ASLIHAN EKER ÇAKMAK: Umarım Kutsal İşgal, uluslararası ceza mahkemelerinde kanıt olarak kullanılır

ASLIHAN EKER ÇAKMAK: Umarım Kutsal İşgal, uluslararası ceza mahkemelerinde kanıt olarak kullanılır
ASLIHAN EKER ÇAKMAK: Umarım Kutsal İşgal, uluslararası ceza mahkemelerinde kanıt olarak kullanılır

Birleşmiş Milletler ve uluslararası toplum tarafından yasadışı kabul edilen Yahudi yerleşimcilerin, Batı Şeria’daki Filistinlilere uyguladığı vahşeti çarpıcı biçimde aktaran Kutsal İşgal belgeselinin yapımcısı ve yönetmeni Aslıhan Eker Çakmak ile konuştuk.

Öncelikle şu soruyla başlayalım: Kutsal İşgal belgeselinde, Filistin halkının “masumiyeti ya da çektiği çilelerden çok”, Siyonistlerin “zalimliğini ve vahşiliğini” ön plana çıkarıyorsunuz. Bu, alışılagelmişin dışında bir yöntem gibi duruyor… Olaya bu açıdan bakma fikri nasıl ortaya çıktı?

Belgesel endüstrisine baktığımızda Filistinlilerin hikâyesini anlatan birçok belgesel var. 1948’de Nekbe ile başlayan Filistinlilerin çilesi birçok güçlü belgeselle ve hep onların ağızlarından anlatıldı. Hepimizin zihninde mağdur, toprağı elinden alınan mazlum Filistin karakteri oturmuş durumda. Ancak onları mağdur eden işgalcileri çok az tanıyoruz. Aslında işgalcileri hep Filistinlilerin bize ve dünyaya anlattığı hikâyeler üzerinden tanıyoruz diyebiliriz. İşte bu fikir de buradan ortaya çıktı. Filistinlilere günbegün eziyet eden, topraklarını ve evlerini çalan bu işgalciler kimler? Neye inanıyorlar? Nasıl bir işgal politikası güdüyorlar? Amaçları ne? Onların içine girip bizzat kendi ağızlarından ne yapmak istediklerini dünyaya duyurmak istedik. Bu belgeselde sadece İsrailliler olsun, işgali savunanlar ve işgale karşı duran aktivist Yahudiler bize hikâyeyi anlatsın, böylece anti-semitizm etiketinden de kurtularak uluslararası izleyicinin önyargılarını kıralım istedik. Filmin en başında yer alan yakılarak öldürülen ailenin hikâyesi zamanında beni çok etkilemişti. Bir bebeği yakarak öldüren bir topluluk, üstelik yaktıktan sonra da “Ali Mangalda” diyerek şarkı söyleyip dalga geçiyorlardı. Üstelik bu haberler dünya medyasında doğru düzgün yer almadı ve dikkat de çekmedi. Bunu yapan Hilltop Youth (Tepe Gençliği) monitörümüze düşmüştü, temellerini radikal Yahudilik ve Nasyonal Siyonizm’in karışımı bir ideolojiden alan bu grup İsrail’de siyasetin değişimiyle gittikçe daha da güçleniyordu. Liderleri meclise girdiler, bütün bu süreçleri izliyor ve bu grubun içine girerek onların şiddet ve terörle beslenen işgal yöntemlerini dünyaya anlatmanın gerekli olduğuna daha çok inanıyorduk. Bu grubun eylemlerini tam da dünyada terör, radikallik, radikal dincilik kavramlarının sadece İslam ile yan yana getirildiği bir zamanda yapıyor olması da bizi iyice kışkırtmıştı. Müslümanlık, bazı radikal örgütler nedeniyle genel olarak radikal ve şiddet taraftarı olarak etiketlenmişken, bizzat Tevrat’a dayanarak gündelik şiddet eylemi yapan Yahudilik, radikallikle yan yana dahi getirilmiyordu. Bu da motivasyon kaynaklarımızdan biri oldu. Ama bu grubun gittikçe daha çok güçleneceğini, İsrail siyasetini ele geçireceğini ve işgalin hızlanacağını öngörüyorduk. 7 Ekim’den çok daha önce bu konuyu gündeme taşımak istemiştik. 7 Ekim’den sonra Filistin, doğal olarak dünyanın merkezine yerleşti. Bizim belgeselimiz de burada daha önemli bir misyon edinmiş oldu. Dünya Hamas’tan bahsederken biz Filistin meselesinin özünü anlatmış olduk.

  • Kutsal İşgal’de Siyonistlerin içine girip bizzat kendi ağızlarından ne yapmak istediklerini dünyaya duyurmak istedik.

Türkiye’den gelen bir belgesel ekibi olarak söyleşi yaptığınız “Siyonist” isimleri nasıl ikna ettiniz?

Bu uzun bir süreçti. Daha önce de söylediğim gibi, biz bu belgesel projesine 7 Ekim’den çok önce başlamıştık. Amacımız Filistin’deki işgali gündeme taşımaktı. Ekibimizde bu bölgede iyi bir networke sahip olan araştırmacı gazeteciler var. İyi bir network, doğru kişilerle iletişim sayesinde her şeyi hazırlamıştık. Ekim’de de çekimlere gidilecekti. 7 Ekim olunca biz de herkes gibi şok olduk, ama savaşın ikinci ayında, yani Aralık’ta çekmeyi başardık.

  • Bizzat Tevrat’a dayanarak gündelik şiddet eylemi yapan Yahudilik, radikallikle yan yana dahi getirilmiyordu.

Belgesel sürecinde, “tehlikeli” bir alanda çekimler yaptınız. Yaşadığınız zorluklar nelerdi? Ve bu süreçte sizi en çok hayrete düşüren şey neydi?

Aslında ekip işgalcilerin tarafında olduğu için herhangi bir can güvenliği sorunu yaşamadı. Bu işgalciler, silahlı askerler tarafından korunuyordu. Ama tabii her an ifşa olmaları tehlikesi vardı. Bu nedenle belgesel süreci TRT içinde dahi gizli tutuldu, sadece yöneticilerimiz ve biz biliyorduk. Bizi en çok hayrete düşüren şey; henüz 7 Ekim’den 2 ay sonra, Netanyahu her yerde dolaşıp amaçlarının Gazze’yi işgal olmadığını söylerken, Hilltop Youth’un “Nachala” isimli yerleşimci organizasyonunun açıkça bir konferans düzenleyip Gazze’yi paylaşmaya başlamış olmasına şahit olmaktı. Bu konferansa belgesel ekibimiz davet edildi. Burada bir de bot ayarlanarak Gazze açıklarına çoluk çocuk açıldılar ve bombalar altındaki Gazze’yi iştah ile izlediler. Biz bu görüntüleri alırken ve bu durumdan haberdarken, dünyada bu haber kesinlikle yoktu. Bu bizi şoke etti. Diğer hayrete düşüren şey ise; ileri karakol dediğimiz outpostlarda bu gruba mensup genç üyelerin ordu tarafından düzenli askeri eğitim alıyor oluşuydu. Bunu da belgelemeyi başardık.

  • Belgesel süreci TRT içinde dahi gizli tutuldu, sadece yöneticilerimiz ve biz biliyorduk.
Yerleşimci liderlerin ve Siyonist siyasetçilerin yaptıklarını rahatça anlatmaları için özel bir çaba harcadınız mı yoksa gerçekten bu rahatlıkta mı konuşuyorlar?

Davalarına çok inanıyorlar, onların bu sözleri söylemeleri için hiçbir şey yapmaya gerek yok. Hatta grubun lideri Daniella Wise bizden sonra birçok uluslararası medyaya röportaj verdi ve söylemleri aynı şekilde devam etti, ediyor. Bazı liderleri bizim belgeselde söylediklerinin çok daha fazlasını Knesset’te ya da İsrail basınında yaptıkları açıklamalarda söylüyorlar. Şu ana kadar yaptıkları herhangi bir şeyi durduracak bir yaptırım olmadı dünyada, neden dursunlar ki? Gittikçe daha da pervasızlaşıyorlar.

Aslında imkânsıza yakın bir iş: Kutsal İşgal. Belgeselin yayınlanmasıyla birlikte Türkiye dışından ne gibi tepkiler aldığınızı merak ediyoruz.

Tepkiler büyük ve etkileyici oldu. Uluslararası alanda tanınmış aktivistler filme sahip çıkıp yayılmasına katkı sağladılar. ABD’de birçok gösterim düzenlendi, tartışma panelleri yapıldı. Büyük gazeteler ve dergiler filme övgü dolu eleştiriler yazdılar. TRT’nin uluslararası YouTube kanallarında iki milyonun üzerinde izlendi. Filmden sahneler viral oldu ve 200 milyondan fazla paylaşıldı. Önde gelen birçok influencer ve medya figürü film hakkında paylaşımlar yaptı. Pek çok uluslararası yayıncı, filmin gösterim haklarını almak için sırada bekliyor. Filmi hızla yayınlamak istediğimiz için birçok festivale katılamadık. Çünkü festival süreci zaman alabiliyor. Yalnızca Al Jazeera Balkans Uluslararası Belgesel Film Festivali’ne katıldık ve Bosna’da, soykırımın izlerini taşıyan Saraybosna’da prömiyer yaptık. Film burada En İyi Belgesel Program ödülünü kazandı, bu da bizim için çok anlamlı bir takdir oldu. Umarım bu belgesel, uluslararası ceza mahkemelerinde kanıt olarak kullanılır.

  • Pek çok uluslararası yayıncı, filmin gösterim haklarını almak için sırada bekliyor.
“Kutsal İşgal” belgeseli, yönetmeni ve yapımcısı olarak size ne öğretti?

Bu süreçte Siyonizm’in farklı kolları hakkında çok şey öğrendim, radikal Yahudi grupların İsrail siyasetindeki etkisini ve onların temelini dini kaynaklarından alan düşüncelerinin şu anda dünya siyasetine nasıl yön verdiğini birebir görmüş oldum. Belki bu kadar içine girmemiş olsaydım, bazı şeylere komplo teorisi bile diyebilirdim. Ama vaat edilmiş topraklar kavramının birebir nasıl uygulamaya geçirildiğini ve bu meselenin Filistin’le sınırlı kalmadığını kalmayacağını da fark ettim. Ayrıca belgeselin bir anlatı olarak haberden çok daha farklı ve büyük bir etki uyandırabileceğini, izleyicilerin olayları ve durumları kavrayabilmesi için belgesel anlatılarına nasıl ihtiyaç duyulduğunu anladım. Ayrıca, iyi bir iş yaptığınızda bunun her kesimden alıcısı olacağını da yeniden görmüş ve teyit etmiş oldum. Türkiye olarak bu alanda ne kadar az belgesel üretmiş olduğumuzu ve biz belgeselcilere daha çok iş düştüğünü de düşünüyorum, bu minvalde çok daha büyük bir motivasyon ve hırsla üretmeye devam ediyoruz.

Biraz önce anlattığınız toplantıya geri dönmek istiyorum. Bu davette başka neler oldu?

Ekibimiz zaten bu organizasyonu düzenleyen Nachala örgütünün, yani Hilltop Youth’un settlement (yerleşimci) grubunun içindeydi. Onlarla çekimler yaptıkları sırada bu daveti aldılar. Bu bizim için de inanılmaz bir şeydi. Çünkü savaşı henüz 2. ayıydı. İsrail her gün Gazze’de inanılmaz katliamlar yapıyordu, hastaneleri bombalıyordu. Bunların hepsi bizde şok etkisi yapıyordu. İnanılmaz bir açlık ve susuzluk başlamıştı, her gün Gazze’den bu haberleri izliyorduk. İsrail tarafında ve dünya medyasında ise esirlerin durumu ve Hamas’tan başka bir şey konuşulmuyordu. Biz hâlâ bu kadar büyük katliamlara ve zalimliğe “alışmamıştık”. Bu tür bir katliamın dibindeki yaşayan İsraillilerin ise bir korkusu, bir paniği ya da katliama karşı birazcık da olsa tedirginliği yoktu. Ancak tam tersi bir durum söz konusuydu. Bu yerleşimci gruplar, yanı başlarındaki yangını umursamadan, Gazze topraklarını paylaşmaya ve satmaya girişmişti. Üstelik hem konferansta hem de botta; çocuklarını ve bebeklerini yanlarına almış, adeta bayram kutluyorlardı. Tiksindik, öfkelendik. Bu görüntüleri ve haberi o sırada dünyaya yaymak istedik. Ancak bu görüntüleri yaymamız kendimizi ifşa etmemiz anlamına gelecekti. Bu nedenle belgesele sakladık, belgeselin anlatım gücü haberin çok üzerinde oldu, bu nedenle bu kararımızdan memnunuz.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım