kabul etmek ve başını yeniden doğrultup güçlü bir şekilde “aynı kalmak” çok önemli bir mesele

Aykut Nasip Kelebek

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selamı yayın.”

(M194 Müslim, Îmân, 93)

Günümüzde selamlaşmanın öneminin yeterince farkında değil gibi yaşıyor, bazen selam alıp vermeden alışverişlerimizi gerçekleştiriyor ve selamlaşmayı modern dünyanın baş döndürücü hızı içerisinde adeta bir angarya gibi algılıyoruz. Hâlbuki güler yüzle (bu detay önemli çünkü asık surat selamın doğasıyla örtüşmüyor) söylenmiş bir selamünaleyküm kalplerdeki şüpheyi giderecek, husumetleri azaltacak ve insanlar arasında kurulacak köprülerin de temel taşı olacaktır.

Betül Nurata

“Kardeşine tebessüm etmen sadakadır.”

(Kenz’ul Ummal, 16305)

Bazen yorgun, bazen zoraki de olsa daima kıymetli. Hele kalpten gelen bir tebessüm, nasıl da şifalı! Neler etmez ki muhatabına... Sadece muhatabına mı? Kendine de! Gönül açar, huzur verir, değerli hissettirir. Onarır, iyileştirir, yamalar bir yerinden, hem de hiç fark ettirmeden... O'nun mirasına sahip çıkana ne mutlu!

Can Acer

“Az gül. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür (katılaştırır).”

(Tirmizî, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 19)

Kendimiz için ağlayabiliriz fakat başkası için gülemeyiz. Gülmek her zaman ötekine yönelik bir eylemdir. Karşıdakiyle özdeşleşme gülme eyleminde görülmez. Gülmenin ancak yüreğin uyuştuğu bir duygusuzluk zemininde gerçekleştiğini ve çok gülmenin bazı hasletlerin yitirilmesine sebep olacağını Peygamber Efendimiz bu hadisinde işaret etmiştir. Bizim karşımızdakiyle özdeşlik kurmamızı sağlayacak olan kalbimizdir, zekânın ilgisi ise aynılığa değil ayrıma yöneliktir. Dolayısıyla gülme kendimizi güldüğümüz kimseden tefrik edişimizdir. Bu tefrikle kalbî bir iletişimin imkânları tükenir.

Rıdvan Tulum

“Yetimi himâye eden cennette şöylece benimle beraberdir.” (Resûlullâh (s.a.v.) ‘hâkezâ’ derken şahâdet parmağıyla orta parmağını aralıklı açarak göstermiştir.)

(Buhârî)

“Onun babası öldü akşamdı üstelik, kimseye değmeden bir yağmur yağdı.” Dünyada, bir yetimi “kimsesiz” olmadığına ikna etmekten daha büyük bir maharet var mı, bundan emin değilim. Dünyanın yeniden yapılışı bu. Bir yetimin gözlerinde gördüğümüz şeyin de bu dünyadan olmadığına da yemin edebilirim; ama bunu açıklayamam. Sanki, onlar hepimiz adına gerçeğin yerini tutuyorlar. Bu gerçeği öğrenmemiz gerekiyor…

Eray Sarıçam

“İşlerin en hayırlısı vasat olanıdır.”

(Deylemi, Beyheki)

Resulü Ekrem’in (sav) her söylediğinin her dem taze olması bazen aklımızı zorluyor ama herkesin en iyisini, en mükemmelini, en kusursuzunu istediği aşırılıklar dünyasında, sakinleşme ve insan/kul kalabilme fırsatı veriyor bu Hadis-i Şerif bana. “Vasat” kelimesi olumsuz algılanıyor bugün. Vasat için orta yol da denebilir ancak zihnimizde yine olumsuz bir karşılık bırakıyor. Fakat bu Hadis düşünenler için her halükârda bir dinlenme, soluk alıp verme, karşıdan karşıya geçen kedileri izleyebilme imkânı tanıyor...

Yusuf Kaplan

“Mümin, kendisine güvenilen ve başkasına güven veren kişidir.”

---------

İman etmek, “güvenmek” demek. Mümin, güvenen kişi. Güvenen ve kendisine güvenilen. Eğer mümin güvenilir kişi olmasaydı, Allah’ın insana yüklediği emanetin bilincinde olan yegâne kişi olmazdı. Mümin emaneti üstlendiğinin bilincinde olan kişi olduğu için yeryüzünde emniyeti teminat altına alacak yegâne kişidir. Tarih, bunun en güzel şahididir, Gazze işte bu müminin anıtını dikmiştir. Gazze şunu ispat ermiştir: Bu dünyayı Yahudilere emanet edemezsiniz. Bu dünyayı Amerikalılara, Avrupalılara, Çinlilere, Hintlere de emanet edemezsiniz. Bu dünyayı -Gazze’de en güzel örneklerini gördüğümüz gibi- inanmış ve adanmış güzel müminlere emanet edebilirsiniz.

Enes Özel

“Geçim bakımından insanların en hayırlısı, atının dizginini tutup da Allah yoluna düşendir. O, savaşa çağıran veya yardım isteyen bir ses duyduğunda ölümün kol gezdiği yere uçarcasına gider. Yahut da şu tepelerden veya derelerden birinde küçük bir davar sürüsünün başında olup namazını kılan, zekâtını veren ve ölünceye kadar Rabbine ibadet edip daima insanların yararına işler yapan kimsedir.”

(Müslim)

Bu hadisi çok seviyorum; çünkü hem bütün derinliği ve sadeliğiyle ideal Müslüman hayatının tüyleri diken diken edecek kadar güzel ve özlü bir tasvirini veriyor, hem de insanın kendisine ve içinde bulunduğu zamana bakıp nerde olduğunu anlaması için bıçak gibi keskin bir ölçü sunuyor.

Ahmet Sarı

“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar.”

(Aclunî, Keşfu'l-hafa, 2/312)

Dünyada bir uyku haliyle başka bir evren, bir rüya evreni olan başka bir dünyaya açılma hakikatini yadsıyamayız. “Göz gerçekte kördür, uykuda açılır” ilkesi “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar” hadisine de uymaktadır. Hz. Âdem’den önce de canlıların varlık bulduğu, Hz. Âdem’den sonra da varlık bulacağı unutulmamalıdır. Kur’an’da insan için “iki doğum ve iki ölümlü” oluşluluk nasıl uygun görülmüşse (Mümin:11) bu kutsi hadisin gerçekliği de ortadadır. Görülen rüya nasıl topyekûn bir gerçeklikle bizlere tezahür ediyorsa, dünyanın da bir rüya olarak tezahürü bu kadardır. Görülen rüyadan nasıl gerçek zannettiğimiz dünyaya geri dönüyorsak, gerçek zannettiğimiz dünyadan hakikate, o biricik hakikate ölümle erişeceğiz.

Ali Görkem Userin

“Merhametlilere Rahman merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!”

(Tirmizî, Birr ve Sıla, 16; Buhârî, Edeb, 13)

Merhamet konusu, ayetlerde olduğu gibi hadislerde de farklı bir yerde duruyor. Ayetlerde “merhametlilerin en merhametlisi” ve “sonsuz şefkat ve merhamet sahibi” olarak geçen Rabbimizin son peygamberi de muhakkak bir merhamet anıtıydı. Rabbimizin sonsuz rahmet ve merhameti ile Efendimizin şefaatinin ümidiyle kör topal oyalanıyoruz buralarda. Mübarek Ramazan’da ise rahmet, merhamet ve şefaate layık olabilmek için biraz olsun kendimize çekidüzen vermeye çalışıyoruz. Rabbim günahlarımızı bağışlasın, iyi ve güzel amellerimizi bereketlendirsin.

Ali Oturaklı

“Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak, Allah’ın değişmez kanunudur.”

(Buhârî, Cihâd 59, Rikak 38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 8; Nesâî, Hayl 14)

Çoğu yarışta galip gelen Resûlullah’ın (sav) devesi Adbâ’yı, bir gün binek devesine binmiş bir bedevi geçer. Müslümanlara ağır gelen bu durum üzerine Peygamber bu sözleri söyler. Çocukken çok fazla deve yetiştiricisi ile deve bakmıştım. Deve; neredeyse hiçbir şeyi unutmayan ve gerekirse hörgüçlerindeki suyu, gözyaşları için bile harcayabilen bir hayvan. Biz insanız.

Ahmet Zarifoğlu

“Mümin cana yakındır. İnsanlarla yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.”

(İbn Hanbel, II, 400)

Arkadaşlarıma, aileme veya hayatıma kısa vadede bile olsa giren insanlara karşı samimi, yapmacıksız, dürüst veya çıkarsız yaklaşmaya özen gösteriyorum. Özenimi daha da dinç tutmama vesile olan bu hadis ilk okuduğun andan beri beni hep etkilemiştir.

Ali Sürmelioğlu

“Kıyametin koptuğunu görseniz dahi elinizdeki fidanı dikin.”

(Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168.)

Kıyametin alametleri olsa dahi tam vaktini bilmiyoruz ve yerle göğün birbirine karıştığı, dağların infilak edip denizlerin kuruduğu sırada bir fidanı dikmek için toprağı açan adam sahnesi bir fantastik evren gibi zihnimde dönüp durur yıllardır, son demde, her şeyin bitmekte olduğu o anda bile hâlâ bir başlangıç kurmaya çalışmak bu... Müslüman umudunu yitiremez!

Cemal Şakar

“... Mü’min bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”

(İbn Hanbel, II, 199)

Bence bu hadis güzelliğin, tersinden de çirkinliğin bütünsel yapısını ifade ediyor. Tıpkı güzelin aynı zamanda iyi, doğru ve hakiki olmayı da içermesi gibi. Bu iç içe geçmiş kavramların sözdizimini nasıl dizerseniz dizin aynı bütünselliğe ulaşırsınız. Örneğin iyi; doğru, hakiki ve güzeldir. Aynı şekilde hadisteki güzellik zincirini güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel söyler, güzel söyleyen güzel eyler şeklinde de kurabiliriz. Her durumda yol hep bütünselliğe çıkar. Bütünsellikleri hep çember gibi düşünürüm, hiçbir zaman çemberin ucu açık kalmaz. Kavramların özerkleşmesi hep söylendiği gibi kompartımana benzetilir. Hangi kompartımanı hangisine bağladığınızın bir önemi yoktur, her şekilde birbirine bağlayabilirsiniz. Oysa çemberler kesişir, birleşir, alt kümeler oluşturabilirler. Güzellik arayışında geçişkendirler, kendine benzeyenleri içine alabilirler; kompartımanlarsa kapalı devredir.

Dursun Ali Tökel

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”

(Buhari: İlim-11)

Bu hadisi bir davranışlarımızı neye göre belirleyeceğime dair eşsiz bir kılavuz olarak kabul ederim. Sıklıkla yorumlandığı gibi, dinde zorluğun olmadığını beyan ederken veya sadece dini meseleleri anlatırken izleyeceğimiz yolu göstermiyor bu veciz ifadeler. Aynı zamanda rollerimizi ne şekilde oynayacağımızın benzersiz yöntemlerini de sunuyor. Bu hadisin vesilesi ve bereketiyledir ki; böyle bir baba/öğretmen/koca/arkadaş, velhasıl insan olmaya çalışıyorum.

Erol Göka

“Havf ve reca arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.”

(Tirmizi)

“Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.”

(Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22.)

Aralarında ayrım yapamadığım bu iki peygamber sözü, sadece düşünce hayatımı değil insana ve dine bakışımı da belirlemiştir. Belirlemektedir. İnsan varoluşu ve psikolojisi üzerine yazdığım tüm kitap ve yazılar bu iki hadisin kalbimdeki ve zihnimdeki yansımalarını dile getirmekten ibarettir.

Ersin Çelik

“Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz! Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de saman alevi gibi veya kibritin tutuşup hemen sönmesi gibi (kısa) olur.”

(Tirmizî, Zühd, 24/2332)

Konferanslarda katılımcılara çok sık soruyorum: “Sizce 24 saat gerçekten 24 saat gibi mi?” Cevap büyük oranda “hayır” oluyor. Peki, ama neden? Zaman döngümüz aynı. Ne bir salise eksik ne de fazla? İmkânlar daha fazla. Mesafeleri kısaltan, zamanın üstünden uçuran araçlar var. Ama yetmiyor. Bu düşüncelerle boğuşurken Efendimiz (sav)’in, yukarıdaki hadis-i şerifi ile tesadüf etmek beni hayli sarstı.

Güray Süngü

“İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır.”

(B7081 Buhârî, Fiten, 9)

Beni etkileyen, içimi titreten başka pek çok hadis söyleyebilirdim elbette, ama bu hadisi zikretmek istedim, zira sosyal medya diye bir şey var artık dünyalıların hayatında ve öğrenmek için değil, kapılmak, sürüklenmek için bahane arıyor gibiyiz. Siyasette, sosyal hayatta, futbolda bile. Adeta, kendi fikrimize uyan bütün yalanlar bizi oturuyorsak ayağa kaldırıyor, yürüyorsak koşturuyor. İnsan bu kadar kendini kandırmaya meyyal olmamalı. Efendimiz bize diyor ki, bir haber gelince koşuyorsan yürü, yürüyorsan dur. Yani yavaşla, yani sakin ol, içinde olduğun ruh halini terk et ve tekrar bak. Belki söylendiği gibi değildir.

Güven Adıgüzel

“Kıyametin koptuğunu görseniz dahi elinizdeki fidanı dikin.”

(Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168.)

Aslında bu hadis-i şerifin bağlam açısından iki halini de seviyorum. Fidan dikelim, ağaç olsunlar, koca bir ormana dönüşen bu çaba’mızın nihayetinde tabiatın görkemine doğru hayret makamında bakalım. Asıl ümit bu değil mi? Yaşamaya, güzelliğe, yeise düşmemeye ve hayatı hiç durmadan imar/inşa etmeye yapılan vurgunun gücü. Fidan doğrudan ümidin simgesi malum. Can suyuna kavuşan o eylemlerimiz. İnsan ki, ümit ile korku arasında yaşar. O fidan elimizde kalacak diye korkarız. Ümidinizi hiçbir şeye değişmeyin diye anlıyorum bu hadisi. Ümitsizliğe hakkımızın olmaması hakkında yeniden düşünüyorum. Kıyametin yani geri dönüşü olmayan bir anlam’ın cereyan ettiği anda bile elindeki fidanı toprağa kavuşturmak arzuyla dolup taşan o adam olmayı istemek, her iki bağlamıyla da bize yakışan. Zor olan, ümit etmektir.

Kadir Daniş

“Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın.”

(Tirmizi 2307)

Gerçekten insan ölümü hakkıyla hatırlayınca Allah’a yönelmekten başka her şey anlamını yitiriyor.

Muhammed Yazıcı

“Ameller niyetlere göredir.”

(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11.)

Bu hadisi şerifteki amel ve niyetten, dini amel ve niyetin kast edildiği zannedilir ilk bakışta. Fakat lafızlar umimidir. Dolayısıyla hayatın tüm alanlarında geçerlidir. Ve bu hadis bir emir ve yasaktan ziyade durum tespiti yapar. Bir insan yaptığı iş ile o işe yüklediği anlam ve niyet arasında bir uzlaşmazlık varsa o işte muvaffakiyet kabil değildir. Çünkü niyet bir işin emelidir. Emel amelin itici gücüdür.

Mustafa Ulusoy

“Mümin can çekişirken, rahmet melekleri beyaz bir ipekle gelip, ‘Haydi, sen Allah’tan Allah da senden hoşnut olarak doğru Allah’ın rahmetine ve reyhanına, öfkeli olmayan Rabbe doğru çıkıp gidiver.’ derler. Bunun üzerine (ruh) misk gibi güzel bir koku saçarak çıkar, hatta melekler onu birbirlerine verirler. Gök kapılarına el üstünde getirirler ve derler ki: ‘Yerden size gelen bu koku ne kadar iç açıcı ve ferahlatıcı!’ Sonra onu mümin ruhların yanına götürürler. Sizden birinizin gurbette olan yakınına kavuştuğu zaman duyduğu sevinci duyarlar. Yanına gelip (ruhlar) sorarlar: ‘Filan ne yaptı, filan ne âlemde?’ (Başka ruhlar) cevap verirler: ‘Bırakın onu o dünya zevkine dalmıştı.’ Bunun üzerine gelen ruh: ‘O öldü, size hâlâ gelmedi mi?’ der. ‘Öyleyse o, Haviye cehennemine götürüldü.’ derler. Kâfir, can çekişirken ise azap melekleri elde bir kamçı ile gelirler ve derler ki: ‘Haydi, sen Rabbine karşı öfkeli, Rabbin de sana karşı öfkeli olarak Allah’ın azabına doğru çıkıver.’ O da leş kokusundan daha kötü bir koku içinde Allah’ın azabına doğru çıkar. Nihayet yeryüzünün kapısına iletirler. ‘Ne kötü bir koku!’ diyerek onu kâfirlerin ruhlarının bulunduğu yere götürürler.”

(Nesâî, cenâiz 9, IV, 8-9; Taberânî, M. el-Evsat I, 42a; İbn Hibbân, no: 3003 ve el-Hakîm, I, 352-3.)

Bu hadis beni çok etkiler birkaç yönden. Küçük yaşlardan beri ölüm anını ve sonrasını hep merak etmişimdir. Ruhun toprak altında oluşunu hiç kabullenememişimdir. Bu hadis müminlerin ölüm anında ne kadar da rahat edeceğini, ölünce meleklerin onu berzah âlemine diğer adıyla ruhlar âlemine götüreceğini, ruhlar âleminin de semada olduğu ve orada sevdiklerine kavuşacağının haberini ve müjdesini alıyoruz. Ölünce ruhumuzun götürüleceği ruhlar âleminin semada olması özellikle ruhumu çok rahatlatıyor.

Ömer Yalçınova

“Öğretin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Şayet öfkelenirsen sus, öfkelenirsen sus, öfkelenirsen sus!”

(Ahmed, 2556.)

Tahammül etmekte zorlandığım, sabır taşının çatladığını duyduğum her durumda, özellikle insanlar arası ilişkide, Peygamber Efendimiz’in bu sözü imdadıma yetişiyor.

Peren Birsaygılı Mut

“Zulüm, zalim için kıyamet gününde zifiri karanlık olacaktır.”

(Buhârî, Mezâlim, 8)

Zulmün, dünya üzerindeki milyonlarca insan tarafından adeta normal görüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Pek çok insanın, apaçık bir zulüm karşısında dahi, ideolojik sebeplerle ya da bir parça imtiyaz uğruna sustuğunu gördük şimdiye kadar defalarca. Suriye’deki Sednaya Hapishanesi açıldıktan sonra gördüklerimiz karşısında ilk aklıma gelen hadislerden birisi de buydu. Allah’tan başka kimsesi olmayan on binlerce insan, seneler boyunca yerin bilmem kaç kat altında karanlıkta tutulmuş. Bazılarıysa, bir daha gün ışığını hiç göremeden son nefeslerini vermişler o karanlığın ortasında. Şimdi bu zulme sebep olanların ya da türlü nedenlerle onların yanında duranların, kıyamet gününde başlarına neler geleceğini, bu kez onların nasıl bir karanlığa hapsolacağını biliyor olmak ise… Elhamdülillah dedirtiyor bizlere…

Sait Mermer

“Benden size bir şey gelirse onu Allah’ın kitabına arz edin. Ona uyanı ben söylemişimdir, uymayanı söylememişimdir.”

(İmam Şafiî, “El-Ümm” isimli eserinde, “Hadis’in senedi munkatıdır -kopuktur-” dedi. Aclûnî, Keşful Hafa’da “Mevzudur.” yani “Uydurmadır.” dedi. Şevkânî, Elfevâidü’l Mecmûa’da “Mevzu.” dedi. Yahya bin Maîn için hadîs uydurmadır.)

Bu hadis tırnak içinde en sevdiğim uydurma hadislerdendir. Şundandır ki, hadisteki Kur’an’a arz meselesi, hadis usulündeki “arz” kavramıyla karşılanmış. Yani Allah’ın Kitabı, bir hadis talebesinin hadisi arz ettiği (sikâ râvî) Şeyhi yerine konulmuş. Kant’ın, şeylerin fenomeninin arke’sindeki noumenon (gayb/bilinemez alan)’un hayatına ancak yine algı ve olgu dünyamızın duyu, düşünce ve kavramlarını kullanarak yani zihnimize giydirerek uzanabiliriz, tezini çağrıştıracak biçimde zihin prosesimizin Kur’an’ın bir noumenon alanı olan Vahyin hayatına ancak hadisin veya daha pratikte Sünnetin duyu, düşünce ve kavramlarına dönüşmeden uzanamayacağı ve bunun mukadder sonucu olarak Peygamberimizin (sav) duyu, düşünce ve hayatı dışında Kur’an’ın anlaşılamayacağı gerçeğine hadisteki arz meselesi bile bir misal olarak önümüzde dururken; güya hadisleri Kur’an’a onaylatma numarasıyla hesaplarına uyduramadıkları hadisleri ayıklama işine koyulanların dayanmaya yeltendikleri şu hadisin bile kendilerini ters köşeye yatırdığından habersiz olmalarına acıyalım mı, gülelim mi?

Yasin Taçar

“Siz usanmadıkça Allah usanmaz.”

(Buhârî Teheccüd 3/31; Müslim Müsafirin, 785.)

Umudumu diri tutmamı ve her zaman Allah’a yönelmemi sağladığı için bu hadis beni hiç usanmadan etkilemiştir.

Yunus Emre Özsaray

“Dünyada rahat yoktur.”

(A. İbn Hanbel, Zühd, s. 128.)

Bu hadis-i şerif daraldığım zamanlarda öyle bir rahatlık veriyor ki “Biliyorum, dünya rahatlama yurdu değildir, bunca daralma senin rahatlaman için değil.” diyorum. Bazen de kendimi rahatlamış hissettiğim zamanlar oluyor ve yine kendime “Fazlaca rehavete kapılma, şimdiki haline aldanma yine bir imtihanın kapısında bekliyor olabilirsin,” diyorum. Ümit ve korku arasında bir denge ipi gibi. Ümidimle korkum, korkumla ümidim sürekli yer değiştiriyor. Hayat, bu ip üzerinde yürümek gibi. Her an her şey olabilir. Dünya hayatının sırrı bu hadisteki üç kelimeden ibaret sanki. Şükür, sabır, kanaat, metanet, gayret, istikamet ve daha pek çok kıymetli haslet bu hadisin sırrına ermekle mümkün olacak gibi geliyor.

Zafer Acar

“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”

(Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.)

“Boynuz”un kadim semboller dünyasında taç-güç-iktidar manasına geldiğini öğrendiğimde en azından benim açımdan daha bir derinleşen protest bir hadis (bilgi mühim).

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım