Atasözleriyle Batı
Batı felsefesi de nal ve mıh dengesinde işler. Meselâ Levinas "ötekinin yüzü" diye kişinin neredeyse ötekine râbıta yapmasını isteyecek kadar büyük bir hörmet sergilerken, Fransa'daki bir radyo mülakatında İsrail'in Filistinlilere zulmünü destekler. Locke en baba liberaldir ama zenci köle alıp satan şirketin hissedarıdır.
İki asırdan beri şu Batı'yı bir türlü doğru anlayamadık gitti. Arada medeniyetperverler, terakkiperverler, tatlısu Firenkleri, Osmanlıcılar, Türkçüler, garpçılar, mutlakiyetçiler, meşrutiyetçiler, hilâfetçiler, cumhuriyetçiler, muhafazakârlar, Kemalistler, demokratçılar, gelenekçiler, İslâmcılar, liberaller geldi geçti... Anlayamadık. Şairler, paşalar, vezirler, âlimler, muharrirler, vekiller, cumhurreisleri, bürokratlar, profesörler, aktivistler konuştu, yazdı... Yine anlayamadık. Batı'yı takdir edenler, tervic edenler, terğib edenler, tercih edenler, tebcil edenler, teşrih edenler, tenkid edenler, tahkir edenler, tezyif edenler geldi geçti. Batı'yı yine doğru anlayamadık. Nice Batı gafilleri, câhilleri, âlimleri, zâlimleri, hayranları, düşmanları kimisi hüsn-i zannından, kimisi de sui-zannından Batı çukuruna devrildi kaldılar.
Bize de, bari genç nesiller bu çukura düşmesin diye bu yazıyı yazmak vâcib oldu. Onlara piyasasıyla, toplumuyla, devletiyle, üniversitesiyle, kaldırımıyla, gökdeleniyle, fikriyatıyla, hissiyatıyla, felsefesiyle Batı'nın ne menem bir şey olduğunu anlatacağız. Daha iyi anlaşılsın diye kendi atasözlerimiz ile hem de... Başlayalım...
"Hem nalına, hem mıhına..."
Batılı niyetini asla açık etmeden çıkarını elde etmek ister. O yüzden pek bir mülayim ve şirin görünür. Bunu bizimkiler "objektiflik", "açıklık", "dengelilik" sanırlar ama mevzu tam da nal ve mıh ilişkisinde düğümlenir kalır. Batı her görüşten taifenin ipini elinde tutar. Bir ülkede işine geldiğinde sağcıları, işine geldiğinde solcuları veya dincileri destekler. Ama hepsiyle teması vardır. Meselâ IŞİD'i "aşırı dinci" bir örgüt olarak kurar, sonra da güya ona karşı savaş açar. "Köktendincilik"i en büyük düşman sayar ama din kisvesi altında her türlü saçmalığı yapan Suud'a ses çıkarmaz. Yeri gelir, bir ülkede hem devlet güçlerini, hem de ülkeyi bölmeye çalışan teröristleri destekler. Birine silah satacağına ikisine birden satar. "Batı" denilen mahlûku icad eden İngilizler hem nala, hem de mıha çekiç sallamanın da piridir. İslâm dünyasını hiç eden bu keratalar o kadar "müsamahakâr" dırlar ki çakma hilafet hareketinin merkezi bile Londra'dadır.
Batı felsefesi de nal ve mıh dengesinde işler. Meselâ Levinas "ötekinin yüzü" diye kişinin neredeyse ötekine râbıta yapmasını isteyecek kadar büyük bir hörmet sergilerken, Fransa'daki bir radyo mülâkatında İsrail'in Filistinlilere zulmünü destekler. Locke en baba liberaldir ama zenci köle alıp satan şirketin hissedarıdır. Evrimin babası Darwin zencileri insandan saymaz, müziklerine hakaret eder. İşçilerin babası, eşitlikçi, moralist (dikkat "ahlâkçı" değil) Marks, medeniyetin ancak insanın tabiatı tahribiyle gerçekleşeceğini söyler. Yine "herkes kardeş olsun" şarkıları söyleyen Kant'ın ırkları deri renklerine göre sıraladığı bir risalesi vardır. Daha niceleri...
"Ayağı yürüten baştır."
Batı'daki sağ-sol veya cumhuriyetçi- demokrat, kapitalist-Marksist gibi etiketler sizi aldatmasın. Bunlar bölünme değil işbölümü gösteren etiketlerdir. Hepsini yöneten çıkardır, paradır. Herifler "money talks!" (para konuşur) diye boşuna dememişler. Batı'nın en büyük başarısı "siyaset = ticaret" formülünü her an, her yerde, her işte esas almasıdır. Üniversitelerden tutun bürokrasiye kadar her büyük oyuncu para babaları ile eski ve yeni aristokratların oluşturduğu gerçek devletten gelen sinyallerle çalışırlar. Medya, sinema, edebiyat, STK'lar aynı işbölümüne uyarlar. Meselâ ABD'de birisi dünyadaki solcu, diğeri de sağcı partilere akıl ve para veren iki vakıf vardır. Güya bu partiler lehine Beyaz Saray ve Kongre'de lobicilik yapar. Oysa yönetim kurullarına bakın, ikisinde de Amerikan derin devletinin mâruf simaları vardır. Almanlar da İngilizler de böyle. Almanların da Avrupa çapında biri sağcılara, biri solculara menfaat ve akıl dağıtan böyle vakıfları var.
- "Gelen ağam, giden paşam."
- Batı, desteklediği bir kukla rejim çöktüğünde öyle hemen yeni gelene düşman olmaz. Genellikle sopa ve havuç politikasıyla onu da hizaya sokar. Yeni gelenler devrimci de evrimci de olsalar zaten "Taç giyen baş akıllanır." atasözü gereğince Batı'yla uğraşmaktan ziyade onunla "iş yapma"nın daha mâkul olduğunu hızla anlayıp pastanın kenarından menfaatlenmeye başlarlar. Burada başka bir atasözü devreye girer: "Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar." Batı modern sömürgelerini yönetenlere çeşit çeşit "teşvikler" sunar. Yöneticilere rüşvetler, muhaliflere iktidara gelme ümitleri, gazetecilere bedava seyahatler gibi... Çoğu zaten bu işe çoktan teşnedir. Hepsi Batılı güçlerle temas imkânı bulmak için can atar. Çünkü hâlâ anlamadık, kurumsal politika yani particilik fazilet değil menfaat işidir.
"Deveyi yardan atan bir tutam ottur."
Batı kimi, nasıl, ne zaman otlayacağını çok iyi bilir. Meselâ Mandela'yı otuz yıl hapiste çürüten, ülkenin sahibi zencileri inim inim inleten Güney Afrika rejiminin hâmisi olan İngiltere, döndü herifi "özgürlük kahramanı" ilan etti. Adama bir hürmet, bir hürmet... Hatta doksanıncı yaş gününde onun şerefine İngiltere başbakanı Londra'da parti verdi. Amy Winehouse bile orada şarkı söyledi. İlginçtir, Mandela öldüğünde bankalardaki on milyonlarca dolarlık hesabının dışında yüz milyonluk serveti bulundu. Kızları miras kavgasına tutuştu. Peki, insan merak etmez mi, hayatı hapiste geçmiş bir adam bu kadar parayı nereden bulur?
Bilen yok. Zaten böyle "kurtarıcılar"a ve "kurucular" a dikkat etmek lâzım. Kimi kimden kurtarıyorlar, neyi nasıl kuruyorlar, iyi düşünmeli. İslâm memleketi olarak kurulan Pakistan'ın kurucusu Cinnah'ın ne düşünce, ne de hayat tarzı olarak bir İngiliz'den pek farkı yoktu. Filistin "kahramanı" Arafat ise memleketini işgal edip halkını düzenli olarak katleden İsrail'in iç istihbarat örgütü olan Şin- Bet'in başkanıyla ticaret ortağıydı.
Batılı niyetini asla açık etmeden çıkarını elde etmek ister. O yüzden pek bir mülayim ve şirin görünür. Bunu bizimkiler "objektiflik", "açıklık", "dengelilik" sanırlar ama mevzu tam da nal ve mıh ilişkisinde düğümlenir kalır.
"Düşman düşmana gazel okumaz."
Batı kendi dışındaki birini, bir fikri, bir grubu övüyorsa işkillenmek gerekir. "Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?" diye sormak gerekir. Çünkü "El, adamı cömert der maldan eder, yiğit der candan eder." Batı bunu çok iyi bilir ve uygular. Nuri Alço'nun filmlerde canlandırdığı karakter gibi nice fikirlerin, devletlerin, kişilerin namusunu incitmeden, ürkütmeden, ona hissettirmeden kirletir. Planını baştan kurar, ilmek ilmek dokur. Siz ancak ilmek boynunuza geçtiğinde ne olduğunu anlarsınız. Bugün yanaklarından öpen Batı bir gün sana mutlaka tebelleş olacaktır. Bakınız Menderes, Barzani, Özal, vb…
- "Tavşana kaç, tazıya tut."
- Bu da Batı'yı anlatan güzel bir sözdür. 1990'da ABD'nin Bağdat büyükelçisi Kuveyt'i işgal niyetini bildiği Saddam'a vizeyi verdi. Herif bunun üzerine işgale girişince ABD "Vay diktatör Saddam, hür dünya elden gidiyor a dostlar!" feryatlarıyla dünyayı ayağa kaldırdı. Bunu bahane ederek Körfez ülkelerine yüzbinlerce asker yığdı, devletlere milyarlarca dolarlık "masraf" çekleri keserek kâra da geçti. Bu arada zaten marabaları olan Körfez ülkelerine kullanamayacakları kadar tank, uçak, silah sattı. Bununla da yetinmedi, kuzeyde Kürdistan'ı fiilen kurdu. Basra, Kuzey Irak petrollerine el koydu. Benzeri bir şeyi 2000'lerde Ortadoğu'yu İran'a teslim ederek yaptı. Onun karşısına da IŞİD'i kurup çıkardı. Tavşan ve tazıya aynı anda talkım verme işi düşüncelerinde de vardır. Batı'da kendi üniversitelerinde sosyalist, solcu, hatta anarşistleri bile barındırırlar. Çünkü akıllı devletler ve siyasetçilerin çok iyi bildiği gibi muhalefet, hâkim gücün en büyük meşrulaştırıcısıdır. Dolayısıyla Fukuyama kaçar Chomsky kovalar. Hepsi aynı oyunun içindedir.
"Maymun yoğurdu yemiş, artığını ayının yüzüne sürmüş."
Batı'nın başarısız olduğu zamanlar da elbette olur. Zira "Ayağa değmedik taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz." Ama Batı başarısız olursa veya bir rezilliği açığa çıkarsa hemen kazı çevirir ki yanmasın. Suçu, kabahati başkasına atar. Misal verelim... Batılı devletler ve STK'lar çevreciliği çok severler. Çevrecilerin baş hedefi Çin ve Hindistan'dır. Oysa dünyayı iki asırdır en çok kirleten Batılı ülkelerdir. Kendi ayıplarını örtmeleri ve bu yükselen güçlerin öne geçmelerini engellemeleri gerekir. Ben Greenpeace adlı çevreci örgütün adamlarını, dünyada en fazla nükleer santrali olan ABD'de Washington veya New York'ta meydanlarda nükleer karşıtı imza toplarken hiç görmedim. Ama henüz sıfır nükleer santrali olan Türkiye'de İstanbul veya Ankara'da imza toplarken çok gördüm. Herhâlde "biz dünyanın içine ettik, aman siz etmeyin" türünden bir güzel niyetledir!
Bu başkasına kara çalma işini Ortadoğu'yu "eskiden beri çatışmaların ve kanın olduğu bir bataklık" türünden zırvalarla niteleyenlerde de görürsünüz. Oysa Ortadoğu'daki bölünme, çatışma ve savaşlar varsa hepsi Batı sömürgeciliğiyle başlamıştır. Benzeri bir manevrayı faşizm ve ırkçılık konusunda da yaparlar. Hemen hepsinde ırkçılık olmasına rağmen birileri açık ederse hemen dudaklarını büzer, parmak sallayarak "çok ayıp, ırkçılık yapmayalım lütfen!" diye rol keserler. Devletlerinde, şirketlerinde, her yerde iliklerine kadar ırkçılık yapan liberali, Hıristiyan demokratı, sosyal demokratı, cumhuriyetçisi, demokratı, sosyalisti, nasyonalisti suçu hep "faşizm"e atarlar. Zaten "faşizm" Batı'da düşünce ekollerinden birisi değildir. Bütün düşünce ekollerinin günah keçisidir, çöp döküm alanıdır.
"Minareyi çalan kılıfını hazırlar."
İşte Batı'yı anlamada anahtar olan başka bir atasözümüz. Evet, Batı daima hazır, hazırlıklı ve hazırlıkçıdır. Planları, programları, politikaları, öngörüleri vardır. Tahmini bilim hâline bile getirmişlerdir. Her şeyi hesap etmek, muhatapların özelliklerini, zaaflarını, açıklarını ve imkânlarını inceden inceye araştırmak başlıca işleridir. Batı'da sürüsüyle "think tank" olmasının sebebi budur. Ama o ifadedeki "think," "tank"a tâbidir. Yani "bilgi güçtür." Yani güce, güç odağına yaramayan fikir veya bilgiye metelik vermezler. Bu think tanklar o yüzden aslında fikir değil tezgâh üretirler. Düzenin adı "al gülüm ver gülüm" olduğu için devletten, büyük şirketlerden maaş, burs, araştırma fonu alan herkes bütün bu kurumların ağababalarının işine yarayacak işler yapmak zorundadır. Örnek verelim... İslâm dünyasına 11 Eylül olayları üzerinden bir fiili işgal mi yapılacak? Hazırlığı çok önceden yapılmıştır.
Hem askeri, hem siyasi, ama en çok da söylemsel alanda... Daha on yıl önceden Huntington, "Medeniyetler Çatışması mı?" başlıklı bir makale yazar. Herkesin unuttuğu "medeniyet" kavramını canlandırır. Ama bunu elbette kendi bilimsel merakını gidermek için yazmaz. Hayatı boyunca derin devlete müşavirlik yapmış olan Huntington bu makaleyle ABD'nin yeni Haçlı seferinin fikrî temelini hazırlar. O ateşi yakınca bu sefer karşıtlar ses çıkarır. Zaten maksat da budur. Çünkü Batı-dışı ülkelerdeki "aydınlar" bu gibi şeyleri fikir işi sanıp yıllarca aynı şeyleri söyler dururlar. Böylece bu gündemi meşrulaştırırlar. Ayrıca bu şekilde kendi değerlerine odaklanıp kendi özgün fikirlerini geliştirmekten uzak kalırlar. Bunlara üstünde "Made in West" mührü olan her malı satmak gayet kolaydır. Çünkü atalar ne demişler? "Kurtlu baklanın kör alıcısı olur."
Evet, Batı'yı özetlemeye çalıştık... Ama bir an durdum, düşündüm. Aslında bizim de Batı'dan pek bir farkımız kalmamış. Ne de olsa iki asırdır "kır atın yanında duran ya huyundan, ya tüyünden!"