Bab-ı Ali'nin yüz akı: Velid Ebüzziya
İstanbul Üniversitesi'ndeki lisans eğitiminden sonra Sorbonne'da doktoraya devam etti. Paris'te bulunduğu yıllarda ise Le Temps ve Le Figaro'da stajyer muhabir olarak çalıştı. 1912'de ülkesine dönen Velid Bey, babası Ebüzziyâ Mehmed Tevfik Bey' in gazetesi Yeni Tasvir-i Efkâr'da gazeteciliğe başladı.
Gazeteci, yazar, matbaacı, yayıncı, sanatkâr ve en önemlisi Türk basın tarihinin yüz akı. Milli Mücadele boyunca, yazıları ve fotoğraflarıyla cephe ve halk arasında bir köprü vazifesi görmüştü. Yaşadığı topraklara gazeteciliği öğreten bir hocaydı. Kalemiyle, zihniyle Milli Mücadele'nin "basın cephesi"nin en önemli neferi, belki de komutanıydı.
İşgal yıllarında yapılması yürek isteyen haberler yapmıştı. Türk basın tarihinin ilk foto muhabirlerindendi. Türk milletine kanlar içindeki kendi resmini göstermişti.
İşgal yıllarında yapılması yürek isteyen haberler yapmıştı. Türk basın tarihinin ilk foto muhabirlerindendi. İzmir ve İstanbul'un işgalini, Şehzadebaşı Karakolu'nda İngilizler tarafından uykuda şehit edilen askerleri fotoğraflayıp Anadolu'ya gönderdi. Türk milletine kanlar içindeki kendi resmini göstermişti. İstiklal bilincinin uyanması için cephe gerisinde cepheler açıyordu.
İstanbul Üniversitesi'ndeki lisans eğitiminden sonra Sorbonne'da doktoraya devam etti. Paris'te bulunduğu yıllarda ise Le Temps ve Le Figaro'da stajyer muhabir olarak çalıştı. 1912'de ülkesine dönen Velid Bey, babası Ebüzziyâ Mehmed Tevfik Bey' in gazetesi Yeni Tasvir-i Efkâr'da gazeteciliğe başladı. Aldığı eğitim, becerileri ve vatanperver kişiliği tam olarak olması gerektiği yerde, yapması gereken işi yaptırıyordu artık ona: Muharrirlik ve muhabirlik. Batı'da edindiği deneyimleriyle Tasvir'i, kısa zamanda Osmanlı'nın en çok okunan gazetesi hâline getirdi. Çanakkale Savaşları sırasında uçaktan çektiği cephe fotoğraflarını da Tasvir-i Efkâr'da yayımlamıştı ve bu sayede düşmanın cephe gerisindeki hazırlığı gözlemlenebilmişti.
1913'te babasının ölümü üzerine, ağabeyi Talha Bey'le birlikte gazetenin ve matbaanın başına geçti. Balkan Harbi'nin çalkantılı gündemlerinde değişen hükümetler, ardından gelen I. Dünya Savaşı, uygulanan ağır sansür, gazetesini mevcudiyeti mayınlarla tehdit edilen bir köprü haline getirmişti. Mayınlar sürekli patlıyor ve patlayan her mayının ardından başka bir köprü dikiyordu hakikat ile halk arasına: Yeni Tasvîr-i Efkâr, Tasvîr-i Efkâr, Tasfîr-i Efkâr, Tesvîr-i Efkâr, Tefsîr-i Efkâr, İntihâb-ı Efkâr ve Hak.
- Çünkü vazgeçmeyi öğrenmemişti. Mesela çocukken babasının Konya sürgünü nedeniyle, yaşadığı ev hapsi sürecinde Galatasaray Sultanisi'nden ayrılmak zorunda kalmıştı. Okulundan ayrı kalışını evlerinin bitişiğindeki Frerler Mektebi'ndeki papazlardan geceleri Fransızca dersi alarak telafi etmişti.
Bir yandan da babasının Konya'dan mektupla verdiği edebiyat ve dil derslerini sürdürerek kendi gayretiyle; Arapça, Farsça ve Almanca öğrenmişti. Taşıdığı ruh, keşfetmenin ateşine pervaneydi adeta.
1920'de Şehzadebaşı olayını haberleştirmesi üzerine tutuklayıp Malta'ya sürgün edildi. Bir yıl sonra İstanbul'a döndü ve kapatılan Tasvîr- i Efkâr'ın yerine Tevhîd-i Efkâr'ı çıkarmaya başlayarak mücadelesine kaldığı yerden devam etti. Milli Mücadele'nin yer altı teşkilatı olan Mim Mim Grubu'nun kurucularından oldu, işgalcilerin Türk ordusundan gasp ettiği cephaneyi bizzat kendisi kaçırıp İnegöl'de Milli Müdaafa Vekili Refet Bele'ye teslim etti. Bu mühimmat sayesinde Büyük Taarruz gerçekleşebilmişti. Ardından kendisine İstiklal Madalyası verilecekti (1922). İstiklal Madalyası'ndan İstiklal Mahkemelerine uzanan bir yolculuktu onunkisi.
Daha sonraki süreçte o zamana kadar desteklediği Ankara Hükümeti'nin çıkardığı yasaları ve alelacele aldığı kararları eleştirmeye başladı.
Örneğin, Tevhîd-i Efkâr'da yayımladığı hilafet taraftarı bir yazı nedeniyle "hıyânet-i vataniyye" ile itham edildi ve İstiklâl Mahkemesi'nde yargılandı: Beraat etti. Fakat milli mücadele sahasını terk etmediği gibi milli muhalefet sahasını da terk etmeye niyeti yoktu. Muhalif yayın anlayışına devam ediyordu. Sonrasındaki süreci ise "Şeyh Said İsyanı", Takrîr-i Sükûn Kanunu ve Tevhîd-i Efkâr'ın tamamen kapatılması izledi. Bir de Şeyh Said isyanında etkisi olduğu iddiasıyla tutuklanıp Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi'ne gönderildi: Bir süre sonra beraat etti. Her siyasal ve sosyal olayda akla geliyordu, hem madalyalı hem de "mimli" bir muhalifti, nasıl gelmesin. Bu sürecin sonrasında bir çeşit inzivaya çekilerek gazetecilikten uzaklaştı ve matbaasının yayın faaliyetleriyle meşgul oldu.
10 yıl süren ilk inzivasından sonra 1934'te Zaman'la yeniden başlamaya çalıştığı gazeteciliğe tek parti yönetiminin baskılarından sonra 6 yıllık bir ara daha verdi. Bu 6 yılın sonunda ise aile gazetesini yeniden çıkarmaya karar veren yeğeni Ziyad Ebüzziya'nın Tasvîr-i Efkâr'ında "Selim Sabit" müstear ismiyle günlük siyasî yazılar yazdı. Velid Bey'in muhalefet kalemini yeniden kuşanma ihtimali hükümet tarafından elbette hoş karşılanmadı. Sonunda kendisine yapılan, "yazmaktan vazgeçmezse gazete tamamen kapatılacak" tehdidi üzerine yazarlığı bıraktı. 12 Ocak 1945'te özgürlüğü için kalemi ve bütün mevcudiyetiyle mücadele ettiği vatanında kalemi de kelamı da yasaklı, "madalyalı ve mimli" birisi olarak göçüp gitti. Vefatını, arkadaşı Hakkı Tarık Us, Vakit gazetesinde şu başlıkla duyurmuştu: "Bab-ı Ali'nin yüz akı öldü".