Avrupa’nın ikili yaşamı: Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’in tuhaf hikayesi
Kimi zaman Dr. Jekyll, Edward Hyde’ın yaptığı şeyler karşısında donakalıyordu; ama bu durum sıradan yasalardan bağımsızdı, vicdanın kavrayışlarını sinsice gevşetmişti. Bunları yapan Hyde’dı, yalnızca Hyde suçluydu. Jekyll kötüleşmemişti.
Ne zaman Avrupa’da bir şehre yolum düşse ikili bir hissiyata kapılırım.
Etrafımı çevreleyen, tertemiz aydınlık caddeler, mavi gök kubbeyi delip geçen haşmetli gökdelenler, zamana meydan okuyan esrarlı taş binalar, rengarenk dükkanlar, zarif suretler, mütebessim bakışlar ve nezaketle incelikle harmanlanmış bu dünyanın baştan çıkaran büyüsüne kapılırım. O sırada içimden bir ses, ‘’Kendini bu medeniyete teslim etme’’ diye fısıldar. Her ne kadar duymazlıktan gelsem de, yakama yapışır, tadımı kaçırır.
Batı’nın şehirlerinde hissettiğim bu tekinsizlik –kimbilir kaçıncı kez- gene haklı çıkar, hevesim kursağımda kalıveririm öylece. Hiç beklenmedik bir anda insanın kanını donduran olaylara imza atar bu sureten medeni dünya. O güzel yüzünün ardından beliriveren karanlık surat, dehşet saçan gözlerini kısarak pişkin pişkin sırıtır yüzümüze.
Avrupa, 18. yüzyıl sonlarında bir kişilik bölünmesi yaşadı. Bu durum sanayi devriminin ardından, kendilerini alıkoyamadıkları emperyalist ve sömürgeci kötülüğün ruhlarında açtığı bir yarıktan kaynaklanıyordu kanımca.
– Sömürgeciliğe bağlı bu kişilik yarılmasının ipuçlarını Joseph Conrad’ın, Karanlığın Yüreği adlı kitabında apaçık görmek mümkün. Ve o gün bu gündür artık Avrupa medeniyeti ikili bir yaşam sürüyor ve sürdüğü bu ikili yaşama tüm dünyayı ortak etmek istiyor.
İkili yaşam kavramının Batı edebiyatında 18. Yüzyıl sonlarından buyana sık kullanılan bir kurgu olagelmesi bu yüzden tesadüf değil. Freud’un ‘’narsist bir özsevgiyi’’ sembolize ettiğini öne sürdüğü ‘’çift kişilik’’, modern insanın kendine duyduğu dayanılmaz sevginin sonucunda ortaya çıkan bir kavram. Bu narsistik özsevgi, kişinin kendi çıkarlarını, hazlarını korumak adına önüne geleni ezip geçmeyi kendine hak görmesine neden oluyor.
Misal, şu günlerde, dünya büyük bir mülteci krizi yaşıyor. Akdeniz, her gün bir kez daha, insani şartlarda yaşayabilmek için Avrupa’ya doğru yola çıkmış mültecilere mezar oluyor.
Bu yaşananlar bana İskoç yazar Robert Louis Stevenson’un, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikayesi adlı romanını hatırlattı. Avrupa denilen memleketin ruh halini anlamak için bir kez daha aldım elime bu kısacık romanı.
Bu sıra dışı eseri Stevenson, 1885 yılında, Manş Denizi kıyısında Bournemouth’da, akciğer kanaması nöbetleri arasında hasta yatağında yazar.
Romanın baş karakteri, Dr. Jekyll, iyi görünüşlü, saygıdeğer ve yardım sever bir doktordur, icat ettiği bir iksir yardımıyla Hyde adında acımasız, kötü kalpli bir insana dönüşür. Bir Hyde’a dönüşme bir de Jekyll’a geri dönüş ilacı vardır.
Doktor, Mr. Hyde’dan ve onun kişiliğinin kendisine verdiği kötücül özgürlükten içten içe haz alır. Her şeyin kontrolü altında olduğunu sandığı bir dönemde, bilinçsiz dönüşümler başlar. Bir gece yatağına Jekyll olarak girdiği halde Hyde olarak uyanınca içindeki kötülüğe yenik düşmeye başladığını anlar. Kontrol altında tutmaya çalıştığı tarafı tam yetki için homurdanmaya başlamıştır çoktan. Bu hiddetli ruh hali içindeyken bir cinayet işler.
Romanı bir edebiyat klasiğinden öte bir mite dönüştüren şey, kişilik bölünmesini ve -remzi ve işarı olarak da- modern yüzyılın iki yüzlülüğünü çok iyi anlatan eserlerden biri oluşudur.
Romandaki bir sahne, Avrupa’nın aydınlık yüzünün ardındaki öteki yüzü başarılı bir şekilde resmeder: ‘’Kimi zaman Dr. Jekyll, Edward Hyde’ın yaptığı şeyler karşısında donakalıyordu; ama bu durum sıradan yasalardan bağımsızdı, vicdanın kavrayışlarını sinsice gevşetmişti. Bunları yapan Hyde’dı, yalnızca Hyde suçluydu. Jekyll kötüleşmemişti; iyi özellikleri hiçbir zarar görmeden uyanıyordu sabahları; hatta, eğer mümkünse, Hyde’ın yaptığı kötülükleri telafi etmek için elinden geleni yapıyor ve böylece vicdanını rahatlatıyordu.’’
Avrupa medeniyeti bir yanı ile Dr. Jekyll bir yönüyle Mr. Hyde’dır. Dr. Jekyll, toplumsal egonun tümüyle yok edip ele geçiremediği ve muhtemelen de Hristiyanlıktan tevarüs etmiş olan merhametli yönüdür. Mr. Hyde da bu medeniyetin toplumsal egosunun vücut bulmuş halidir. Mağrur, firavunlaşmış, şeytansı, dessas... baştan çıkaran tebessümüyle insanı kendine çeker, cezbeder, avucuna alır. Baskın kişilik Mr. Hyde’dır. Açığa her çıkışında insanlığı ezer geçer. Geriye kıyıya vuran çocuk cesetleri kalır.
İşin ilginciyse, romandaki Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın aynı bedende yaşayan iki ayrı kişilik olduklarını görmezlikten gelip, tümüyle ayrı iki şahıs gibi hareket etmelerini andırır şekilde; Avrupa’nın bu bölünmüş kişilikleri de birbirlerini görmezlikten gelir, yok sayarlar. Bu da Avrupa’nın tenakuz teşkil eden hallerini anlamamıza yardım eder.