Aspava
Aspavacılık, kısayolculuk, kolaycılık tehlikelidir. Zira dindarlık her devirde, her yerde çile çekmek demektir. Direnmek, mücadele etmek demektir. Bu çile bazı devirlerde artar, bazılarında azalır, ama asla eksik olmaz. Allah'a uymaya niyetlendiğiniz anda hayatınız tersine döner.
Pide sever misiniz? Ben çok severim. Çoğu Çorumlu olan ustaların elinden çıkan Ankara pidelerini hele... Ankara'da herhangi bir pideciye girip güzel bir pide yiyebilirsiniz. Evet, etli ekmek ve Karadeniz pidesi şahtır, Develi cıvıklısı şehinşahtır ama bana sorarsanız varsa yoksa Ankara pidesi.
Ankara'nın kenar mahallelerinde olsun, merkezinde olsun birçok pidecinin adı Aspava'dır. Bunların birbiriyle alâkası yoktur. Lokanta zinciri falan değiller. Bu kadar çok Aspava olunca isimlerine bir rakam eklerler ki birbirlerinden ayrılsınlar. Aspava 55, Aspava 10 gibi... Ben kelimelere meraklıyım ya, gençliğimde bu kelimenin ne anlama geldiğini çevremdekilere sordum ama cevap verebilen çıkmadı. Sonra bir gün bir Aspava pidecisinin levhasında bu kelimenin açılımını gördüm. Meğer Aspava aslında bir kısaltma imiş. Şu kelimelerin ilk harflerinin bir araya gelmesiyle oluşuyormuş: "Allahım sağlık, para, afiyet ver. Âmin." İlginç değil mi?
Aspava bir dua. Ama kısası. Söyleyeceğini akrostiş hâlinde söyle geç... Çünkü duadan çok daha önemli ve acil işlerimiz var bizim! İşler deyince ilim-irfan değil, para-pul işleri elbette. Zaten duada "hayırlısıyla" kelimesi geçmez. "Para ver." O kadar! Aspava mantığı âşina olduğumuz bir kısayol mantığıdır. Günlük hayatta pek çok kısayollarımız var. Bir cezadan kaçınmak için de bir menfaate kavuşmak için de kullanmadığımız şey yok. Siyasetçiler, bürokratlar, zenginler, bunların arkadaşları, aileleri, hısım- akrabaları, hemşeriler hep aracı, hep kısayoldurlar. Mafya da öyledir. Liste uzayıp gider. Siyaset ve güç basamakları hep kısayollarla inşa edilir. Siyasetçi halka, parti içinde diğerlerine, başka partilerdekilere karşı birçok kısayollar kullanır. Bunların en popüleri dalkavukluktur. Gerisi kişinin manevra kabiliyetine kalmış. Aspava gibi kısaltmalar da yok değil. Altı ok, dokuz ışık gibi...
Aspava aslında bir dua. Ben böyle dini gibi görünen şeylere "gösterim dindarlığı" diyorum. Başka örnekleri çok... Meselâ sosyal medyada gördüğüm "dua setleri" ... Bunlar biblo veya dekoratif eşya hâline getirilmiş Latin harfleriyle yazılmış dualar. Bazılarını pleksiglastan yapıp satıyorlar. Üç yazıdan oluşuyor: "Sabret, şükret, dua et." Kime hitap ediyor bu? Müslümansan sana, Budistse ona, Hristiyansa berikine... Global, küresel, evrensel, toptan bir mesaj. Bazı setlere herhâlde Müslüman kitleyi cezbetsin diye "Elhamdülillah" yazısını eklemişler. Piyasa segmantasyonu mantığı ile galiba... Bu üçlü, beşli, yedili dua setlerinden alıyorsun, dükkânının, ofisinin, evinin duvarına asıyorsun. Baktıkça yapman, söylemen gerekenleri hatırlıyorsun. Bir nevi hatırlatıcı. Bu arada dinimizin diğer vecibelerine bakmana gerek yok. Namaz, oruç, onlar ayrı olaylar. Amaç gösterim zaten. Mesele, bir şeye sahip olmasan da başkalarına gösterebilmen. Muhafazakâr bir iktidar başa gelirse gümüş yüzük takarsın, tersi olursa Atatürk rozeti. Bugün cami inşaatına yardım yaparsın, yarın Atatürk anıtına... Bir de dükkânlarda besmele yazısının yanına Atatürk portresi asılır ya! Esnaf ne yapsın, dini de dünyayı da gözetmek zorunda!
Bu dua setlerinin acayip çeşitleri varmış, internete bakınca öğrendim. Meselâ pleksi aynalı nazar duası nikâh şekeri, nazar duası kitap, bebek pleksi magnet ve süsü, doğum günü magnet, yaş günü kutlama, kişiye özel araba süsü nazar duası, sünnet seti, pleksi araba dikiz aynası süsü, daha neler... Bir de pleksi melek kanadı motifinin içine işlenmiş nazar duası var. Bunu da dikiz aynasına asıyorsunuz. Bu arada masa ve sehpaların üzerine konan yamuk-yumuk ve ölçüsüz yazılmış Arapça Allah ve Muhammed (sav) isimlerinin biblolarını da unutmayalım. Bir zamanlar Rabia işareti yapan el bibloları da vardı. Parmakları orantısız yapılmış korkunç bir şeydi. O da bir moda gibi geldi geçti. Ne rabia diyen kaldı, ne de hatırlayan.
Böyle dini gösterim araçları her şehrin en büyük ve eski camiinin çevresindeki dükkânlarda bulunur. Meselâ Ankara'da dini kitap arıyorsanız, hacca veya umreye gidecekseniz Hacı Bayram Camii ve çevresindeki "hacı pazarı"na gidersiniz. Eskiden bu çarşı Hacıbayram Camii'nin avlusunun çevresine yan yana dizilmiş tek katlı şirin kerpiç dükkânlardan müteşekkil bir yerdi. Karayalçın'ın belediye başkanlığı zamanında bunlar yıkıldı. Yerine Hacı Bayram Camii'nin değil, yanıbaşındaki putperest Roma tapınağının çizgilerini esas alan betonarme bir işhanı yapıldı. Eskiden Ankara'da namaz kılmak için Hacıbayram'a gitmek bir ayrıcalıktı. Oradaki küçük çay ocaklarının birine oturur, çayınızı içerken yanıbaşınızdaki insanların sohbet veya münakaşalarına şahit olurdunuz. Oradaki her kitabevi bir dini cemaatin, kliğin veya tarikatin irtibat bürosu gibiydi. Mezheplisi-mezhepsizi, tarikatçisi-selefisi, türlü türlü cemaatlere mensup olanlar kendi kitaplarını satan kitapevlerine dağılırlardı.
Bir de sabotajcılar vardı. Meselâ selefi birisi, bir sufi kitabevine müşteri gibi gider, ters sorularla mevzuyu açar, kitapçıyla hararetli uzun bir münakaşaya girişirdi. Bu didişme ya kitapçının alttan almasıyla, ya da adamı dükkândan kovmasıyla biterdi. Hacı Bayram her türden insanın herc ü merc olduğu bir yerdi. Dindar ile dinbazın, maneviyat ile hurafenin karıştığı bir yerdi. Sünnet çocukları, gelinler-damatlar, analar-babalar, talebeler-hocalar... Evlenme çağındaki genç kızlar Cuma günü salâ okunurken ellerindeki iplik makaralarını sonuna kadar boşaltmak için yarış yaparlardı. Güya baş-göz edilmeleri hızlı olurmuş. Türbede daha önce ettikleri dualar kabul olan kadınlar avluda millete kesme şeker dağıtırlardı. Daha neler... Hacı Bayram'ın meczupları da pek meşhurdu. Hâlâ gelirler mi bilmem. Ama merhum Nuri Pakdil abinin suskunluk döneminde buraya hafta sonları gelip meczuplarla ahbaplık yaptığını duymuştum. Hacı Bayram denince elbette bir gecekondudaki muayenehanesinin alt katı tekke gibi çalışan merhum Emin Acar'ı da unutmamak lâzım.
Kendisi hem eski bir planlamacı, yani DPT'ci, hem de doktordu. Hoşsohbet, beşûş, zeki, rakîk, dakîk, dünya işlerini iyi bilir, irfan ehli kıymetli bir zattı. Özellikle memur gençlere nasihatler eder, onlara yol gösterirdi. Mevlâ makamını yüceltsin. Dönelim Aspavacılığa... Din nâmına piyasalaşmış o kadar çok âdet var ki! Meselâ geçenlerde bir arkadaş anlattı, inanamadım. İstanbul'da eskiden kabir ziyaretine gidenlere okunmuş şişirilmiş balon satanlar varmış. Büyük balonların içine Yâsin, küçüklerinin içine ise Tebâreke okunup üflenmişmiş. Sen de balonu satın alıp, getirip kabrin üzerine havasını boşaltıyormuşsun. Bu şekilde kabre "okunmuş, üflenmiş" oluyormuş. Lâ havle... Böyle dindar görünümlü şaşkınlıklardan bahsedince bazıları isyan ediyorlar: "Hocam din düşmanlarının eline koz veriyorsunuz" diye. Doğrudur, böyle hurafeleri örnek gösterip, dinimizin vecibelerini reddeden çok sapkın gördük, görüyoruz. Bunların gündemi zaten Allah'a ve dostlarına değil, şeytana ve dostlarına yaranmaktır. Din düşmanlarının değirmenine su taşımaktır. Fakat biz de bunlara koz vermeyelim diye dinimizin istismar edilmesine eyvallah edecek değiliz. Zaten siyasette, ticarette, sanatta, akademide "el ne der" kafasıyla bu hâle düşmedik mi? Bir kere de "Rabbimiz ne der?" desek keşke.
Aspavacılık, kısayolculuk, kolaycılık tehlikelidir. Zira dindarlık her devirde, her yerde çile çekmek demektir. Direnmek, mücadele etmek demektir. Bu çile bazı devirlerde artar, bazılarında azalır, ama asla eksik olmaz. Allah'a uymaya niyetlendiğiniz anda hayatınız tersine döner. Kafanıza göre iş yapamazsınız. Canım çekiyor diye gidip zinaya, kumara, faize dalamazsınız. Milletin ayaküstünde söylediği binbir yalanın birini bile söyleyemezsiniz. Oysa herkes bu rezillikleri normal, mecburi, hatta çoğu zaman erdem gibi görür. Onların yaptıklarını yapmaz, yapmadıklarını yaparsınız. Kınanmaya alışırsınız. Bütün bu sıkıntıların hepsini görünmeyen ve dolayısıyla gösteremediğiniz bir Varlık için çekersiniz. Dalgaya, hatta çoğu zaman sunamiye karşı kürek çekmektir bu... (Nuri Pakdil abi gibi söyleyeyim: Dizgi-düzelti yanlışı yok: "sunami." Zira Türkçe'de Japınca'daki "ts" sesi yoktur).
O yüzden dindarlıktan bezenler de olur, hep olacaktır. Kadın başörtüsünü çıkarır, erkek içkiye başlar, bazıları uçkurunun peşine düşmeye, bazıları rüşvet alıp-vermeye başlar. Kendini böyle akıntya teslim edince insana bir rahatlama gelir. Pamuk gibi olur. Ama o rahatlığın da bir bitimi vardır. Sonrası ebedi felâket. Allah muhafaza eylesin.
Son söz: Aman Aspavacılığa dikkat! İnsan halkı değil Hakk'ı tercih etmeden olgunlaşamaz. Hakk için çile çekmeden, emek vermeden insan olamaz. Âdemi adam eden de bu çiledir.